mehrali calp etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mehrali calp etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Dil Bozuklukları (sebepleri ve sağaltılmaları)

1. Çocuğun çeşitli sebeplerden dolayı normal süreçte dili edinememesi ve bunun sonucu olarak ana dilini akranları kadar etkili ve işlek bir şekilde kullanamamasına dil bozukluğu, dil kusuru yahut dil yetersizliği gibi isimler verilmektedir.

 2. Bazı çocuklarda dilin farklı yönleriyle ilgili eksiklik ve kusurlar, organik, psikolojik ve sosyal sebeplere bağlı olarak ortaya çıkabilir. “Vücudun yorgunluğundan; soluk borusu, bronşlar ve akciğerlerin hastalıklarından ses zayıflığı meydana gelir. Müzmin (kronik) ses kısıklığı çoğunlukla gırtlağın fazla yıpratılmasından da kaynaklanır.” (Şenbay, 2000, s.22)

Başka bir tanım: çocukların dil gelişimlerinde beklenen aşamalarda gecikmeler olması; konuşmanın, dikkatli konuşana çekecek kadar normalden farklı olmasına dil kusuru denir. Dil bozuklukları, dilin kazanılmasında ve kullanılmasında bir takım problemlere yol açması yanında çocuğun psikolojik gelişimi ve akademik başarısını da etkilemektedir.

Bu kusurlar, bazı çocuklarda dilin herhangi bir ses ve hecesini çıkaramama veya başka bir sesle yer değiştirme (metatez) şeklinde olabileceği gibi, bazı çocuklarda ise dilin bir takım morfemlerini yutma (haploloji)  şeklinde de olabilir. Hatta cümle içerisinde yer alan unsurların yerini değiştirme yani, önce söylenmesi gerekeni sonra, sonra söylenmesi gerekeni önce söylemek şeklinde ortaya çıkabilir. Bazı hallerde, bütün bu dil bozuklukları aynı çocukta görülebilir.

18. ayla 3-4 yaş arasında genellikle tüm çocuklar telâffuz (söyleyiş) hatası yaparlar. Çocuksu konuşmadan gelen hatalar genellikle yanlış öğrenmeden kaynaklanır. Bazı anne babalar, sevimli oluyor diye, çocuğu böyle konuşmaya teşvik ederler. Ayrıca, çocuk kendisine telâffuzu zor gelen sözcükleri değiştirerek ya da heceleri atarak da bu hataları yapar. Genellikle bu durumlarda çocuklar (r) harfini değiştirirler. Telâffuzda tipik hatalar şöyle sıralanabilir:
  • Genellikle sözcüğün ortasındaki bir ya da iki heceyi söylememe (araba→aaba, babam→baam, yaşayan→yaşan, kalk oradan→kak oadan, kilitledim→kitledim, bir dakika→bi Dakka…
  • Sözcük ya da hecelerin yerini değiştirme (babaanne→annebaba, ayakkabılarım→ayakbakılarım…
  • Sözcüklerin içinde harf ve hece değişikliği yapma (bozuk→buzuk, yukarı→yokarı, çömlek→çölmek, taraftan→tayaftan, dövmek→döğmek, para→paya, şeker →şekey…
  • Objelerin adlarını değiştirme (boncuk→muncuh, tavuk→tayuk, kedi→pisi pisi, civciv→cücük, berber→belbel…
Söyleyiş hataları öğrencilerin çoğunlukla dikkatsizlik sonucunda kelimelerin çevredeki söylenişini benimsemelerinden kaynaklanır. Bu durumdaki öğrencilerin hatalarının hangi etkenlerden kaynaklandığı, çoğunlukla hangi sesleri yanlış söyledikleri, hangilerini söyleyemedikleri göz önünde tutulmalıdır.

“Mahallî şive hataları ile eksik ve yanlış anlamlı sözler ve imlâ yanlışları üzerinde bütün öğretmenler aynı hassasiyet ve ilgiyi göstermeli ve zaman zaman düzenlenecek listelerle bu nevi aksaklıklar üzerine öğretmen ve öğrencilerin dikkati çekilmelidir.” (Beşinci Millî Eğitim Şûrası, 1991, s.353)
Bazı çocuklar çevrenin etkisiyle standart Türkçe’ye aykırı söyleyiş içerisinde bulunabilirler. Böyle durumlarda öğretmen acele etmeden, ancak umursamaz bir tutum da sergilemeksizin duyarlı ve etkili bir yaklaşımla düzeltmeyi zamana yayarak içerisinde bu tür söyleyiş bozukluklarını düzeltme çabasına girmeli; diğer çocukların bu durumda olan çocuklarla alay etmelerini önlemelidir. Böylece çocukların sosyal ve psikolojik problemlerle karşılaşmalarının önüne geçmelidir.
Benzer seslerin bazı çocuklar tarafından ayrıştırılamamasının sebepleri;
  1. nörolojik (esleksik)
  2. psikolojik (sınıf ve aile ortamındaki baskı, huzursuzluk)
  3. fizyolojik (dudakların tembelliği, işitme kaybı)
  4. biyolojik (konuşma organlarında anomalik bir durum) olabilir.
Anne ya da babanın aşırı otorite gösterdiği; annenin disiplinli, babanın pasif kaldığı ya da annenin çocuğu hırpaladığı ailelerde dil bozuklukları daha çok görülür. Bu bozuklukları gösteren çocukların birçoğunun doğumunun problemli olduğu, yemek konusunda kendilerine baskı yapıldığı gözlenmiştir. Bu çocukların evde ve okulda çeşitli sosyal uyum bozuklukları gösterdiklerine de rastlanır.

Çocuklar, dil edinimi bakımından bir takım engellerle karşılaşmaktadırlar. Bu engeller zihnî güçteki yetersizliğe, işitme duyusu ve dil organlarındaki herhangi bir fizyolojik eksiklik ve çarpıklığa, dile ait bir uyarıcı ve/ya model eksikliği gibi çevresel faktörlere bağlı olabilir. Diğer taraftan bazı çocukların ağız yapılarında anomali olabilir. Bu durumdaki çocukların ağız ve dil yapısındaki bu tür bozukluklar, tıbbî müdahalelerle düzeltilebilir.

Dil bozukluklarının zamanında fark edilmesi önemlidir. Problemin özelliğine göre erken teşhis, kısa sürede düzeltme ve tedaviyi mümkün kılacaktır. Bu hususta başta ana-babalar olmak üzere öğretmenlere, okul yöneticilerine ve sağlık kuruluşlarına önemli görevler düşmektedir.
Dil kusurlarının önemli bir kısmının okula henüz gelmiş çocuklarda görüldüğü dikkate alındığında, öğretmenlerin öğrencileri gerilimden uzak tutacak bir yaklaşım içerisinde olması gerekir. Farklı bir ortama girmiş çocuk bazı durumlarda kendini yalnız ve yabancı hissedebilir. Öğretmenler bu durumu dikkate alıp öğrencilere dostça; sevgi ve ilgiyle yönelerek çocuklarda oluşacak gerilimi azaltabilir, hatta bazı hâllerde tamamen kaldırabilir.

Ancak, ülkemizde dil problemlerinin iyileştirilmesi hususunda olumlu şartların henüz oluşmadığı gözlenmektedir. Çocukların eğitime erken alınması yoluyla dil kusurlarının bir kısmının düzeltilmesi mümkündür. Bu bakımdan ana sınıfı ve anaokulu uygulamalarının yaygınlaştırılması yerinde olacaktır. Çeşitli kanallarla ana-babaların bu konuya duyarlı hâle getirilmesi ve sağlık taramalarının yaygınlaştırılması problemlerin çözümüne katkı sağlayacaktır.
 
Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp

DESTAN

Edebiyatımızda şiir türü olarak, edebiyat türü olarak iki anlamda kullanılır. Halk edebiyatında çok kullanılan, şekil bakımından tıpkı koşmaya benzeyen, dörtlük sayısı konuya güre çoğalan, topluluğu ilgilendiren olaylar üzerine düzülmüş, ölçüsü on bir heceli halk şiiri. Konularını çok defa savaşlar, mahallî kavgalar, isyanlar, yangınlar, gülünç hayat sahneleri teşkil eder. Destanların bu bakımından sosyal kıymetleri büyüktür. Âdeta bunlar, halkın gözüyle görülen, halkın duygusuyla örülen, halkın diliyle söylenilen tarihi olaylardır. Bir nazım şekli olan destan, nazım türü olan destanla karıştırılmamalıdır. Ulusların, yiğitlerin çok eski çağlardaki büyük savaşlarını, başlarından geçenleri anlatan manzum ve büyük eser de destan adını alır. Ulusların din, fazilet ve millî kahramanlık maceralarını anlatan manzum hikâyedir. Destanlar, mâzi ile hâli birbirine bağlar.

Ulusların geçmişten kuvvet, heyecan almalarını; yaşama, savaşma enerjisi kazanmalarını sağlar. Milletlerin yaşama gücünü artırır. Tasvir, portre, hikâye, diyalog, hitabet ve daha birçok ögeler destanlarda bol bol bulunur.

Henüz yazının olmadığı devirlerde ortaya çıkan, sözlü edebiyat diyebileceğimiz destanlar, doğal ve yapma olarak ikiye ayrılabilir. Yunanlıların İlyada, Odise; Finlerin Kalevala, Farsların Şehnâme destanları yapma; bizim Oğuzkağan, Ergenekon, Göç, Manas destanlarımız doğaldır.

Bir ulusun tarihinde büyük savaşlar, göçler, büyük olaylar bulunursa, türlü sarsıntılar geçiren ulus, bunları destanlaştırır. Yeni yeni destan kahramanları yaratır. Türk milletinin tarihi büyük destan kahramanları ve destan kahramanlıklarıyla doludur. İslamlıktan önceki Türk tarihinin yarattığı destanları Türk tarihinin yarattığı destanları 4 bölümde toplayabiliriz:

1. Eski Türk destanları
2. Hun destanları
3. Göktürk destanları
4. Uygur destanları

Eski Türk destanlarına Alp Er Tunga, Şu; Hun destanlarına Oğuz Kağan; Göktürk destanlarına Ergenekon, Bozkurt; Uygur destanlarına Türeyiş, göç destanları en güzel örneklerdir.

Destanlar, kökü tarihe dayanan ilhamını tarihten alan bir halk edebiyatı verimi olduğundan, büyük Türk ulusunun tarihten önceki çağlarda yaşayış ve inanışlarını destanlarımızda olduğu gibi bulabiliriz. Destanlarımız, masal ögeleri çıkarıldıktan sonra, tarihimiz ve güzel sanatlarımız için en büyük kaynaktır. (bkz.Halk Edb.)

Yrd.Doc.Dr. Mehrali Calp

Kelime Dağarcığı

Bir dili konuşmak ve yazmak için bellekte iyi bilinen kelimelerin bulunması gerekir. Konuşma becerisi, kişinin sahip olduğu kelime servetiyle doğrudan ilgilidir. İlköğretim çağındaki çocukların kelime hazinesi oldukça sınırlıdır. Bundan dolayı çocuk, hatırlamadığı kelimeyi karşılamak üzere “şey, falan, eee, ıııı” gibi maymuncuk kelimelere sığınır.


Türk dili, zengin bir dildir; buna karşılık bu dili kullanmakta olan çocuk ve gençlerimizin kelime hazineleri son derece sınırlıdır. Duygu ve düşüncelerini sınırlı bir kelime dağarcığı ile anlatmaya çalışan gençlerimizin büyük bir bölümü Cumhuriyet döneminde yazılmış eserleri dahi anlamakta zorluk çekmektedir. Öğrenciler genellikle okuduklarını ve dinlediklerini anlamakta zorluk çekme yanında; kendi duygu, düşünce ve tasarımlarını söz ve yazıyla etkili ve canlı bir tarzda ifade etme yeteneğinden de yoksundurlar. Bu durumun ortadan kaldırılması çocukların zengin bir kelime hazinesine sahip kılınmasıyla aşılabilir.


Sözcük dağarcığının genişliği çocuğun sosyal ve duygusal gelişmesi bakımından önemlidir. Çocuk toplumda etkin olabilmek için başkaları ile anlaşabilmelidir. Çocuğun sözcük dağarcığının yetersizliği, onu toplum dışı bırakabilir. Çocuk bir şey söylemek isteyip de sözcük yetersizliği nedeniyle derdini anlatamadığı zaman kırıklığa uğrar. Anlaşılmadığı durumdaysa,  kendini anlamayan kimseye karşı öfke ve kırgınlık duyabilir ve bu kişilerin kendini anlamak istemediklerini düşünebilir. Bu bakımdan, kelime serveti çocuğun sosyal hayata etkin bir şekilde katılmasında büyük bir role sahiptir.


Çocuk tarafından ilk kullanılan sözcükler isimlerdir. Bunlar çoğunlukla ilk önce tek heceli olur, sonra iki, üç heceye çıkar. Çocuklar, sözcükleri çevresindeki nesne ve kişiler için kullanır. İsimler yeterince öğrenildikten sonra, sıra fiillere gelir. Bunlar genellikle, “ver, al, tut” gibi yalın fiillerdir. Sıfat ve zarflar çocuğun sözcük dağarcığına 1,5 yaşından sonra girer. Ön takı ve zamirler ise dağarcığa en son katılırlar. En son kullanılan sıfatlar “iyi, kötü, güzel, yaramaz, sıcak ve soğuk”tur. Zarflar ise, “burada” ve “nerede”dir. Çocuğun en zor kavrayabildiği ise, “ben, benim, bana ve beni” zamirlerinin yerli yerinde kullanılmasıdır.


Çocuğun yetersiz ve belirsiz kelime dağarcığını genişletmek ve düzeltmek büyük ölçüde Türkçe dersinin oluşturacağı fırsatlarla sağlanır. Bu bakımdan kelime çalışmalarının öğrenim hayatında önemli bir yeri vardır.


İlköğretimin birinci kademesinde çocuğun kazanacağı kelimeler, bizzat nesnelerini görerek veya resimlerine bakarak öğreneceği somut kelimeler olmalıdır. Zira öğrenci başlangıçta her gün gördüğü eşyaları gösteren, karşılayan kelimeleri kavrar. Artan yaşantısına paralel olarak öğrencinin kelime hazinesi zamanla genişler ve somuttan soyuta doğru bir gelişme kaydeder.


Çoğu durumda    bir kelimenin tek başına bir değeri yoktur. Kelime, değerini anlam verdiği nesneden alır.  Bu bakımdan ilk sınıflarda nesneyle onu karşılayan kelime arasında psikolojik ilişkiler kurulmalıdır.


Soyut kelimeler, büyük ölçüde çocuğun formal operasyon (Bakınız: Formal operasyon s. 40) basamağında bulunduğu ilköğretimin ikinci kademesinde öğretilmelidir. Bu aşamada da öğretmen, öğretim ilkelerine uyarak bilinenden bilinmeyene, somuttan soyuta doğru bir yol izlemelidir. Meselâ önce “doğru, güzel, temiz” gibi somut kelimeler öğretilmeli daha sonra bunların soyut karşılığı olan “doğruluk, güzellik, temizlik” kelimeleri öğretilmelidir.
Bütün bu çabalar sırasında öğrencinin ilgisini çekecek bir tarzda hareket edilmesine, alıştırmaların oyun atmosferi içerisinde sürdürülmesine özen gösterilmelidir.


Çocuk ihtiyacı olan sözcükleri kullanmayı zamanla öğrenir. Bir ihtiyaç sırasında, çocuk ya beden diliyle bu ihtiyacını karşılamaya çalışır ya da yeni bir sözcük öğrenir. Çocuğun sözcük dağarcığı doğrudan doğruya ya da başkalarına sorarak öğrendiği sözcüklerden oluşur.
Çocuk, sözcük dağarcığını yalnızca yeni sözcükler öğrenmekle değil, eski sözcüklerin yeni anlamlarını öğrenmekle de genişletir. Örneğin, “portakal” sözcüğü yalnızca meyve olarak bilinmekteyken, sonradan renk olarak da kullanılabilir. Bir başka örnek, “kurşun” ve “kurşunî” kelimeleridir; çocuk, başlangıçta bir metal olarak öğrendiği “kurşun” kelimesinin daha sonra bir renk olarak da kullanıldığını kavrar.


2 yaşındaki çocuğun normal sözcük dağarcığı, 272 sözcükten oluşur. Bu, kızlarda erkeklere oranla daha fazladır. Bu sayı çocuk okula başladıktan sonra ve gazete okumakla, televizyon izlemekle ve radyo dinlemekle daha da genişler.
Yrd.Doç.Dr Mehrali Calp

Dil Bozuklukları 3

ç. Tutukluk
Söz söylerken bir hece üzerinde takılıp birkaç defa tekrarlanarak söylenir. Bu kusur, düşüncede kararsızlık, herhangi bir heyecan, sıkılganlık veya bir sinir bozukluğundan ileri gelebilir.
Boğumlanma organları üzerinde hareketi sağlamak, bu hareketi biraz abartılı bir yavaşlıkla düzenli bir boğumlanmayla yapmak, bir şiirin ölçüsünü göz önüne alarak okumak ve düşüncelerini belirterek konuşmaya çalışmak yoluyla bu kusurun önüne geçilebilir. (Şenbay, 2000, s. 54-55)
Bu kusurun düzeltilmesi için sürekli ve düzenli bir şekilde çalışmak gerekir. Söylenmesi oldukça zor olan bazı anlamsız cümleleri ezberleyerek bunlar üzerinde yüksek sesle alıştırmalar yapmak, olumlu sonuçlar doğurabilir. Telâffuz hatalarının düzeltilmesinde tekerlemelerden büyük ölçüde yararlanılır.
  • Ø Bir peltek büyük baba, peltek konuşan peltek torununu pelteklikten kurtarabilir mi?
  • Ø Dövme düşmanın kapısını parmakla, döverler kapını tokmakla.
  • Ø Bir berber bir berbere bre berber beri gel diye bar bar bağırır.
  • Ø Kırk kırık küp kırkının da kulpu kırık kara küp.
  • Ø Sen seni bil, sen seni, bil sen seni, bil sen seni, sen seni bilmezsen patlatırlar enseni.
  • Ø İbişle Memiş mahkemeye gitmiş, mahkemeleşmiş mi, mahkemeleşmemiş mi?
  • Ø Bu yoğurdu sarmısaklasak da mı saklasak sarmısaklamasak da mı saklasak. Bu yoğurdu mayalamalı mı da mı saklamalı, mayalamamalı da mı saklamalı.
  • Ø Değirmene girdi köpek
                   Değirmenci çaldı kötek

                   Hem kepek yedi köpek

      Hem kötek yedi köpek 

Kekemelik(TIKLAYIN>>>>>)
atlama(TIKLAMA>>>>>>)
Tutukluk(TIKLAMA>>>>>)

Nazmın Nesirden Farkları

Her dilde, nazım ve nesir olmak üzere iki türlü ifade şekli vardır. Nazmetmek, dizmek, tanzim etmek anlamına gelir; nazım şeklinde yazılmış anlatımlar için manzum ta’birini kullanırız. Nazım bazı kurallara bağlıdır. Her mısrada aynı olan hususi bir ahenk (vezin), mısraların sonunda aynı harflerin/seslerin tekrarı ile meydana gelen ahenk (kafiye), her millette nazmın başlıca esaslarını teşkil eder; mısraların birbiriyle kafiyelenme özelliği (şekil) de nazım kurallarındandır.


Nazma göre daha serbest, kurallardan daha uzak bulunan nesir kelimesinin manâsı saçmak, dağıtmak demektir. Nesir şeklindeki, bir başka deyimle mensur ifadeler vezinli değildir. Kafiye ise nazımla nesri birbirinden ayıran başlıca özellik sayılmaz; çünkü nesirde de kafiye bulunabilir. Nesirdeki kafiye (seci’), vezin gibi ahenk sağlamaya yarar; yine ahenk te’min eden assonance, alliteration ve nakarather iki ifade şeklinde de bulunabilir.
Vezin, kısmen kafiye yüzünden nazımda cümleler bazen gramer kurallarına uygun olmaz; sıfatla isim, zarfla fiil, isimle yardımcı fiil arasında başka ifadeler bulunduğu gibi, cümleyi meydana getiren esas unsurların, mesela özne, tümleç ve yüklemin yer değiştirdiğine sık sık rastlarız. Her mısranın ilk kelimesi, kendinden önce hangi noktalama işareti bulunursa bulunsun, daima büyük harfle başlar.


Nazmın veya nesrin kendine mahsus ifade çeşitleri yoktur; hikâye, tasvir, doğrudan doğruya anlatma, isbat ve delil yoluyla anlatma türleri her iki ifade şeklinde de kullanılır. Nâzım da, nâsir de maksatlarını hikâye yoluyla, veya çevrelerinin kendilerinde uyandırdığı duyguları, düşünceleri ve bunların sebeplerini tasvir, doğrudan doğruya anlatma, delil ve isbat yoluyla anlatma biçimleriyle ifade edebilirler.


Manzum ve mensur eserler için teknik hünerlerin çoğu aynıdır. Mesela bir hikâye, mektup, tiyatro eseri manzum da, mensur da olabilir; her ikisinde de bu türde aranılan metoda, teknik usullere bağlı kalmak lazımdır. Diğer taraftan nazım da, bir nesir gibi maksadını iyi, tesirli ifade için kelimeleri seçebilmek, malzemeyi iyi tertip etmek vb. meseleleri, okuyanlarda ilgi ve zevk uyandırmak için göz önünde tutmaya mecburdur.
Her dilde nazım ve nesir olmak üzere iki ifade şekli bulunmakla beraber, bunlara ait kuralların o dilin yapısına göre değişiklik göstermesi pek tabiidir; bu sebeple, Türk nazmının da kendine göre kuralları, millî özellikleri vardır.

Mehrali Calp

İşitme ve Dinleme Arasındaki İlişki

Genellikle insanlar dinlemenin bir eğitim etkinliği olmadığını; konuşulduğu zaman, dinlemenin de hemen ardından geldiğini, soluk alıp verme gibi istem dışı bir süreç olduğunu sanırlar. Günlük yaşantımızdaki dinleme yaşantılarının bazısına göz attığımızda, bu varsayımın ne kadar yanlış olduğunu anlarız. Karşılıklı konuşmalarda zaman zaman iletişim kopukluklarına rastlanır. Çoğu zaman sosyal ilişkilerde  “Affedersiniz, söylediğinizi tekrar edebilir misiniz?”, “Galiba, siz beni dinlemiyorsunuz.” gibi iletişimin gerçekleşmediğini belirten tepkilere rastlamak mümkündür. Bu ve benzeri durumlar dinlemenin işitmeden farklı oluşunun açık bir göstergesidir.
O halde dinleme nedir? İşitme ile dinleme arasındaki ilişki nedir? Öncelikle bu iki kavramı açıklığa kavuşturmak gerekir.

İşitme: İşitme kişinin iradesiyle olmayan, insanın kulağı ile beyne giden her türlü ses unsurudur.

 “Zaman zaman dinleme kavramının yerine kullanılan işitme, dinlemeden farklı, dinlemenin gerçekleşebilmesi için gerekli bir süreçtir.” (Türk,  Eğitimcilerin Dünyası, 2003)

İşitmek, dinlemek değildir. İşitme, istemimiz dışında da gerçekleşebilmektedir. Yani, işitme dinlemeksizin ortaya çıkabilir. Dinleme ise kişinin tercihine bağlı olarak, seçerek ve isteyerek algıladığı bütün seslerdir.
Dinleme: İnsan kulağı istese de istemese de hemen hemen bütün sesleri beyindeki ilgili merkezlere ulaştırır. Dinleme, duyulanları algılamak için dikkat ve özen göstermektir. Gerçek dinleme, duyulanların zihinde bir anlam kazanmasıdır.
İşitme, bizim isteğimiz, irademiz dışında gerçekleşirken dinleme, belli bir amaç doğrultusunda yapılan ve öğrenilmesi gereken bir beceridir.
Yrd.Doç .Dr Mehrali Calp

Dinlemenin Önemi

Dinleme ile ilgili beceriler, ana dil edinmenin temeli olarak kabul edilir. Çocuğun, çevresindeki insanlarla bilinçli ya da bilinçsiz olarak kurduğu ilk ilişkilerde dinlemenin önemli bir rolü vardır. Dinleme, sosyal hayatta konuşma, okuma ve yazma kadar önemli ve gerekli bir beceridir.

Dinleme, bilgi birikimi elde etme, daha önce kazanılmış deneyimlerden yararlanma yollarından biridir.

İnsan ilişkilerinin çoğu konuşma ve dinlemeye dayanır. İnsan evde okulda, sokakta çarşıda, pazarda... dinleme etkinliği ile iç içedir. Öte yandan, kültürel hayatımızın öyle yönleri vardır ki tek taraflı olarak dinleme ile ilgilidir: Konferans, açık oturum, panel izleme; meydanlardaki siyasî konuşmaları izleme; radyo dinleme gibi.

Dinlemenin önemini değerlendirmenin bir yolu, bir insanın dinleyici olarak her gün dinlemeye ne kadar zaman harcadığını bilmektir. Yapılan araştırmalar zamanımızın büyük bölümünü dinlemeye harcadığımızı göstermektedir. Bir günlük zaman dilimi içinde radyo dinleme; televizyon ve sinema izleme; resmî konuşmaları, anonsları ve yönergeleri dinleme; sohbet sırasında, sınıf ortamında konuşmaları dinleme gibi çeşitli dinleme durumlarının sıklığı, bu durumun göstergesidir.

Bir grup üniversite birinci sınıf öğrencisinin, bir günlük zaman dilimi içerisinde okuma, yazma, konuşma ve dinlemeye harcadıkları miktar tespit edilmiştir. Sonuçlar şöyledir: Dinleme %42, konuşma %25, yazma %18, okuma %15. Başka üniversitelerdeki benzer araştırmaların sonuçları biraz farklıdır; ancak her durumda en uzun süreyi “dinleme” almaktadır. Dinlemeye konuşma, okuma yahut yazmaya harcadığımızdan daha fazla zaman harcarız. Bu ifadeden, dinlemenin konuşma, okuma ve yazmadan her durumda daha önemli olduğu sonucu çıkmamasına rağmen, günlük hayatımızda bu kadar çok zaman alan bir etkinliğin göz önünde tutulması ve incelenmesinin önemli olduğu açıktır.

Bir başka açıdan dinlemenin önemini günlük hayatımızdaki yerine bakarak belirlemek mümkündür. Dinleme bilgi edinme, öğrenme ve anlama için en sık ve yaygın olarak başvurulan yollardan biridir.

Bildiklerimizin ve inandıklarımızın çoğunu dinleyerek öğreniriz. Okul öncesine ait bilgi dağarcığının azımsanamayacak bir kısmı dinleme yoluyla edinilmektedir. Okul döneminde de öğrenciler, bilgileri daha çok dinleyerek öğrenirler. Okula ilk başlayıştan üniversiteye kadar, eğitimimizin çoğunu öğretmen ve arkadaşlarımızı dinleyerek ediniriz.

Akademik başarı için de yeterli düzeyde dinleme becerisi gerekmektedir. Derslerimizin çoğunda elde ettiğimiz başarılar, bir okuyucu ya da yazıcı olarak becerilerimize bağlı olduğu kadar, hatta ondan daha çok, bir dinleyici olarak kazandığımız becerilerimize bağlıdır.
Öte yandan radyo, televizyon ve sinemalar günlük hayatımızın önemli bir parçasıdır. Bu kitle iletişim araçları vasıtasıyla duygularımızı harekete geçirmeyi ve düşüncelerimizi biçimlendirmeyi amaçlayan iletilerle sürekli olarak bombardımana tutuluruz. Doğru ve eleştirel dinleme yetenek ve becerisine sahip olmak, bu kitle iletişim araçlarına akıllıca tepki vermek için de gereklidir.

Dinlemenin, dinlenileni anlamanın ne derece önemli olduğu 1981 tarihli İlköğretim Okulları Türkçe Eğitim Programında şöyle açıklanmaktadır:
“Bugün bilgilerimizin bir kısmını televizyon, radyo, konferanslar, röportajlar yolu ile kazanmaktayız. Toplum düzeni, özel yaşayışımız, kişilerin birbirlerini anlamalarını zorunlu kılmaktadır. Öğrenciler, derslerin önemli bir kısmını dinleyerek öğrenirler. Bunun için öğrencilere Türkçe derslerinde dinleme alışkanlığı kazandırılmalıdır.” (İlköğretim Okulları Türkçe Eğitim Programı, Tebliğler Dergisi, sayı 2098, 26 Ekim 1981, s.327-356)
“Dinleme, aynı zamanda, bir zevk alma yoludur. Dinleme, öğrenilir. Öyleyse öğrencilerin dinlemeyi de öğrenmeleri gerekir. Dinlemeyi öğrenmek, okumayı öğrenmek kadar önemlidir. Okuma gibi, dinlemek de bilgi, beceri, alışkanlık gerektirir. Aslında dinleme, bir bakıma, kulak yoluyla okumadır.” (Özdemir, 1987, s. 117)

Öğrenciler bilgi edinmek, anlamak, uygun tepki vermek, eleştirip değerlendirmek için, dahası nezaket gereği başkalarını can kulağıyla ve etkin olarak dinlemelidirler.
Bu durum İlköğretim Okulları Türkçe Eğitim Programında şu şekilde ifade edilmektedir: “...Okullarımızda okumaya, yazılı bir metni anlamaya büyük önem verilmektedir. Bu, yerinde bir tutum olmakla birlikte, günümüzde görsel ve işitsel araçların hızla gelişerek günlük hayatımızda çok etkin bir rol kazanmış olması, dinleyerek, dinlemesini bilerek anlamayı da ön plana getirmiş bulunmaktadır.

Toplumsal ve demokratik yaşayışın gelişmesi, radyoda, televizyonda, açık havada ya da bir salonda izlenen bir konuşmayı anlamanın önemini büyük ölçüde arttırmıştır. Bu yüzdendir ki, yazılı metinlerin okunup anlaşılmasının yanında, dinlenen bir konuşmanın ya da konferansın anlaşılmasına da önem vermek gerekir. Yani, yalnız okunan metni anlama değil, konuşulanı ve dinleneni anlama da Türkçe dersinin etkinlikleri arasındadır.” (İlköğretim Okulları Türkçe Eğitim Programı, Tebliğler Dergisi, sayı 2098, 26 Ekim 1981, s.330)

Yrd.Doç.Dr Mehrali Calp

İşitmenin Fiziksel Yönü


İşitme temel duyularımızdan biridir. Konuştuğumuz dil, büyük ölçüde işitme duyumları üzerine kurulmuştur. İşitme kaybı olanların konuşma becerilerini geliştiremedikleri bilinmektedir.

İşitme ile dinleme arasındaki ilişkiyi açıklamadan önce, işitme sürecinde rol alan işitme organı kulağın yapısı ve işitmenin fiziksel yönü üzerinde duralım.

Ses dalgaları:“Ses duyusu, sıkışan ve gevşeyen hava moleküllerinin meydana getirdiği ses dalgalarının kulaktaki alıcı hücreleri etkilemesi ile oluşur. Durgun bir havuza taş attığınızda taşın düştüğü yer merkez olmak üzere, merkezden uzaklaşan ve uzaklaştıkça büyüyen halkalar görürsünüz. Halkalar merkezden uzaklaşarak büyüdükçe, kuvvetlerinden kaybederler ve belirli bir uzaklıktan sonra ortadan kaybolurlar. Su yüzeyinde gördüğümüz bu dalgaları, su moleküllerinin bir araya gelerek sıkışması ve daha sonra gevşemesi meydana getirir.

Ses dalgaları da aynı biçimde oluşur. Belirli bir ses kaynağı, örneğin bir davula vurulan tokmak, hava moleküllerinin bir araya sıkışıp daha sonra gevşemesine yol açar. Davula vurulan tokmaktaki mekanik enerji, davulun derisini tokmağın vuruluş şiddetine orantılı olarak titreştirir. Titreşen deri, kendisine temas eden hava moleküllerini harekete geçirir. Hava moleküllerinin titreşimi demek, moleküllerin sıkışması (compression) ve sıkışmayı takiben gevşemesi (rarefaction) demektir. Gevşeme ve sıkışma birbirini izleyerek hava titreşimini oluşturur. Hava titreşimlerinin hızı deniz düzeyinde saniyede340 metrecivarındadır.

Bir ses dalgasının önemli üç boyutu vardır: frekans, genlik ve karmaşıklık.

Frekans: Saniyedeki tekrar miktarı, o ses dalgasının frekansını (frequency) oluşturur. Sesin frekansı hertz (Hz) birimiyle ölçülür ve saniyedeki dalga sayısını ifade eder. Sesin frekans değişimini,  o sesin perdesinin (pitch)  yükselmesi ya da azalması olarak algılanır. Yüksek frekanslı (dolayısıyla kısa dalga boylu) sesler yüksek perdeden, alçak frekanslı (dolayısıyla uzun dalga boylu) sesler alçak perdeden ses çıkarırlar.

Kulağımız ses dalgalarının hepsini duyma yeteneğine sahip değildir. İnsan kulağı yaklaşık 20 ile 20.000 Hz arasındaki sesleri duyabilir.

Genlik: Bir ses dalgasının genliği (amplitude), o sesin şiddet derecesini belirler. Sesin şiddet derecesi yani genliği, desibel (dB) birimiyle ölçülür. Desibel (dB) ses şiddetini ölçmek için kullanılan bir birimdir.

Birisine, “Yüksek sesle konuşma!” denildiği zaman fizik bilimleri terimleri içinde “Sesin genliğini azalt.” diyoruz. Sesin şiddeti arttıkça kulağı rahatsız etmeye başlar ve 120 desibeli geçince işitene acı hissi verir.

Bir kimse 90 dB’lik bir sese sürekli maruz bırakılırsa, o kimsenin işitme yeteneğinde zamanla bozulma başlar ve kulak duyarlığını kaybeder. Bilim adamları, uzun süre şiddetli gürültüye maruz kalmanın bireyin işitme duyusuna bazen kalıcı olmak üzere zarar verebileceğini bildirmektedir.

Karmaşıklık: Günlük hayatta duyduğumuz sesler, tek sesli değildir, birçok ses aynı anda birbirini etkileyerek kulağımıza gelir. Sesin bir temel frekansı ve bir de bu frekansın katsayıları olan armonileri (overtones) vardır. Temel ses tonunun tepeleri ve vadileri karmaşık ses dalgasında da kendini gösterir.” (Cüceloğlu, 1996, s. 108-109)

kulak dış kulak, orta kulak ve iç kulak olmak üzere üç kısımdan oluşur.


 

Dış kulak, kulak kepçesiyle işitme kanalından oluşur ve dış çevredeki ses dalgalarını alıp kulak zarına yöneltme işini görür. Kulak zarı dış kulakla orta kulak arasında yer alan ince zara verilen isimdir.

Orta kulak kıkırdaktan oluşmuş bir boşluktur ve burada birbiriyle bağlantılı üç kemik parçası yer alır. Kulak zarıyla temas eden kemiğe, biçiminden dolayı çekiç (hammer) adı verilir. Çekice temas eden ikinci kemiğin adı örs (anvil) ve ona temas eden üçüncü kemiğin adı da üzengi (stirrup)dir. Üzengi, oval pencere denen ve orta kulakla iç kulak arasında yer alan bir zarla temas halindedir. Bu zara oval görünüşünden dolayı oval pencere adı verilir.

Ses, kulak kepçesi ve işitme kanalından kulak zarına gelince, ses dalgasının biraz önce incelediğimiz dalga boyu, frekansı ve şiddeti gibi özelliklerine bağlı olarak kulak zarını titreştirir. Kulak zarının titreşimi sırayla çekiç kemiği, örs kemiği, üzengi kemiği ve oval pencereyi titreştirir.

                Buraya kadar sesin iletimi tamamıyla fiziksel bir olay olarak gerçekleşir. Kulak zarının yüzeyi oval pencerenin yüzeyinden daha büyük olduğundan, kulak zarındaki titreşim şiddet kazanarak oval pencereye ulaşır. Ses kulak zarına gelinceye kadar gücünden kaybettiğinden, oval pencere azalan gücü telafi eder.

Kulağın iç yapısında salyangoz (köklea/cochlea) biçiminde içi sıvı dolu bir kısım vardır. Oval penceredeki titreşimler salyangoz içindeki sıvıyı titreştirir. Salyangozun iç duvarında baziler zar (basilar membranc) denen bir kısım vardır. Ses titreşimine uygun olarak baziler zar titreşim yapar. Bu hareket korti organı (organ of corti) denilen kısımda bulunan alıcı kirpiksi hücreleri uyarır. Salyangozdaki sıvı dışarıdaki sesin özelliklerine göre titreşmeye başlayınca, alıcı sinir hücreleri mekanik enerjiyi sinirsel enerjiye dönüştürürler ve sinirsel enerjiyi beyin, ses olarak algılar.

Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp

İRSÂD


 

            Seci’li  ya da  uyaklı  bir sözde, seci’nin ve uyağın nasıl olacağını ya da seci’ ve uyağın kılavuzluğuyla sözün sonunun nasıl biteceğini bir sözcükle önceden belirtme ve “îmâ” etmektir. Bu sanata teshim de denir. Örneğin, Sünbülzâde Vehbî’nin:

 

Şol müstaîn-i lutf-ı celâlim ki def’aten

Feth-i kelâma kudretimi Müste’ân verir

 

beytinde, birinci dizedeki “müstaîn” (yardım dileyen) sözüyle ikinci dizenin uyaklı sözcüğü olan ”Müste’ân” (yardımı istenen, Tanrı) sözcüğüne işaret edilmiştir.

 

Elemin Kays’a kıyâs etme dil-i mahzûnun

Yok idi aklı ne derdi var idi Mecnûn’un

(Bakî)

 

Bakî’nin yukarıdaki beytinde de, birinci dizede “Kays” adının geçmesi ve ikinci dizede de “yok idi aklı ne derdi var idi” denilmesi, sözün sonunun “Mecnun” olacağını anımsatmaktadır.

Birinci örnekte görüldüğü gibi, irsâd, iştikak sanatıyla birlikte kullanılmıştır. Ancak bunu iştikakla karıştırmamak gerekir. Çünkü iştikakta uyağa işaret olmadığı gibi, kökteş (müştak) sözcükler de beyit içinde rast gele yerlerde bulunur. Örnekler:

Kâbiliyet eserin mahv edelim kâbil ise

Biz dahi câhil-i mukbil gibi makbûl olalım

                                               (Sünbülzâde Vehbî)

 

                                                           Gazel

Nice bir hizmet-i mahlûk ile mahzûl olalım

Sâil-i Hak olalım nâil-i mes’ûl olalım

 

Akalım pâyına bir bahr-i hamiyet bulalım

Sıla-i himmetine mâ gibi mevsûl olalım

 

Biz de sûret verelim kendimize kâbil ise

Girelim ehl-i safâ bezmine makbûl olalım

 

Getir ey sâki yeter eyledin işgâl bizi

Bir zaman mey gibi gışşile meşgûl olalım

 

Kalmadan hâk-i mezellette hemen ey Âsım

Âzim-i sû-yi semâsâ-yı Stanbûl olalım

(Mütercim Asım)

Yrd.Doç.Dr.Mehrali Calp

 

Yazının Kısa Tarihi

 

Yazı, insan aklının en önemli buluşlarından birisidir. Bu sayede binlerce yıllık kültür, sanat ve bilim alanında elde edilen bilgi ve bulgular sonraki kuşaklara iletilebilmiştir.

Yazıyı M.Ö. 5000–4500 yılları arasında Mezopotamya’da, ilk Türklerin bir kolu olan Ön-Sümerler (Subarlar), M.Ö.3200’lerde de aynı soydan Sümerler icat etti. Önceleri bu yazı, logograf, piktograf denilen resimden sembolleşen bir yazı şekliydi.

Sümerler bunu daha sonra kil tabletlerde çivi yazısı şekline dönüştürdüler. Sümerlerin bir kolu olan “Güneşin Oğulları” Mısır’a göçtü. Orada önceleri (M.Ö.3100) çivi yazısı türünde yazı kullanıldı, daha sonra da Mısırlılar, resim tarzında hiyeroglifi oluşturdular.

İlk yazılar nesneyi görsel olarak yansıtan bir özelliğe sahipti. Geliştikçe, gene Sümerlerde, az çok fonografik[1]  okunan bir sistem gelişti.

Akad, Asur ve Fenike dönemlerinden geçtikten sonra Girit’te “Linear B” denilen bir alfabeyle tamamen fonografik yazıya ulaşıldı. Çin’de M.Ö.1800–1400 tarihleri arasında, tamamıyla farklı, çok karakterli, resme benzer Çin yazısı çıktı.

Çinliler ve Japonların hızlı okuduğu söylenir. Bu durum, alfabeleri sayesindedir. Bir kere yazı, piktograftır, yani “resimden bozma”dır; ikincisi yukardan aşağı okunur.

Columbia Üniversitesinden hızlı okuma uzmanı Dr. Gerard P. O. Shea’nın hazırladığı şu üç karşılaştırmayı inceleyelim.


Bildiğimiz alfabe şeklindeki yazılış M.Ö. 1500’lerde görülür. 2000 yıl kadar önce eski Yunan-Roma uygarlığında, sonra da Orta Çağda yazı parşömen üzerine, hiç noktalanmamış kelimelerle, Batı’da soldan sağa, İslâm âleminde sağdan sola aralıksız yazılırdı. O çağlarda okuma işi gerçekten zordu. Hece hece yüksek sesle okunurdu. Günümüzdeki yazı anlayışına ulaşmak için uzun bir süre geçti.
Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp

Dil Becerisinin Çocuğun Sosyalleşmesindeki Rolü

                 


Çocuğun kişilik kazanmasında, sosyalleşmesinde dil eğitiminin büyük önemi vardır. Dili etkili, güzel ve doğru kullananlar, gerek öğrenim hayatlarında gerekse sosyal hayatlarında başarılı olur, toplum içinde hak ettikleri konuma gelirler.

İnsanların birbirlerine emir vermeleri sevgi ve kızgınlıklarını ifade etmeleri, dostlukları ve bu duyguları ifade ediş şekilleri, öğrenilen dilin gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Dil öğrenmek sadece kendi duygu ve düşüncelerini başkalarına aktarmak amacıyla konuşmak değildir. Gerçek sözlü iletişim, anlamlı sözcükleri cümle hâline getirebilme yanında başkalarının söylediklerini de anlayabilme yeteneğidir.

Çocuk, okula gitmeden önce dinlediği, düzeyine uygun bir öyküyü anlayabilecek, basit ve karmaşık sözcükleri ayırt edebilecek kadar anlayışa sahip olmalıdır.

Ana dili eğitiminde çocuğa her ne şekilde olursa olsun bir dil kazandırmak yerine, çocukların içine girecekleri yarınki toplum hayatında diğer insanlarla sağlıklı bir iletişim kurma imkânını sağlayacak bir dili kazandırma çabası içerisinde bulunulmalıdır, ancak bu yolla yetişmekte olan gençler toplum hayatına etkin bir şekilde katılma şansına sahip olabilirler. Eğitim yoluyla çocukların edindikleri dil, onları ya mutlu ve başarılı ya da mutsuz ve başarısız kılacaktır. Dil öğrenimi beraberinde yeni davranışlar da kazandırır.

Psikolojik etkenleri göz önünde tutmak, dil öğretiminde öğretmenlerin dikkat edeceği hususlardan biri olmalıdır. “Good ve Murphy, öğretmenlerin öğrencileri ile olan konuşmalarında olumlu dil kullanmalarının gerekliliğinden söz etmektedir. Aşağıda olumlu ve olumsuz dilin kullanışı ile ilgili bazı örneklere yer verilmiştir.

 

  • Ø Kapıyı çarpma! (Olumsuz dil)

  • Ø Kapıyı sessizce kapatalım. (Olumlu dil)                        


 

  • Ø Gürültü yapma! (Olumsuz dil)

  • Ø Sessiz olalım,  çok fazla gürültü oluyor. (Olumlu dil)         


 

  • Ø Sandalyeyle gürültü yapmayın. (Olumsuz dil)

  • Ø Sandalyeyi böyle taşıyın. (gösterir) (Olumlu dil)


 

  • Ø Arkadaşından kopya çekerek hile yapma. (Olumsuz dil)                                

  • Ø Bu işi yardım almadan kendi çabanla yapmaya çalış. (Olumlu dil)                          


 

 Yrd.Doç.Dr. Mehrali CALP