Atasözü ve Deyimlerin Hikayeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Atasözü ve Deyimlerin Hikayeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

"Keçileri Kaçırmak" Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi

Özet : Keçileri kaçırmak deyiminin anlamı ve ortaya çıkış hikayesi 

Keçileri Kaçırmak Deyimin Anlamı

Keçileri kaçırmak deyimi yaşanılan sıkıntılar ve olumsuzluklar sonucunda çok bunalmak adeta aklını kaçıracak hale gelmek anlamına gelir .

Keçileri Kaçırmak Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi

Burdurun 12 km . kadar dışında bulunan İnsuyu mağarası içerisinde sarkıtların , dikitlerin , irili ufaklı birçok gölün bulunduğu , ülkemizin en ilgi çekici mağaralarından bir tanesidir . bu deyimin ortaya çıkış hikayesi İnsuyu mağarasının henüz keşfedilmediği bir döneme dayanmaktadır .

Çobanın biri keçilerini otlatırken bir ağacın altında uyuya kalmış . O uyurken keçiler mağaranın içine girdiği için uyandığında keçileri bulamamış . Önüne çıkana keçileri görüp görmediğini soruyor , bir yandan da keçilerin sahibine ne cevap vereceğini düşünüyormuş . Çoban sağa sola koşturarak keçileri ararken " Ağaya ne diyeceğim , çobanlık görevimi yapamadım , keçileri kaçırdım " vb. sözlerle dövünüp duruyormuş . Karşısına çıkana "  keçileri kaçırdım , keçileri kaçırdım . " diye bağırıyormuş .
Keçiler sularını içtikten sonra tekrar mağaradan çıkıp çobanın bıraktığı yerde otlamaya devam etmişler . Köylüler de keçileri aramaya çıkmış ve çobanın otlattığı yerde eksiksiz olarak bulunca çobanın aklını kaçırdığını düşünmüşler ve onun " keçileri kaçırdım ." figanından dolayo "keçileri kaçırdı " demişler .

" Hapı Yutmak" Deyiminin Hikayesi

Özet : " Hapı Yutmak " deyiminin anlamı ve ortaya çıkış hikayesi 

Hapı Yutmak  Deyiminin Anlamı

 Hapı yutmak deyimi işlerin kötü gittiği beklenildiği gibi gitmediği zamanlarda "eyvah , istediği olmayacak ! " duygusu ile söylenen bir deyimdir .

Ortaya Çıkış Hikayesi

Hapı yutmak deyiminin ortaya çıkışı Sultan IV. Murat zamanına dayanmaktadır . Sultan IV. Murat içki , afyon , tütün vb. keyif verici maddelerin tamamının kullanımını yasaklamıştı . Sultan Murat'ın hafiyeleri bir gün huzuruna çıkarak kendilerinin hekimbaşı olan Emir Çelebi'nin afyon tiryakisi olduğunu ve yasaklanmasına rağmen hala gizli gizli afyon içtiğini söylerler .  Sultan yasağının en yakınındaki adam tarafından delinmesine çok sinirlenir .

Bir zaman sonra Sultan , hekim başı ile satranç oynarken " Cebinde ne varsa boşalt Çelebi " diye bağırmış .

Hekimbaşı sultana ihbar gittiğini anlamış ama çaresiz cebindekileri de boşaltmış .  Cebindeki hokka için de " Sultanım bunun içindeki ıslah edilerek zararsız hale getirilen afyondur , aman aklına kötü bir şey gelmesin , bunlar hap , hap ! " demiş . Sultan bunun üzerine " madem hap yut öyleyse " diye emir vermiş .

Hekimbaşı bunların çok keskin afyon olduğunu bilmesine rağmen çaresiz teker teker yutmuş . Üzerine de buzlu bir şerbet içmiş . Kısa bir zaman sonra da ruhunu teslim etmiş .


"Saçını Süpürge Etmek" Deyiminin Hikayesi

Özet : " Saçını süpürge etmek " deyiminin anlamı ve ortaya çıkış hikayesi 

Saçını Süpürge Etmek Deyiminin Anlamı

Çok emek vermek , bir insan için kendi zevklerinden vazgeçip onun uğruna her şeyi yapmak anlamına gelir . Özellikle kendisi yemeyip bizlere yediren , kendisi giymeyip en güzel giysileri bizlere alan ve her konuda fedakarlığını esirgemeyen annelerimizin çok kullandığı bir deyimdir .

Saçını Süpürge Etmek Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi

Eskiden kadınların saçlarını uzatmazı adeta bir gelenek gibiydi . Bir kadının saçı ne kadar uzun olursa o kadar iyi kabul edilirdi . Kadınlar ev işlerini yaparken özellikle evi süpürmek için yere doğru eğildiklerinde saçları da boyunlarından dökülür ve adeta tüm evi bir süpürge gibi dolaşırdı .


"Etekleri Zil Çalmak" Deyiminin Hikayesi

Özet : Etekleri zil çalmak deyiminin açıklaması ve ortaya çıkış hikayesi 


Etekleri Zil Çalmak Deyiminin Anlamı

Etekleri zil çalmak alınan bir haber ya da istenilen bir şeye sahip olmak sonucunda duyulan mutluluğu ifade eden bir deyimdir . Yani çok sevinmek anlamına gelmektedir .

Etekleri Zil Çalmak Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi

Vaktiyle Anadolu'nun bir beldesinde güler yüzü , tatlı ile herkesin sevip saydığı bir şeyh yaşarmış .
Bu şeyhin abasının uçlarında ve sivri pabuçlarının ucunda bir sürü koyun çıngırağı asılıymış .
Bu çıngırakların sesini duyanlar çok uzakta bile olsa şeyhin geldiğini anlarlarmış .
Bu çıngırakları takmasındaki hikmeti bir gün şeyhe sormuşlar . Şeyh:
–  Yürürken ayağımın altındaki karıncalar ürküp kaçsında ezilmesinler diye cevap vermiş .
Bir gün beldenin güvenliğinden sorumlu güçler hırsızlıktan aranan bir çeteyi  saklandıkları yerin etrafında beklerken şeyh oradan geçiyormuş . Hırsızlar şeyhten gelen çıngırak seslerinden korkarak kaçmaya çalışmışlar ve saklandıkları yerden koşarak kaçmaya başlamışlar .
Halk , şeyh sayesinde beldenin başına bela olan hırsızlardan kurtulmanın sevinciyle şeyhi havaya kaldırmışlar ve şeyhin elbisesinin eteklerindeki çıngıraklar daha fazla ses çıkarmaya başlamış  . Halk çıkan bu sesten çok mutlu olmuş .
Bu olayın ardından o beldede sevinçli bir insan görenler " hayırdır eteklerin zil çalıyor . " demeye başlamış ve bu deyim gittikçe yayılmış .


Dereyi Görmeden Paçaları Sıvama !

Özet : "Dereyi görmeden paçaları sıvama!" atasözünün ortaya çıkış hikayesi ve kompozisyon örneği
      "Dereyi görmeden paçaları sıvama" atasözü bir işe başlamadan önce şartların olgunlaşmasını beklemenin ve aniden karar vererek yanlış yapılmaması gerekliliğini bizlere öğütler.
        Bazı insanlar vardır ki çok tez kanlı davranırlar. Hemen istediklerine kavuşabilmek adına hızlı karar verirler. Şartların olgunlaşıp olgunlaşmadığı ile ilgili düşünmeden hemen istediklerinin olacağını zannederler ve sonunda da hüsrana uğradıkları çok olur. Bu atasözümüzün çıkış kaynağı ile ilgili bir hikaye şöyledir:
        Çölde adına serap ya da ılgın adı verilen bir olay vardır ve insanlar ışığın kumda yansımasından yanılarak su olduğunu zannederler. Vaktiyle bir delikanlı Konya Ovası'nda bir kervanla yolculuk ederken o ana kadar hiç serap görmediği için uzakta bir su gördüğünü zanneder ve paçaları sıvayarak koşmaya hazırlanır. Durumu gören tecrübeli biri   "Oğlum boşuna paçaları sıvama o gördüğün seraptır" der.
         Hikayede de olduğu gibi bir işin aslını astarını anlamadan hemen harekete geçersek hevesimizin kursağımızda kalması muhtemeldir. Dikkatli bir şekilde olayları gözlemlemek ve gerçeği iyice anladıktan sonra hareket etmek, işin sonunda hayal kırıklığına uğramamak isteyenler için yapılması zaruri olan davranış şeklidir.

Dimyat'a Pirince Giderken Evdeki Bulgurdan Olmak

Özet : Dimyat'a Pirince Giderken Evdeki Bulgurdan Olmak deyiminin ortaya çıkış hikayesi ve kompozisyon örneği
      Sahip oldukları şeylerin farkında olmayan ve sahip olduklarının değerini yeteri kadar anlayamayan insanlar vardır. Böylesi insanlar bir de sahip olamadıkları şeylerin peşine düşmeye kalkabilirler. İsteğine ulaşabilmek için çabalarlarken bir de bakarlar ki ellerinde olanı kaybetmişler. İşte bu şekilde elindekiyle yetinmeyi bilmeyip, başka şeyler peşinde koşarken sahip olduklarını da kaybedenler için "Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan oldu" denir.
       Hikayeye göre Mısır'ın en güzel pirinçlerinin Anadolu'ya geçişinin yapıldığı, Mısır'da bulunan Dimyat'a pirinç almak amacıyla bir tüccar gider. Ancak tüccarın bindiği gemi korsanlar tarafından Akdeniz'de yağmalanır ve tüccarın tüm altınlarını korsanlar elinden alır.
Tüccar bin bir zorluk ve sıkıntı ile memlekete dönmeyi başarır. Ancak pirinç almak için kendi tarlasındaki bulgurları da satan tüccarın o sene evinde kışlık buğdayı bile olmaz. 
       "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" kendinde var olanın kıymetini bilmeyenler için kullanıldığı gibi, kendini çok akıllı ve kurnaz zannedenler için de kullanılır. Böyleleri akılları sayesinde başkalarına ait olan şeylere sahip olabileceklerini zannederken, bir de bakarlar ki kendi ellerindekinden olmuşlar. 

Yalancının Mumu Yatsıya Kadar Yanar Atasözünün Ortaya Çıkış Hikayesi

Özet : Yalancının Mumu Yatsıya Kadar Yanar Atasözünün Ortaya Çıkış Hikayesi
           "Yalancının Mumu Yatsıya Kadar Yanar" atasözü söylenilen bir yalanın ebediyen gizli kalamayacağını er ya da geç bir gün mutlaka ortaya çıkacağını anlatmaktadır . İnsanlar yalan söyleyerek kısa süreliğine de olsa günü kurtardığını zannederler ama yalanları bir gün mutlaka ortaya çıkar ve o zaman daha büyük bir sıkıntı içerisine girerler .
 Yalancının Mumu Yatsıya Kadar Yanar Atasözünün Hikayesi
         Günümüzde üniversite adını verdiğimiz yüksek öğretim kurumlarının geçmişteki adına medrese adı verilmekteydi . Zamanın birinde günümüzdeki gibi elektriğin olmadığı zamanlarda medresenin birinde talebeler aralarında bir anlaşma yapmışlar ve herkesin bir gün mum getirmesini kararlaştırmışlar . İlk gün birisi , ikinci gün başka birisi derken sırasıyla her gün bir talebe mum getirmiş ve ders çalışmaya başlamışlar . Bu arada kendini uyanık zanneden bir talebe de her gün eriyen mumları toplarmış . Mum getirme sırası kendine geldiği gün ise topladığı erimiş mumları bir araya getirerek kendince bir mum yapmış . 
          Kendini uyanık zanneden talebenin getirdiği mumu yakıp her gün olduğu gibi yine ders çalışmaya başlamışlar . O gün mum çok hızlı erimiş ve ancak yatsı vaktine kadar dayanabilmiş . Diğer talebelerin yaptığı hileyi anlamasından korkan çocuk : 
 -Hayret, niye böyle oldu ? deyince çocuğun yaptığı hileyi anlayan talebelerden biri :
- Eee , yalancının mumu yatsıya kadar yanar,  demiş.

"Yanlış Hesap Bağdat'tan Döner" Atasözünün Ortaya Çıkış Hikayesi

Özet : Yanlış hesap Bağdat'tan döner atasözünün ortaya çıkış hikayesi, yanlış hesap Bağdat'tan döner atasözü ile ilgili kompozisyon örneği 
         "Yanlış hesap Bağdat'tan döner" atasözü bilerek olsun ya da bilmeyerek olsun yapılan hataların bir gün mutlaka anlaşılacağı anlamına gelir. Üzerinden uzun zaman bile geçse bir yerlerde yanlış bir şeyler varsa sonunda ortaya çıkar.
           Hani bir elbisenin düğmelerini iliklerken son düğmeye gelince ilk düğme yanlış iliklendi ise hepsinin yanlış olduğunu görür ve en baştan başlarız. Hatalar da işte buna benzer. Bir zaman anlaşılmadan devam etse bile sonunda anlaşılır ve düzeltilir.
          "Yanlış hesap Bağdat'tan döner" atasözü yıllar yıllar öncesinden iki tüccarın hikayesine dayanır. Bağdatlı iki tüccar ortaklaşa çalışır ve şehir şehir dolaşarak ürünlerini satarlarmış. Yine bu şekilde satış yaptıkları bir gün uğradıkları son şehirde satışı bitirmişler ve mallarını bitirerek Bağdat'a dönmüşler. Ancak mallarını son sattıkları tüccar parayı eksik vermiş. İki arkadaş Bağdat'a gelip hesapları yaparken paranın eksik olduğunu anlamış. Tüccar hemen son satışını yaptığı şehre gitmiş ve satış yaptığı tüccarı bularak parasını istemiş. Bağdat'ta olması gerekirken yanıbaşında tüccarı gören adam şaşırmış ve:
 - Senin Bağdat'ta olman gerekmiyor muydu?, diye sormuş. Tüccar da adama:
 - Evet Bağdat'ta olmam gerekiyordu ama gördüğün gibi yanlış hesap Bağdat'tan döner, demiş.
           Atasözünün hikayesinde de olduğu gibi yanlış hesaplar mutlaka bir yerlerde ortaya çıkar ve düzeltilir. 

"Güvendiği Dağlara Kar Yağmak" Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi

 Özet : "Güvendiği Dağlara Kar Yağmak" Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi , anlamı ve kompozisyon örneği 
Deyimin Anlamı : "Güvendiği dağlara kar yağmak" deyimi umut bağlanan, yardımından ve desteğinden şüphe duyulmayan bir kişinin ya da şeyin ihtiyaç duyulduğu anda beklenilen yardımı göstermemesidir. Bu deyimimiz tam anlamı ile bir hayal kırıklığının ifadesi olarak kullanılır. İnsanlar en güvendiği dostlarından yardım beklediği sırada hiç ummadığı bir şeyle karşılaştığı zaman bu deyimi çok sık bir biçimde kullanırlar.
 Deyimin Hikayesi : 1812 yılında tarihin tanıdığı en ünlü komutanlardan Napolyon Bonapart 363 bin kişilik bir ordu ile Rusların üzerine, Moskova'ya bir sefer düzenledi. Ruslar ile yapılan savaşlar sonucunda Napolyon'un ordusundan geriye yalnızca 23 bin asker sağ kalabildi. Napolyon mağlubiyetin sebebini soranlara Rusya'daki ağır kış şartlarını gösteriyor ve "güvendiğim dağlara kar yağdı." diyordu.
 Kompozisyon Örneği :
Güvendiğim Dağlara Kar Yağdı!
     Hepimizin çevresinde çok güvendiği ve başı her sıkıştığında yardımını umduğu yakın akrabaları ya da dostları vardır. Müşkül zamanlarımızda onların desteğini umarız ve bu destekten de neredeyse emin oluruz.
     Yapılan hesaplar be duyulan beklentiler her zaman bizim istediğimiz gibi gitmeyebilir. Çok güvendiğimiz insanlar ya da çok güvendiğimiz şeyler bize beklediğimiz yardımı yapmayabilir. Bazen yapmak istediği halde gücü yetmedi için yapamadığı gibi bazı zamanlarda da isteksiz oluşu yardım etmemesine sebeptir. Böylesi bir durum hangimizin başına gelse büyük bir üzüntü ve çaresizlik hissederiz.
     Hayal kırıklığı yaşamamak için mutlaka güvenebileceğimiz kişileri iyi seçmemiz ve vakit geç olmadan planlamamızı yaparak zorda kalmamaya gayret etmeliyiz. Aksi halde bizlerin de güvendiği dağlara karlar yağabilir. 

"Gemileri Yakmak" Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi

Özet : gemileri yakmak deyiminin ortaya çıkış hikayesi, anlamı ve gemileri yakmak deyimi ile ilgili kompozisyon örneği 
Deyimin anlamı : "Gemileri yakmak" deyimi karar verilen bir konuda artık dönüşün olmadığını, o uğurda her şeyin göze alındığını anlatmak amacıyla kullanılan bir deyimdir . 
 Deyimin Hikayesi : Sezar bir sefer sırasında yanındaki askerlerin korkmaya başladıklarını fark eder ve onları gemilerden indirerek bir tepenin üzerine çıkarır . Daha sonra gemide bıraktığı birkaç askere gemilerin tamamının yakılması emrini verir . Daha sonra gemilerden indirip bir tepeye çıkardığı askerlere dönerek artık gemileri yaktık ya bu savaşı kazanacağız ya da hep beraber öleceğiz der . Savaşın sonunda Sezar ve ordusu büyük bir kazanmayı başarır .
     Başka bir rivayete göre ise İspanya'yı fethe giden Tarık Bin Ziyad Afrika'dan gemilerle İber yarımadasına geçmiştir . Askerlerin korkmalarından endişelenen Tarık Bin Ziyad tüm gemilerin yakılması emrini vermiştir . Bu ruh haliyle Tarık Bin Ziyad ve ordusu tüm İber yarımadasını fethetmiş ve müslümanlar buraya yerleşerek Endülüs Emevi Devleti'ni kurmuştur .
 Kompozisyon Örneği :
Gemileri Yakmak!
     Bazen insanlar gözlerini karartır ve her şeyi göze alarak dönüşü olmayan bir yola girer . Bu ruh hali, öyle bir hale getirir ki insanı bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilmesine rağmen insan çıktığı yoldan geri adım atmaz . Böylesi anların arifesinde dudaklarımızdan o söz bir çırpıda dökülüverir : "Gemileri yaktım ! ".
       Vereceğimiz kararın bize belki olumsuz etkileri olacaktır ama bir defa karar verilmiştir . Artık o karardan geriye dönüş mümkün değildir . 
       Gemileri yaktım diyen insan artık ne olursa olsun karar vermiştir ve verdiği karar kendisini nereye götürürse götürsün çıktığı yoldan dönmeyecektir .

"El Elin Eşeğini Türkü Söyleyerek Arar" Kompozisyon Örneği

Özet : "El Elin Eşeğini Türkü Söyleyerek Arar" Kompozisyon Örneği, el elin eşeğini türkü söyleyerek arar atasözünün ortaya çıkış hikayesi
Anlamı :  Başkalarının acılarını anlamak için ne kadar gayret göstersek de onun yaşadığı acıyı tam manasıyla kavramamız mümkün değildir . Çünkü acılar en  çok o acıyı yaşayanları etkileyebilir .  Başka birinin acısını ya da bir derdini çözmek için ne kadar çabalarsak çabalayalım onun hisleri ile aynı şekilde hareket etmemiz mümkün değildir . 
Hikayesi :  " El elin eşeğini türkü çağırarak arar" atasözünün ortaya çıkış hikayesi Nasrettin Hoca fıkralarından birine dayanmaktadır . Fıkrada o dönemin idarecilerinden birinin eşeği kaybolur . Halk dört bir yana dağılıp eşeği ararken Nasrettin Hoca'ya da rastlarlar . Hoca ne aradıklarını sorunca Subaşı ( yönetici ) nın eşeğinin kaybolduğunu ve onu aradıklarını, hocanın da bağların içini aramasını isterler . Hoca da hiç telaşlanmadan ve acele etmeden bir yandan da türkü söyleyerek etrafı aramaya başlar . Hocanın bu halini görenler ne yaptığını sorunca subaşının eşeğini aradığını söyler . Hocanın bu şekilde eşek aramasına halk şaşırır ve :
-          Hocam eşek böyle mi aranır , diye sorarlar .
Hoca cevap olarak : 
-          Eeeee!... el elin eşeğini türkü söyleyerek arar der . 
Kompozisyon Örneği :
El elin eşeğini türkü söyleyerek arar!
        " Ateş düştüğü yeri yakar " atasözünü daha önce mutlaka duymuşsunuzdur . Üzüntüler ve acılar elbette ki paylaştıkça azalır ama yine de o acıyı yaşayan kadar kimse hissedemez . Birisinin acısını hissedebiliriz , üzülebiliriz ama o kişi kadar derinden hissetmemiz mümkün değildir . 
        Fıkrada da olduğu gibi birinin acısı başkasına nispeten daha hafif gelir . Hani derler ya sendeki yara bana duvar deliği diye.  Mesela haberlerde bir yangın ile ilgili görüntüleri gördüğünüzde en çok mal sahibinin perişan olduğunu kendini oradan oraya attığını görürsünüz .  Etraftan yardım koşanlar ise mal sahibi kadar kendini perişan etmezler . Çünkü canı yanan kendileri olmadığı için ne kadar da üzgün olsalar o adamı anlayamazlar . 
        Üzüntü ve keder canı yananı derinden etkiler, diğer insanlar ise kısa bir zaman üzülür ve çok geçmeden de unutur gider .
el elin eşeğini türkü söyleyerek arar.
el elin eşeğini türkü söyleyerek arar.

" Abayı Yakmak " Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi

Özet : " Abayı yakmak " deyiminin ortaya çıkış hikayesi ile ilgili bir yazı . 
     "Abayı yakmak" deyimi birisine çok aşık olmak, o kişinin aşkından yanıp tutuşmak, tabiri caizse kör kütük aşık olmak anlamlarına gelir . Bu deyim acaba nasıl ortaya çıktı diye hiç aklınızdan geçirdiğiniz oldu mu ?  " aba " kelimesini görünce bu kelimenin ve bu deyimin anlamını merak edenleriniz olmuştur . " Abayı yakmak " deyiminin nasıl ortaya çıktığı ile ilgili merak duyan okuyucularımız için deyimin ortaya çıkış hikayesini şöyle anlatabiliriz : 
     Yünün dövülmesi neticesinde üretilen bir kumaş türüne " aba " denilmektedir . Aba çok çeşitli alanlarda kullanıldığı gibi dervişlerin giydikleri hırkaların yapımında da aba kullanılmaktadır . Tarikattaki dervişler hocalarının etrafında halka oluşturup onun sohbetini dinlerken " Hak " aşkı ile kendilerinden geçerlerdi . Yine dervişler, kış aylarında bir gün aşk ile hocalarını dinlerken  ocaktan sıçrayan ateş dervişlerden birinin abasına düşer . Derviş öyle dalmıştır ki sohbete bunu fark etmez bile .  Durumu fark eden hocası dervişi uyarır ve o günden sonra aşk ile kendinden geçenler için " abayı yakmak " deyimi kullanılır .

" Afyonu Patlamak " Deyiminin Ortaya çıkış Hikayesi

Deyimin Anlamı
     Söylenilenleri anlamakta ve algılamakta zorluk yaşayan insanlar için kullanılan bir deyimdir . Günümüzde ise bu söz genellikle sabah mahmurluğu ile anlama zorluğu çeken insanlar için kullanılmaktadır . 
Deyimin Ortaya Çıkış Hikayesi
     Tiryaki olan insanlar eski zamanlarda ramazan boyunca sigara içmeden duramadıkları için çeşitli yollara baş vururlarmış . Bu yöntemlerden biri de keyif verici bir madde olan afyonu macun haline getirip iki üç kat kağıda sarıp sahurdan sonra yutmakmış . Sahurdan sonra kağıda sarılıp yutulan afyon gün içerisinde kağıdın erimesi ile mideye dağılır ve tiryakinin rahatlamasını sağlarmış . Bu şekilde tiryaki bir kaç saatliğine rahatlardı . Daha sonra zamanla ikinci kat kağıt erir ve yine bir rahatlama olur, sonrasında üçüncü kağıt erir ve bir rahatlama daha olurdu .
     Ancak bazı durumlarda işler tiryakilerin istediği gibi gitmeyebilirdi . Afyonun sarıldığı kağıdın erimemesi gibi durumlar olabilmekte ve böyle olunca da tiryaki sinir, stres ve benzeri sebeplerle etrafına dalaşabilmekteydi . Bazen de konuşulanları algılamak da zorluk yaşadıkları olurdu . Bu yüzden ramazanda sinirli, stresli, konuşulanları anlamayan birine rastlanınca " daha afyonu patlamamış " denirdi .
Deyimin Kullanıldığı Cümleler
- Afyonu patlamamış olacak ki söylenilenleri boş boş dinliyor . 
- Erkenden yola çıktık daha afyonumuz bile patlamamıştı . 

"Ağzına Tükürmek" Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi

"Ağzına Tükürmek" Deyiminin Açıklaması 
" Ağzına tükürmek " çokça kullanılan argo bir deyimdir . Günümüzde de bu deyim kullanıldığı zaman ardına da küfür gelebilmektedir . Bu deyim anlam olarak ben karşımdaki kişiden üstünüm anlamına gelmektedir . "Ağzına tükürmek" deyimini kullanan kişi aslında karşısındaki insana senden daha üstünüm mesajı vermektedir . 
 "Ağzına Tükürmek" Deyiminin Hikayesi
Kaynağını din olarak gösteren muskacılık vb. şifa dağıtma yöntemleri yaygın olarak görülmektedir . Bu gibi uğraşların kaynağı İslamiyetten çok daha öncelere dayanmaktadır . Bu işte uzmanlaşmış insanlar yanlarındaki öğrencilerine zamanı geldiğinde "el vermek" olarak da nitelendirebileceğimiz bir şekilde artık kendi başına bu işi yapabilme yetkisi verir . El verme töreninde hoca öğrencisine "tu, tu " diyerek ağzına tükürürdü . Daha sonraki zamanlarda Anadolu insanı ilmine güvendiği hocaların yanlarına çocuklarını götürerek hocalardan çocukların ağzına tükürmesini isterlerdi . Hoca çocuğun ağzına tükürürse çocuğun da büyüyünce hocası gibi alim bir zat olacağına inanırlardı . Bu yüzden "ağzına tükürmek" sözü zamanla Anadolu insanının dilinde zamanla deyimleşmiştir . Bir kişinin karşısındaki insanlardan daha üstün, daha bilgili, daha uzman olduğunu ima etmek istediği durumlarda bu deyimi kullanması be tarihi geleneğe dayanmaktadır .

"Ağzındaki Baklayı Çıkarmak" Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi

"Ağzındaki Baklayı Çıkarmak" Deyiminin Açıklaması 

Bir şeyi söylemek ile söylememek arasında kararsızlığa düşmek , karşımızdaki insanında bizim bir şeyleri söyleyip söylememe konusunda kararsızlığa düştüğümüzü hissetmesidir .

"Ağzındaki Baklayı Çıkarmak" Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi
     Zamanında yaşadığı bölgede küfürbazlığı ile ün yapmış bir adam varmış . Zamanla bu alışkanlığı o hale gelmiş ki incir çekirdeğini doldurmayacak meselelerde bile küfür eder hale gelmiş . Zaman geçtikçe insanlar tarafından bu şekilde tanınmak en çok da kendini üzer hale gelmiş ve bu huydan kurtulmaya karar vermiş . Şeyhe durumunu anlatmak ve Allah'ın izni şeyhin de yardımı ile bu kötü alışkanlığından bir an önce kurtulmak istediğini söylemek için tekkeye gitmiş . Şeyh de kendisinden yardım bekleyen bu adamı boş çevirmek istememiş . Bir avuç bakla vererek adamdan baklaları cebine koymasını istemiş . Baklalardan bir tanesini dilinin altına koymasını konuşacağı zaman da bu baklanın ona konuşurken dikkatli olması ve küfür etmemesi gerektiğini hatırlatacağını söylemiş .
     Yağmurlu bir havada şeyh ve küfürbaz adam bir sokaktan yürürken  bir kız pencereye çıkar ve " az bekler misiniz ? " dedikten sonra içeri girer . Şeyh ve küfürbaz adam yağmurun altında bekle bekle iyice sırılsıklam olurlar . Sabırları artık taşmak üzere iken kız tekrar çıkar ve " az daha bekler misiniz ? " deyip yeniden içeri girer . Yine bir müddet sonra sabırları taşan şeyh ve adam tam kapıyı çalacakken kız çıkar ve " gidebilirsiniz ." der . Şey işin hikmetini anlamak için " kızım bizi bu yağmurda niçin bu zamana değin beklettin ? " der . Kız şeyhe cevap verir :
- Annemle tavukları kuluçkaya yatırdık . Eğer tavuğun altına yumurtalar konurken alttan bir kavuklu geçerse civcivler tepeli olurmuş , der .
Bucevap şeyhi çileden çıkarmaya yeter ve ,
- Ulan derviş çıkar ağzındaki baklayı, der küfürbaz adama . 

Ahfeş'in Keçisi Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi

     Ahfeş Arap grameri ile ilgili yaptığı çalışmalarla tanınmış bir bilgindir. Ahfeş lakabını alması ise hastalığı dolayısıyladır. Sıcak iklimlerde güneşe bakamama sebebiyle gözlerde meydana gelen rahatsızlığa ahfeş denir. Bu hastalığı dolayısıyla yaşadığı çevrede adı değil lakabı ile anılmıştır. Deyinin hikayesi ise şöyledir:
     Ahfeş dil konusunda dersler veren bir alimdir, ancak bulunduğu çevrede derslere ilgi azdır ve az sayıdaki öğrenci de çok sık devamsızlık yapmaktadır. Hiçbir öğrencinin gelmediği zamanlarda aldığı paranın hakkını vermek için sınıf boş da olsa o günkü dersini boş sıralara anlatırmış. İlerleyen zamanlarda sınıfta dinleyen bir kişi olsun diyerek keçisini sınıfa getirip ona anlatmaya başlamış. Anlatır, anlatır, anlatır.. bazı yerlerde de duraklar ve anladın mı? diye sorup keçinin yularını çekerek başını sallamasını sağlarmış. Bu şekilde derslerini anlata anlata günler, aylar geçmiş ve artık keçi anladın mı? lafını duyar duymaz ipinin çekilmesine gerek kalmadan başını sallar olmuş.
     Bu hikayede de olduğu gibi düşünmeden, eleştirmeden her söylenilene "tamam, emredersiniz, haklısınız, en doğru sizsiniz…" gibi sözlerle baş sallayanlar için bu deyim çok güzel bir anlam ifade etmektedir.

Ali Cengiz Oyunu Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi

Deyimin Anlamı
 "Ali Cengiz oyunu" adlı deyim tabiri caizse şeytanın bile aklına gelmeyen işleri yapanlar için kullanılan bir deyimdir. Bu deyim akla hayale gelmeyen düzen, komplo vb. tezgahlar kurmak anlamına gelen bir deyimdir.
 Deyimin Hikayesi
 Bu deyimin hikayesi çok eski dönemlere rastlar. Vaktiyle bir adam gayb ilimlerini öğrenerek istediği şekle girmenin yolunu bulmuş. Yıldız, falcılık gibi ilimlerde ileri giden bu adam eğlenmek ve halka yeteneklerini göstermek için sürekli şekil değiştirirmiş. Bu adam marifetlerini zaman zaman para kazanmak için de kullanıyormuş. Mesela keçi kılığına girip hanımına kendini pazarda sattırıp tekrar kılık değiştirip eve dönermiş. Bu adam isteyen herkese sırrını öğretirmiş ancak sırrını öğrettiklerini türlü oyunlar tertipleyerek öldürürmüş. Bu adamın gidişatı iyice tehlikeli boyutlara varınca padişah ferman yazmış ve bu adamı alt edebilene kızını vereceğini vaat etmiş. Halk bu adamdan korkarak hiç yanaşmamış ama içlerinden biri -Ali Cengiz adlı adam- kabul etmiş. Ali Cengiz bu adamın yanına giderek ilmini öğrenmek istediğini söylemiş ve ders almış; ancak salak rolüne bürünerek öğrendiğini hiç belli etmemiş. Adam Ali Cengiz'i hiç önemsememiş ve kolayca alt edeceğini düşünerek her şeyi öğretmiş. Sınav başlamış ve Ali Cengiz koyun olunca adam kurt olmuş. Ali Cengiz kurdu boğmak için su olunca adam ateş olmuş. Ali Cengiz çiçek olmuş padişahın kucağına atmış kendini, adam arı olup konmuş üstüne. Derken Ali Cengiz son oyununu yapmış ve darı olup yere yayılmış. Adam tavuk olup darıyı toplamaya başlarken Ali Cengiz tilki olmuş ve tavuğu kapmış. Böylece Ali Cengiz padişahın kızını almış tabi bu arada tavuk darıları yerken birkaç parmağından da olmuş. 

"Altı Kaval Üstü Şeşhane" Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi

Deyimin anlamı
      Bu deyim genellikle giyim kuşamında uyumsuzluk olanlar için kullanılmakla birlikte sadece kılık kıyafetin uyumundan ziyade "uyumsuzluğu" ifade etmek için kullanılmaktadır .
 Deyimin Hikayesi
      İl olarak deyimin içerisinde geçen kelimenin "şişhane" değil, "şeşhane" olduğunu belirtelim . "şişhane" biçimindeki kullanım yanlıştır ve deyimin anlamı ile hiçbir alakası bulunmamaktadır . Deyimde geçen "şeşhane" kelimesi namlusu yivli olan toplar ve tüfekleri ifade etmek için kullanılmaktadır . "kaval" kelimesi ise yivi olmaya içerisi aynı bir kaval gibi dümdüz olan namluları ifade etmek için kullanılmaktadır . "şeş-hane" altı dilim anlamına gelmektedir ve namlunun içerisinde altı yiv bulunduğunu ifade etmektedir . Bu yivlerin sayesinde mermi namlunun içerisinde dönerek daha fazla sürat alır ve yivli namlular kaval namlulara göre daha uzun menzilli olur . Kaval namlulardan sonra ortaya çıkan yivli namlular ateşli silahlarda adeta bir devrim niteliğinde buluş olmuştur . şeşhane ve kaval tipi namluların çalışma prensiplerinin tamamen farklı olması sebebiyle silahların namlu yapımında ikisinden biri tercih edilir . Deyimde de anlatıldığı üzere bir namlunun yarısı şeşhane diğer yarısı kaval biçiminde olamaz . 
     Halk silahlardaki bu durumdan esinlenerek uyumsuzlukları ifade etmek için " altı kaval üstü şeşhane " deyimini kullanmaya başlamıştır .

" Ateş Pahası " Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi

Özet : "Ateş pahası" deyiminin ortaya çıkış hikayesi ile ilgili yazılmış bir yazı . 
Vaktiyle Osmanlı padişahlarından biri beraberindekilerle beraber ava çıkmış . Nazlı bir ceylanın peşine düşmüş ve vaktin nasıl geçtiğini anlayamadan gün akşama kavuşmuş . Havanın kararmasıyla başlayan rüzgar şiddetli fırtınaya dönüşmüş . Padişah ve yanındaki adamlar böylesi bir ortamda sığınacak bir yer ararken bulabildikleri ilk kulübeye kendilerini zorlukla atabilmişler . Misafir oldukları kulübe geçimini odunculukla sağlayan bir adama aitmiş . Padişah ve yanındakilerin perişan halini gören adam hemen onları içeri almış . Tedirgin olmaması için padişah kimliğini belli etmemeye çalışsa bile adam hemen anlamış gelenlerin padişah ve adamları olduğunu . Padişahın içeri girmesi ile adam en iyi odunları ocağa doldurmuş ve kulübenin içerisini bir güzel ısıtmış . Dışarıdaki fırtına ve yağmurdan kurtulan padişah ve adamları bu sıcak ortama gayet memnun olmuşlar . Geceyi oduncunun kulübesinde rahat ve güven içerisinde geçirmişler . Padişah yağmur ve fırtınadan kurtulmanın verdiği rahatlıkla bir ara " bu ateş bin altın eder " deyivermiş . Sabah olup da kulübeden ayrılacakları sıra padişah oduncuya dönerek :
- Efendi! sen bizi rahat ettirdin , şimdi söyle bakalım sana olan borcumuz nedir  ?
demiş . 
Oduncu bu soru karşısında fırsat bu fırsat diye düşünmüş ve :
- Bin altın.
demiş . 
Padişahın beraberindekiler adama kızmış ve :
- Bin altınlık ne yaptın bre densiz!
demişler .
- Ateşi güneş doğana kadar aynı kıvamında yaktım .
- Tamam yaktın ama bir ateş de bin altın eder mi, bu kadar pahalı olur mu ?
demişler . 
Padişah beraberindekilere dönmüş:
- Ateş gayet güzeldi , şimdi adama bin altını  verin.
demiş . 
 Oduncunun bu sözlerinden sonra halk arasında bir şeyin pahalı olduğunu anlatmak için "ateş pahası " deyimi kullanılır olmuş .

"Diş Bilemek" Deyiminin Ortaya Çıkış Hikayesi ve Anlamı

Diş bilemek deyiminin anlamı : Karşıdaki insana şiddetli bir nefret beslemek ve ona zarar vermek için fırsat kollamak anlamına gelmektedir .
Deyimin Hikayesi : Karşısındaki insana zarar vermek adına fırsat kollamak manasına gelen bu deyimin ilginç bir hikayesi vardır . Haçlı birlikleri ve Osmanlı ordusunun savaş halinde olduğu bir dönem vardır . Her iki ordu da karargahında bir yandan dinlenirken bir yandan da savaş zamanını beklemektedir . Osmanlı birlikleri karargahta savaşı beklerken bir yandan da ibadetlerini yapmaya ve peygamberimizin sünnetlerine uygun yaşamaya çalışmaktadır . Bu yüzden her gün yemeklerden sonra Osmanlı askeri karargahın yanındaki nehre inerek ellerindeki misvaklarla dişlerini temizlemektedir . Osmanlı ordusunu izlemek için görevlendirilen Haçlı casusları bu durumu görür ve hayretler içerisinde kalır . 

Temizlik hususunda çok da titiz olmayan Haçlılar Osmanlı askerlerinin bu durumunun temizlikle ilgili olduğunu doğal olarak algılayamazlar .Gördükleri karşısında korkuya kapılan casuslar hemen karargaha koşarlar ve Osmanlıordusunun yeni bir savaş taktiği bulduğunu ve muhtemelen Haçlıları parçalamak için dişlerini bilediklerini anlatırlar . Bunu duyan askerler henüz savaş başlamamasına rağmen duyduklar şiddetli korku sebebiyle karargahı terk edip kaçarlar . Haçlı karargahına hareket eden Osmanlı askerleri karargahta yalnızca birkaç tane yaralı askerle karşılaşabilir . Karargahta kalan askerler Osmanlı ordusunun dişlerini bilemesinden korkan haçlıların kaçtıklarını söyler . Bu olaydan sonra " diş bilemek " deyimi dilden dile dolaşmaya başlar .