Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Konuşmayı oluşturan ögeler


Konuşmayı yapana konuşmacı, muhataba dinleyici, konuşmanın yapıldığı yere mekân, konuşmanın yapılış sebebine amaç, verilmek istenen mesaja ana fikir ve anlatılana konu adı verilir.

Konuşmacı: Konuşmacı, samimî, itibar edilen, doğru söylediğine inanılan; söylediklerini el, kol ve yüz hareketleriyle destekleyen ve yapmacık hareketlerden kaçınan; konuştuğu dilin özelliklerini bilerek kullanan; ses tonunu iyi ayarlayan ve vurguları yerinde yapan, sesinin net ve anlaşılır olmasına dikkat eden; neyi, niçin anlatmak istediğini bilen; konuşmanın yapılacağı ortamı iyi seçen; dinleyicinin dikkatini yoğunlaştırmak için ilginç konu bulan, vermek istediklerini rahatlıkla ifade edebilen kişi olmaya gayret etmelidir.

Dinleyici: Konuşmayı oluşturan ikinci unsur dinleyicidir. Konuşmacının anlattıklarını anlamak, değerlendirmek, dinleme ve saygı kurallarına uyarak sorumluluk hissederek dinlemek, anlatılan konuyu önemsemek dinleyicinin görevidir.

İnsanlar tek başlarına yaşasalardı, dile gerek kalmayacaktı. Demek ki dil birden fazla insanın karşılıklı konuşmasıyla oluşuyor. Bu sebeple konuşma ile işitmeyi, dolayısıyla dinlemeyi birbirinden ayırmak pek mümkün değildir. İşitme ile konuşma arasında doğrudan bir ilişki vardır. Dinleme olmadan sağlıklı bir konuşma olmayacağı gibi, işitme kusurları olan insanların konuşmaları da pek mümkün olmamaktadır.

Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp


Yazının Kısa Tarihi

 

Yazı, insan aklının en önemli buluşlarından birisidir. Bu sayede binlerce yıllık kültür, sanat ve bilim alanında elde edilen bilgi ve bulgular sonraki kuşaklara iletilebilmiştir.

Yazıyı M.Ö. 5000–4500 yılları arasında Mezopotamya’da, ilk Türklerin bir kolu olan Ön-Sümerler (Subarlar), M.Ö.3200’lerde de aynı soydan Sümerler icat etti. Önceleri bu yazı, logograf, piktograf denilen resimden sembolleşen bir yazı şekliydi.

Sümerler bunu daha sonra kil tabletlerde çivi yazısı şekline dönüştürdüler. Sümerlerin bir kolu olan “Güneşin Oğulları” Mısır’a göçtü. Orada önceleri (M.Ö.3100) çivi yazısı türünde yazı kullanıldı, daha sonra da Mısırlılar, resim tarzında hiyeroglifi oluşturdular.

İlk yazılar nesneyi görsel olarak yansıtan bir özelliğe sahipti. Geliştikçe, gene Sümerlerde, az çok fonografik[1]  okunan bir sistem gelişti.

Akad, Asur ve Fenike dönemlerinden geçtikten sonra Girit’te “Linear B” denilen bir alfabeyle tamamen fonografik yazıya ulaşıldı. Çin’de M.Ö.1800–1400 tarihleri arasında, tamamıyla farklı, çok karakterli, resme benzer Çin yazısı çıktı.

Çinliler ve Japonların hızlı okuduğu söylenir. Bu durum, alfabeleri sayesindedir. Bir kere yazı, piktograftır, yani “resimden bozma”dır; ikincisi yukardan aşağı okunur.

Columbia Üniversitesinden hızlı okuma uzmanı Dr. Gerard P. O. Shea’nın hazırladığı şu üç karşılaştırmayı inceleyelim.


Bildiğimiz alfabe şeklindeki yazılış M.Ö. 1500’lerde görülür. 2000 yıl kadar önce eski Yunan-Roma uygarlığında, sonra da Orta Çağda yazı parşömen üzerine, hiç noktalanmamış kelimelerle, Batı’da soldan sağa, İslâm âleminde sağdan sola aralıksız yazılırdı. O çağlarda okuma işi gerçekten zordu. Hece hece yüksek sesle okunurdu. Günümüzdeki yazı anlayışına ulaşmak için uzun bir süre geçti.
Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp