ana dil eğitimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ana dil eğitimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ana Dili Öğretiminde Kullanılan Yöntem ve Teknikler

Öğrencilerde istendik davranışların gelişmesini sağlamak için öğrenme konusunun uygun yöntem/lerle sunulması esastır. Ancak bu yolla öğretim programında öngörülen bilgi, beceri ve alışkanlıklar öğrencilere etkili bir şekilde kazandırılabilir.

Dil öğretiminde, bazı yöntem ve teknikler özellikle tercih edilir. Ancak bu yöntem ve teknikler dilin bütün beceri alanları için uygun olmayabilir. Okuma, dinleme, anlama, anlatma gibi ana dili etkinliklerinin her birinin kendine has özellikleri vardır. Bu bakımdan bu beceri alanlarında farklı yöntem ve tekniklerin kullanılması kaçınılmazdır.
Ayrıca her dersin kullanacağı kendine has yöntem ve teknikler vardır. Bir dersin işlenmesinde uygulanacak yöntemler konunun ve yetiştirilecek öğrencinin özelliklerine göre değişir.

Yöntem ve tekniklerin seçimi ve kullanımı sırasında ilköğretim çağındaki çocukların somut işlemler döneminde bulunduğu ve zihinsel süreçleri işe koşmaktan çok, duyu organları aracılığıyla öğrendiği göz önünde tutulmalıdır. Psikolojinin verilerinden hareketle ana dili öğretiminde basitten karmaşığa, kolaydan zora; yerine göre özelden genele, genelden özele; parçadan bütüne, bütünden parçaya doğru bir yol takip edilerek değişik yöntem ve teknikler kullanılabilir. Bu açıdan bakıldığında öğretim yöntemleri, tüme varım ve tümden gelim olmak üzere iki ana grup halinde toplanabilir:

“İnsan zekâsının işleyişi, ister gerçeği araştırsın ve bulsun, ister onu ispatlasın ve nakletsin daima aynıdır. Şu halde tüme varım ve tümden gelim yöntemleri, aralarındaki amaç farkına rağmen, aynı zamanda hem araştırma hem de öğretme ve öğrenme yöntemleridir. ”(Carrier, Ozouf, 1964, s. 19)

Tümden gelim mantıkî (usa vurmayı gerektiren), tüme varım ise tecrübî (yaşantıya dayanan) bir yöntemdir. Pedagoji bilim olmaya başlayıncaya kadar birincisi, daha sonra da ikincisi kullanılmaya başlanmıştır. Tümden gelimin bir yöntem olmadığı; mantıkta bir muhakeme usulü olduğu düşünülse bile bu doğru değildir.

Üçüncü olarak bu iki yaklaşımın eklektik bir anlayışla bütünleştirildiği Karma Yöntemden söz etmek de mümkündür. Karma yöntem, zihnin bu iki işleyiş tarzına da yer veren bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın temeli ise, tüme varım ve tümden gelim yaklaşımlarına dayanır. Yani zihin bazen genelden özele doğru, bazen de özelden genele doğru işler.
             
Yrd. Doç. Dr. Mehrali Calp......

Ana Dili Eğitimi ve Öğretiminde İzlenecek Yol

Eğitim öğretim etkinliklerinin büyük ölçüde dile dayalı olarak sürdürüldüğü, okul başarısının ise ana dili kullanımındaki yeterliliğe bağlı olduğu bilinen bir husustur. Durum bu olunca, yetişmekte olan kuşakların her bakımıdan istenen düzeye ulaştırılmasında anadil eğitiminin önemli bir yere sahip olduğu herkesçe kabul edilir.

“Ana dili, başlangıçta anneden ve yakın aile çevresinden, daha sonra da ilişkili bulunan çevre/lerden öğrenilen, insanın bilinçaltına inen ve bireylerin toplumla en güçlü bağlarını oluşturan dildir.” (Aksan, 1987, s. 81)   

“Birey, ana dilini annesinden ve yakın çevresinden öğrenmekte ve konuştuğu dilin temel özelliklerini kazanmaktadır. Aile ve yakın çevrede başlayan ana dili öğrenme süreci, gelişigüzel kültürleme yoluyla olmakta; bunu, okullarda kasıtlı kültürleme yolu izlemektedir. Okullarda yer alan kasıtlı kültürleme yoluyla ana dili öğretimi dilin kurallarını ve doğru kullanımını bireylere kazandırmayı amaçlamaktadır.” (Demirel, 1999, s.12)

Türkçe dersinin kapsamına giren okuma, dinleme, anlama, konuşma, yazım ve dil bilgisi kurallarının temel hedefi, öğrencilerin dinlediklerini, okuduklarını, incelediklerini derinlikleriyle kavrama; bildiklerini, gördüklerini, duyup düşündüklerini ve öğrendiklerini maksada uygun olarak sözle ve yazıyla anlatabilme yeteneklerini geliştirmektir.
Yukarıdaki tanım ve açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, dilin yapı ve kuralları hakkında bilgi verilmesi kadar, öğretilmesi de büyük bir önem taşımaktadır. Kişiler arasında sağlıklı bir iletişimin kurulması, yeni yetişen nesillerin yararlı vatandaşlar olmaları, bireylerin kültür ve medeniyetten en üst düzeyde yararlanmaları, onlara ana dilin tam ve doğru olarak öğretilmesi ile mümkündür. Bu öğretim, sadece dil bilgisi öğretimi ile sınırlandırılamaz. Dil bilgisi yanında diğer ana dili etkinliklerinin de işe koşulması gerekir. Türk dilini öğretmek, öğrencilere dilin önemli kurallarını tanıtma yanında doğru olarak konuşma ve yazmayı öğretmek demektir.

Bu aşamada şüphesiz öğretmene büyük görev düşmektedir. Öğrenme süreci içerisine giren öğrencilerin öğrenme durumlarını bilmek, onları “öğrenme konusu”na karşı motive etmek, gerekli yerlerde ipuçları ve pekiştireç vermek, uygun öğrenme ortamını hazırlamak, araç ve gereçleri zamanında ve yerinde işe koşmak öğretmenin geliştirmesi gereken becerilerdir. Şüphesiz bunları yapmak zaman ve emek ister, ancak kalıcı ve etkin öğrenme çaba gerektirir.

Yetersiz ve aceleci olarak sürdürülen bir öğrenme kalıcı olamaz. Zihin, ancak iyice kavradığı bilgi, beceri ve alışkanlıkları yeni durumlarda kullanabilir. Bu yolla sürdürülen çalışmalar, öğrenciler açısından zevkli bir hâl alır.

Psikoloji bilimi haz duygusunun öğrenmedeki önemli rolünü ortaya koymaktadır. Bu bakımdan dil öğretiminde kuru ve yavan bilgileri öğrencinin zihnine zorla yerleştirmek yerine, onları düşünme ve incelemeye sevk etmek gerekir. Öğrenciler okur, düşünür, gözlem yapar, inceler, not alır, birbirleriyle etkileşim içerisine girer. Bu yolla zihin devamlı hareket hâlinde olur. Böyle bir ortam içerisinde kuralı sezip incelikleri fark eden öğrenciye öğretmen tarafından verilecek bir pekiştireç öğrencinin haz duymasına yol açacak, bu durum ise daha sonraki öğrenmelere karşı öğrencide istek oluşturacaktır.

Öğretmenin görevi, öğrenciye bilmediği bir konuyu şöyle böyle öğretmek değil; onu uygulama seviyesinde bir üst öğrenmeye ulaştırmak olmalıdır. Bunun için sadece Türkçe derslerindeki çalışmalarla yetinmeyip diğer dersler ve ders dışı etkinliklerde de fırsatlar oluşturulmaya çalışılmalıdır. Zaman zaman ortaya çıkan dil yanlışları aşamalı olarak düzeltilmekle birlikte, dilin yapısının kavranması ve daha da önemlisi fonksiyonel bir şekilde kullanılması tesadüflere bırakılamayacak kadar ciddî ve önemlidir. Bunun için düzenli ve metotlu bir dil öğretim programı uygulanmalıdır.

Dil becerilerinin kavratılmasında ödevlerin önemli bir rolü vardır. Bir kural öğretmen açısından öğretildikten, öğrenci açısından öğrenildikten sonra öğretim tamamlanmış sayılmaz. Çünkü bu aşamada bazı öğrenciler için öğrenme konusu henüz belli belirsizdir. Bu belirsizliği yani yetersiz öğrenmeyi, yeterli öğrenmeye dönüştürmek gerekir. Psikoloji biliminin verileri ışığında yeterli öğrenmeyi sağlamak için ele alınan konuların tekrarlanması ve pekiştirilmesi gerekir.

Ana dili etkinlikleri (dinleme, okuma, anlama, anlatma, yazı, imlâ ve noktalama, dil bilgisi) arasında bağlantı kurma yanında her ana dili etkinliğinde öğrencilere kazandırılacak davranışlar arasında da aşamalılığa özen gösterilmeli; öğrencilere mal edilmeye çalışılan özellikler basitten karmaşığa, bilinenden bilinmeyene ve öğrenciye görelik ilkelerine uygun bir tarzda ele alınmalıdır.
            
Yrd. Doç.Dr. Mehrali Calp (Alıntıdır)

Okuma Eğitimi Modeli


Duffy, G. G. ve diğerleri, okuma stratejilerinin okuma becerilerinden daha güvenilir olduğuna işaret etmektedirler. Böyle bir durumda, okuma öğretimi için önerilecek bir modelin de bilişsel yaklaşımlardan güç alması zorunludur.

Günümüzdeki okuma anlayışı bilişseldir. (cognitively oriented) Bu anlayışın özü, bir metni okuduğumuz sırada zihnî süreçlerimizin işleyiş tarzıyla ilişkili olmasıdır.

“Wright (1988, s, 27)’a göre 2000 yılında ana dili öğretiminde, ana dili öğretmenleri, karmaşık yapıların, karmaşık cümlelerdeki egzersizlerden değil,  karmaşık düşüncelerin ilişkisinden çıkarıldığını keşfedecekler, dil bilgisi çalışmaları azalacak ve düşünme becerileri önem kazanacak, öğrenciler bugünün çocuklarından daha bağımsız düşünecekler ve bağımsız okuryazarlar olacaklardır.

Bu özlü düşüncenin arkasındaki gerçek, ana dil eğitiminin öğretimi ile ilgili yaklaşımların artık bilişsel stratejilerle açıklandığı ve son yıllarda yapılan araştırmaların bilişsel odaklı ve kendi kendine öğrenme yöntemlerinin ürünleri olarak belirdiği üzerinedir. Bugün okuduğunu anlama becerilerinin özellikle davranışçı yaklaşımlarla temellendiği (Guthrie, 1973) ve bilişsel yaklaşımlarla geliştiği (Pearson, 1985) düşünülmektedir.” (Erginer)

Ana dil eğitimiyle ilgili literatür incelendiğinde, ana dil eğitiminin yetersiz olması özellikle “dil bilim-öğretim bilim” ilişkisinin iyi kurulmaması nedeni ile eleştiri almaktadır.

Ana dil eğitimi dil bilim üzerine kurulmakta, öğretim bilim üzerine yapılandırılmaktadır. Bu iki temel ögenin birbirinden ayrı düşünülmesi imkânsızdır. Bu süreç içinde “okuma” ayrı bir önem kazanmakta ve hem alma hem de ifade etme becerilerinin bütünleştiği oldukça kompleks bir yapı olarak belirmektedir. Bu özeliğiyle “okuma süreçleri” ana dil eğitiminin çatısını oluşturmakta ve formal öğrenmenin ilk koşulu olmaktadır.  Bu nedenle “ana dili öğretimi” yerine “okuma öğretimi” kavramını kullanmanın da daha uygun olacağı düşünülmektedir.” (Erginer, Eğitim Dergisi)

Dil Becerisinin Çocuğun Sosyalleşmesindeki Rolü

                 


Çocuğun kişilik kazanmasında, sosyalleşmesinde dil eğitiminin büyük önemi vardır. Dili etkili, güzel ve doğru kullananlar, gerek öğrenim hayatlarında gerekse sosyal hayatlarında başarılı olur, toplum içinde hak ettikleri konuma gelirler.

İnsanların birbirlerine emir vermeleri sevgi ve kızgınlıklarını ifade etmeleri, dostlukları ve bu duyguları ifade ediş şekilleri, öğrenilen dilin gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Dil öğrenmek sadece kendi duygu ve düşüncelerini başkalarına aktarmak amacıyla konuşmak değildir. Gerçek sözlü iletişim, anlamlı sözcükleri cümle hâline getirebilme yanında başkalarının söylediklerini de anlayabilme yeteneğidir.

Çocuk, okula gitmeden önce dinlediği, düzeyine uygun bir öyküyü anlayabilecek, basit ve karmaşık sözcükleri ayırt edebilecek kadar anlayışa sahip olmalıdır.

Ana dili eğitiminde çocuğa her ne şekilde olursa olsun bir dil kazandırmak yerine, çocukların içine girecekleri yarınki toplum hayatında diğer insanlarla sağlıklı bir iletişim kurma imkânını sağlayacak bir dili kazandırma çabası içerisinde bulunulmalıdır, ancak bu yolla yetişmekte olan gençler toplum hayatına etkin bir şekilde katılma şansına sahip olabilirler. Eğitim yoluyla çocukların edindikleri dil, onları ya mutlu ve başarılı ya da mutsuz ve başarısız kılacaktır. Dil öğrenimi beraberinde yeni davranışlar da kazandırır.

Psikolojik etkenleri göz önünde tutmak, dil öğretiminde öğretmenlerin dikkat edeceği hususlardan biri olmalıdır. “Good ve Murphy, öğretmenlerin öğrencileri ile olan konuşmalarında olumlu dil kullanmalarının gerekliliğinden söz etmektedir. Aşağıda olumlu ve olumsuz dilin kullanışı ile ilgili bazı örneklere yer verilmiştir.

 

  • Ø Kapıyı çarpma! (Olumsuz dil)

  • Ø Kapıyı sessizce kapatalım. (Olumlu dil)                        


 

  • Ø Gürültü yapma! (Olumsuz dil)

  • Ø Sessiz olalım,  çok fazla gürültü oluyor. (Olumlu dil)         


 

  • Ø Sandalyeyle gürültü yapmayın. (Olumsuz dil)

  • Ø Sandalyeyi böyle taşıyın. (gösterir) (Olumlu dil)


 

  • Ø Arkadaşından kopya çekerek hile yapma. (Olumsuz dil)                                

  • Ø Bu işi yardım almadan kendi çabanla yapmaya çalış. (Olumlu dil)                          


 

 Yrd.Doç.Dr. Mehrali CALP