edebi sanatlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
edebi sanatlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Nazire

(Nazire) a.i. Benzer. Edebiyatta bir şiirin (genellikle gazel) başka bir şâir tarafından aynı vezin ve kafiye ile yazılmış benzerlerine denir. Nazîre yazmaya tanzîr; bu tür şiirlerin derlendiği kitaplara da nazire mecmuası denir.

Nazîre, beğenilen bir şiire karşı yazılır. Yeni yazılan şiirde orijinal  şirin biçimi ile konusu yeniden ele alınmış olur. Divan şiirinin dar çerçevesi içinde en mükemmel olanı söyleme endişesi, şairleri nazîre yazmağa yöneltmiştir. Ancak bu tutum kesinlikle kuru bir taklitçilik değildir. Nitekim bazen nazire olarak söylenen şiir orijinalinden daha güzel olabilir. Şiirine nazîre yazılan şâire değer verilmiş, ona iltifatta bulunulmuş demektir. Buna rağmen divân şâirlerinden bir çoğu nazîreyi kuru bir biçimde benzerliğinden öteye götürememişlerdir.  Örneğin Fuzûlî tarzında şiirler yazan Kâzım Paşa onun birçok gazelini tanzir etmişse de Fuzûlî’deki  ruh ve sanat düzeyine asla erişememiştir. Oysa nazîrede asıl amaç, şâirin kendi sanatçı kişiliğini göstermesidir. Nitekim Nedim, Fuzûlî ye ait aşıkane bir gazeli tanzir ederken kendi şuh ve nükteli uslubunu yansıtmıştır. Bu gazellerin ilk beyitleri şöyledir:

Hayret ey büt sûretini gördükte lâl eyler meni
Sûret-i halim gören sûret hayal eyler meni
(Fuzûlî).

Bûs-ı la’lin şöyle sirâb-ı zülâl eyler beni
Kim gören âb-ı hayat içmiş hayal eyler beni
(Nedim)

Eski edebiyatımızda gelişme eğitimi yapan genç şairleri usta şairlere ait  manzumelere nazireler yazması da bir gelenektir. Nitekim bu gelenek zamanla ileri şekilleri yanında terkib-i bent (msl. Ruhi’nin ünlü terkib-i bendine sami vasıf, Kazım Paşa ve Ziya Paşa gibi şairler tarafından nazireler yazılmıştır.) Ve mesnevilerde de kendini göstermiştir. Leyla vü Mecnun, Hüsrev ü Şirin, Yusuf u Zeliha gibi islam edebiyatlarının ortak aşk hikâyeleri nesilden nesile nazire şeklinde aktarılmış; bir çok dini tasavvufi ilmi ve didaktik eserler de tercüme yolulyla tanzir edilmiştir.

Divan şiirinde nazireciligin ayri bir yeri ve önemi vardir. Hatta meraklılarınca bu yolda nazire mecmuaları oluşturulmuştur. Mezidoglu Ömer’in mecmuatü’n-nezair’i (derlenişi 1487, Oxford ünv. ktp. nr. 27689), Eğridirli Hacı Kemal’in camiu’n-nezair’i (derlenişi 1512 Beyazid Devlet ktp. nr. 5782), Edirneli Nazmi’nin mecmuau’n-nezair’i (derlenişi  1523 ts. III. Ahmed bl. nr. 2644; Millet ktp. Ali Emiri, manzum nr. 683, 684; Nuruosmaniye ktp. nr. 43222), Pervane Bey Mecmuası (derlenişi 1560, ts) (Bagdat Bl.nr. 406) ve Hisali’nin Metaliu’n-Nezair’i (derlenişi 16512’den önce, Nuruosmaniye Ktp. nr. 4252, 5253) bunlardandır.

Mehrali Calp

Kinaye

Gerçek ve mecazi anlamları olan bir sözü, onun mecazi anlamını kastederek kullanma sanatıdır. Başka bir deyişle gerçeği mecaz yoluyla dolaylı olarak anlatmaktır. Dilimiz kinayeli söyleyişe gayet elverişlidir. Kinaye sanatı pek çok atasözünde ve deyimlerde mevcuttur. Lügatte tasrîhin zıddıdır. İlm-i Beyânda ise :
”Hem hakikat, hem mecaz mânasını taşıyabilen lafız” dır.
Kinayenin, sözün başka bir anlama gelmesi olasılığı olmayan türüne kinaye-î karîbe, sözün anlamının gizlendiği türüne de kinaye-î baîde denir.
Kinaye sanatı ile mecaz-ı mürsel’i ve istihdâm sanatını karıştırmamak lâzımdır. Mecaz-ı mürsel ile farkı şudur:
1-Kinayeli söz (tamlama veya kelime grubu) gerçek anlamıyla da değerlendirilebilir; ama kastedilen o sözün mecâzî mânâsıdır.    
2-Mecâz-ı mürsel’ de ise söz gerçek mânâsıyla asla değerlendirilemez. 
İstihdâm sanatı ile farkına gelince:
Her iki sanatta da kelimenin hem gerçek hem de mecâzî mânâsı söz konusudur. İstihdamda mecâzî ve gerçek mana aynı ölçüde değerlidir. Yâni aynı ağırlığa sahiptirler. Cümle veya mısra mânâlandırılırken her iki mânâya da yer vermek zorundadır, zirâ iki mânâ için de ipucu vardır.
Kinayede ise ağırlık mecâzî mânâdadır. Kinaye sanatını yapan mecâzî mânâyı kastetmiştir. Gerçekle mânâ ise aralık bırakılmış bir kapı gibidir. Kinaye açıkça söylenmesi mahsurlu olan duyguları, alay ve hakaret gibi maksatları taşıyan sözleri söylemeye yarayan bir sanattır. Durduk yerde bu yola başvurulmaz. Fakat kinaye her zaman alay ve hakaret gibi duygular için kullanılmaz. Anlatıma genişlik vermek manasıyla da bu sanata başvurulur. Mecâzî mânânın yanında gerçek mânâda bir görüş ufku açar. Yani kelimenin iki ifade kudretini birden kullanmış oluruz ki bu da söze zenginlik verir.
“Taş bağırlı dağlar” sözü kinâyelidir. “ Hissiz, katı kalpli, merhametsiz” gibi mecâzî mânâlarda kullanılmıştır. Fakat sözü gerçek mânâsında aldığımız zaman da ifade kudreti vardır. Çünkü dağların yamaçları hakikaten kayalarla kaplı olabilir. İşte kinaye sanatı böyle bir mânâ genişliği ve ifade kudreti sağlar.
Şimdi, Yahya Kemâl’den seçtiğimiz kinaye örneklerini görelim:
Âhır ağardı tan yeri re’s-i cibâlden
Serhadde yol göründü Acem tahtgâhına
“yol göründü” ifadesi kinâyelidir. “Sefer vakti geldi.” şeklinde mecâzî mânâda kullanılmıştır. Ama tan yeli ağarınca hakikaten etraftaki yollarda görülür. Bu da sözün gerçek mânânasıdır.
Pâmâl-i rahşı kıldı Acem tâc ü tahtını
Tâ Arşa astı tîgıni Sultan Selim Han
“pâmâl-i rahşı”  kılmak (atının ayakları altına almak) sözü kinâyelidir. Düşmanı mağlup etmek gibi mecâzî bir mânânada kullanılmıştır. Fakat savaş sırasında Acem tahtı ve tacı Selim Han’ın atının ayakları altında kalabilir.

Birden serildi hâke Ridâniyye cephesi
Bed’etti feth-i Kaahire’den inhizâm-ı tâm
“hâke serilmek” (toprağa serilmek, yerle bir olmak) mağlûbiyet mânâsında kullanılmış. Gerçek mânâda da düşünülürse, vurulan askerler yelere serilirler.
Muhtâc isen füyûzuna eslaf pendinin
Diz çök önünde şimdi Emîrî Efendi’nin
“diz çökmek” ders almak, saygı görmek gibi mecâzî mânâlarda kullanılmış. Gerçek olarak da öğrenci hocanın önünde eğilerek diz çöker.
Eyyâm-ı devletinde el üstünde gezdi câm
Bir kerre dizden inmedi sîrâb olan sebû
“el üstünde gezmek” değer verilmek şeklinde mecâzî mânâda kullanılmış. Kadeh’in elde tutuluşu da gerçek mânâdır.

Makbûl isen hitâbına herkes kulak tutar.
“kulak tutmak” deyimi  değer vererek dinlemek anlamında (mecâzî mânâ).
Dinleyenler kulaklarını gerçekten tutabilirler (gerçek mânâ).
Kalanlar ortada genç, ihtiyâr, kadın, erkek,
Harâb olup yaşıyor tâliin azâbiyle

“Ortada kalmak” kimsesiz, sahipsiz olmak, esir olmak (mecâzî mânâ). Esir olanlar evsiz barksız sokakta kalabilirler (gerçek mânâ).
Yumdu dünyaya elâ gözlerini
“gözlerini yummak” ölmek. (mecâzî mânâ)
Ölen kişi gözlerini yumar (gerçek mânâ)

Ey benim sarı tanburum
Sen ne için inilersin
İçim oyuk derdim büyük
Ben anınçin inilerim
Pir Sultan Abdal
Sazın içi gerçekten oyuktur. Ancak söylenmek istenen dert ve ıstıraptır. Burada bu söze baktığımızda hem gerçek hem de mecâzi anlamda kullanılmış demektir.

Bu ne kudret ki elifbayı okur ezberden
Tutiname onun indinde debistan gibidir.
Eşref
Şair bu beyitte kişinin bilgisini över gibi görünüp onu kara cahil gösteriyor. Alfabenin ezbere okunmasını kudret sayacak kadar kimse gafil olamaz. Bu yüzdendir ki, beytin kinayeli bir anlamı bulunduğu anlaşılıyor.

Methiye

Din ulularını, padişahı, sadrazamı, şeyhülislâmı, zamanın diğer büyüklerini övmek için yazılan manzumelerdir. Şâirler bu konuyu daha çok kaside biçiminde işlemişlerdir. İki türlüdür: birincisi padişah, vezir, şeyhülislâm gibi yaşayan devlet büyükleri için yazılır. İkincisi 4 halife ve başka din ve tarikat uluları için yazılanlardır. 4 halife için yazılan medhiyelere medh-i çihâr-yâr-ı güzîn denir.
Medhiyelerde çok zaman “gerçekten” çok uzaklaşılır. Çünkü medhiyelerin sonunda çok kez bir çıkar vardır. İşte bu çıkarı elde etmek için şâir, kişileri olduğundan fazla yani mübalağalı göstermekten, olayları aksi biçimde yorumlamaktan çekinmez. Söz gelişi Nef’î  bile 2. sman’nın başarısız Lehistan seferi için şunları yazmaktan çekinmemiştir:        
Örnek:1

            Aferin ey rüzgârın şehsûvar-ı safderi
Arşa as şimden geru tığ-i sûreyya-cevheri
Tığına nola yemin eylerse ruh-u Mûrteza
Bir gaza ettin ki hoşnud eyledin peygamberi

Başka bir deyişle; medhiye, Çehar yâr-i güzin, ashâb-ı kiram ve evliyaullah haklarında medh ü senâyı ve ruhâniyetlerinden istişfâ ve istimdâdı hâvi şiirlerdir. Tarikat müessislerinin medhiyelerini hâvi şiirler de bu kısımdandır. Halk bu nev’i şiirlere ilahi, aruz şâirleri istigâse ismini vermektedir. Pek eski bir mecmuada yakarış kelimesini görmüştüm. Bu kelime lisanımızda yalvarmak, yakarmak suretinde müstameldir. Niyaz ve tazallüm mânâsını müfiddir. Tamimi arzu olunur bir kelimedir. İstigâseye saz şâirleri medhiye diyorlar.

Şâir medhiye bölümünde sultanlık, vezirlik, müftülük örneği yüksek makamlardan birinde bulunan kişinin o makamın gerektirdiği erdemlerin en yücesine sahip olduğunu söyler, böylece onu övmüş, fakat diğer taraftan o erdemlere gerçek anlamda sahip olmaya da teşvik etmiş olurdu. Bunlar adalet, bilgelik, eli açıklık, düşkünleri korumak, sanat ve bilim adamlarına el uzatmak, merhamet cesaret gibi her türden idarecide bulunması  mutlak olarak gerekli niteliklerdi.
Bir arada bir cimriyi cömert, bir zalimi merhametli, elini kılıç kabzasını dokundurmamış birini en büyük kahraman diye tarif etmek gibi tuhaflıklar da az değildir. Bir şâirin göz göre göre gülünç olmak istemeyeceğini kabul etmek akla ve mantığa uygundur. Dolayısıyla istisnaları saklı tutarak, bu tuhaflıkları yapan şâirlerin devlet adamlarında ideal nitelikler aradığını veya onları adı geçen ideal nitelikleri edinmeye teşvik ettiğini kabullenmek herhalde pek de yanlış olmayan insaflı bir davranıştır. (Kaside konusundan alınmıştır)
  Medh-i Çehâr-yâr

 

Hz. Muhammed’in dört yakını, dört dostu, dört halifesi, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Hz. Ömer, Hz. Ali için övgü. Kimi mesnevîlerin giriş bölümlerinde şâir “na’t”ten veya varsa buna bağlı olan “mi’râc” ve “mü’cizât” başlıklarından sonra dört halife övgüsüne geçebilir. Bu şiirlerde Ebû Bekir’in dürüstlüğü ve cömertliği, Ömer’in adaleti, Osman’ın edebi ve kur’ân’ı yazdırması, Ali’nin cesareti başlıca üzerinde durulan noktalardır. (Mesnevi konusundan alınmıştır.)
Aşağıdaki medhiye, 17.yüzyıl bilginlerinden ve Mesnevi’ nin en iyi şerhini yaptığından dolayı Hazret-i Şârih  sıfatıyla anılan İsmail–i Ankaravî için yazılmış müseddes-i mütekerrir biçiminde bir medhiyedir:
Örnek: 2

Müseddes Der-Vasf-ı Hazret-i Şârih Dede  Efendi

Ey  şeyh-i şüyûh sırr-ı min-Allâh için olsun
Sânında olan himmet-i  her-gâh  için olsun
Hâkim nazar et pîr–i felek–câh  için olsun
Mahrûm  koma mahrem et ol şâh için olsun
Yâ hazret-i Şârih meded Allâh için olsun
Şerh eyle benim sadrımı bir âh için olsun
Sen şârih-i Kur’ân-ı hakîkatsin efendim
Sen fâtih-i genç-i ahadiyetsin efendim
Sen vâris-i  sultân-ı risâletsin efendim
Sen sırr-ı elem neşraha  âyetsin efendim
Yâ Hazret-i şârih meded Allâh için olsun
Şerh eyle benim sadrımı bir âh için olsun

Tahkîkına hayrân bütün kümmel-i ervâh
Levha asılır yazdığın âsâr olup elvâh
Miftâh-ı beyânınla açılır der-i fettâh
Ma’nâda bütün senden alır dersini şürrâh
Ya hazret-i şârih meded Allâh için olsun
Şerh eyle benim sadrımı bir âh için olsun

İsmâil olup ism-i şerîfin  Çeh-i zemzem
Hâmenden akar şerh olıcak beyt-i mükerrem
Ey kıble-i âlem sana muhtâcdır Âdem
Kim bile nedir alleme‘l esmâ kıdem ü dem
Yâ Hazret-i şârih meded  Allâh için olsun
Şerh eyle benim  sadrımı bir âh için olsun

Geldi sana Esrâr velî hâli diğer-gûn
Aldattı anı nefs ü hevâ eyledi meftûn
Mâhcup gözü gönlü eli boş talebi dûn
Cibril gibi şerh-i sadır destine merhûn
Yâ Hazret-i Şârih meded Allâh için olsun
Şerh eyle benim sadrımı bir âh için olsun
(Esrar Dede)
Örnek : 3

İbtidâdan yol sararsan
Yol Muhammed Ali’nindir
Yetmiş iki dil sorarsan
Dil Muhammed Ali’nindir

Var aklın başına devşir
Rehberin önüne düşür
Bahr-i ummana karışır
Sel Muhammed Ali’nindir

Gece olur, gündüz olur
Cümle âlem dübdüz olur
Gökde kaç bin yıldız olur
Ay Muhammed Ali’nindir

Ali bizlerden sayılır
Mümine rahmet saçılır
Evvel baharda açılır
Gül Muhammed Ali’nindir
Mehrali Calp

İRSÂD


 

            Seci’li  ya da  uyaklı  bir sözde, seci’nin ve uyağın nasıl olacağını ya da seci’ ve uyağın kılavuzluğuyla sözün sonunun nasıl biteceğini bir sözcükle önceden belirtme ve “îmâ” etmektir. Bu sanata teshim de denir. Örneğin, Sünbülzâde Vehbî’nin:

 

Şol müstaîn-i lutf-ı celâlim ki def’aten

Feth-i kelâma kudretimi Müste’ân verir

 

beytinde, birinci dizedeki “müstaîn” (yardım dileyen) sözüyle ikinci dizenin uyaklı sözcüğü olan ”Müste’ân” (yardımı istenen, Tanrı) sözcüğüne işaret edilmiştir.

 

Elemin Kays’a kıyâs etme dil-i mahzûnun

Yok idi aklı ne derdi var idi Mecnûn’un

(Bakî)

 

Bakî’nin yukarıdaki beytinde de, birinci dizede “Kays” adının geçmesi ve ikinci dizede de “yok idi aklı ne derdi var idi” denilmesi, sözün sonunun “Mecnun” olacağını anımsatmaktadır.

Birinci örnekte görüldüğü gibi, irsâd, iştikak sanatıyla birlikte kullanılmıştır. Ancak bunu iştikakla karıştırmamak gerekir. Çünkü iştikakta uyağa işaret olmadığı gibi, kökteş (müştak) sözcükler de beyit içinde rast gele yerlerde bulunur. Örnekler:

Kâbiliyet eserin mahv edelim kâbil ise

Biz dahi câhil-i mukbil gibi makbûl olalım

                                               (Sünbülzâde Vehbî)

 

                                                           Gazel

Nice bir hizmet-i mahlûk ile mahzûl olalım

Sâil-i Hak olalım nâil-i mes’ûl olalım

 

Akalım pâyına bir bahr-i hamiyet bulalım

Sıla-i himmetine mâ gibi mevsûl olalım

 

Biz de sûret verelim kendimize kâbil ise

Girelim ehl-i safâ bezmine makbûl olalım

 

Getir ey sâki yeter eyledin işgâl bizi

Bir zaman mey gibi gışşile meşgûl olalım

 

Kalmadan hâk-i mezellette hemen ey Âsım

Âzim-i sû-yi semâsâ-yı Stanbûl olalım

(Mütercim Asım)

Yrd.Doç.Dr.Mehrali Calp

 

Methiye

 

Din ulularını, padişahı, sadrazamı, şeyhülislâmı, zamanın diğer büyüklerini övmek için yazılan manzumelerdir. Şâirler bu konuyu daha çok kaside biçiminde işlemişlerdir. İki türlüdür: birincisi padişah, vezir, şeyhülislâm gibi yaşayan devlet büyükleri için yazılır. İkincisi 4 halife ve başka din ve tarikat uluları için yazılanlardır. 4 halife için yazılan medhiyelere medh-i çihâr-yâr-ı güzîn denir.

Medhiyelerde çok zaman “gerçekten” çok uzaklaşılır. Çünkü medhiyelerin sonunda çok kez bir çıkar vardır. İşte bu çıkarı elde etmek için şâir, kişileri olduğundan fazla yani mübalağalı göstermekten, olayları aksi biçimde yorumlamaktan çekinmez. Söz gelişi Nef’î  bile 2. sman’nın başarısız Lehistan seferi için şunları yazmaktan çekinmemiştir:        

Örnek:1

 

            Aferin ey rüzgârın şehsûvar-ı safderi

Arşa as şimden geru tığ-i sûreyya-cevheri

Tığına nola yemin eylerse ruh-u Mûrteza

Bir gaza ettin ki hoşnud eyledin peygamberi

 

Başka bir deyişle; medhiye, Çehar yâr-i güzin, ashâb-ı kiram ve evliyaullah haklarında medh ü senâyı ve ruhâniyetlerinden istişfâ ve istimdâdı hâvi şiirlerdir. Tarikat müessislerinin medhiyelerini hâvi şiirler de bu kısımdandır. Halk bu nev’i şiirlere ilahi, aruz şâirleri istigâse ismini vermektedir. Pek eski bir mecmuada yakarış kelimesini görmüştüm. Bu kelime lisanımızda yalvarmak, yakarmak suretinde müstameldir. Niyaz ve tazallüm mânâsını müfiddir. Tamimi arzu olunur bir kelimedir. İstigâseye saz şâirleri medhiye diyorlar.

 

Şâir medhiye bölümünde sultanlık, vezirlik, müftülük örneği yüksek makamlardan birinde bulunan kişinin o makamın gerektirdiği erdemlerin en yücesine sahip olduğunu söyler, böylece onu övmüş, fakat diğer taraftan o erdemlere gerçek anlamda sahip olmaya da teşvik etmiş olurdu. Bunlar adalet, bilgelik, eli açıklık, düşkünleri korumak, sanat ve bilim adamlarına el uzatmak, merhamet cesaret gibi her türden idarecide bulunması  mutlak olarak gerekli niteliklerdi.

Bir arada bir cimriyi cömert, bir zalimi merhametli, elini kılıç kabzasını dokundurmamış birini en büyük kahraman diye tarif etmek gibi tuhaflıklar da az değildir. Bir şâirin göz göre göre gülünç olmak istemeyeceğini kabul etmek akla ve mantığa uygundur. Dolayısıyla istisnaları saklı tutarak, bu tuhaflıkları yapan şâirlerin devlet adamlarında ideal nitelikler aradığını veya onları adı geçen ideal nitelikleri edinmeye teşvik ettiğini kabullenmek herhalde pek de yanlış olmayan insaflı bir davranıştır. (Kaside konusundan alınmıştır)

  Medh-i Çehâr-yâr


Hz. Muhammed’in dört yakını, dört dostu, dört halifesi, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Hz. Ömer, Hz. Ali için övgü. Kimi mesnevîlerin giriş bölümlerinde şâir “na’t”ten veya varsa buna bağlı olan “mi’râc” ve “mü’cizât” başlıklarından sonra dört halife övgüsüne geçebilir. Bu şiirlerde Ebû Bekir’in dürüstlüğü ve cömertliği, Ömer’in adaleti, Osman’ın edebi ve kur’ân’ı yazdırması, Ali’nin cesareti başlıca üzerinde durulan noktalardır. (Mesnevi konusundan alınmıştır.)

Aşağıdaki medhiye, 17.yüzyıl bilginlerinden ve Mesnevi’ nin en iyi şerhini yaptığından dolayı Hazret-i Şârih  sıfatıyla anılan İsmail–i Ankaravî için yazılmış müseddes-i mütekerrir biçiminde bir medhiyedir:

Örnek: 2

 

Müseddes Der-Vasf-ı Hazret-i Şârih Dede  Efendi

 

Ey  şeyh-i şüyûh sırr-ı min-Allâh için olsun

Sânında olan himmet-i  her-gâh  için olsun

Hâkim nazar et pîr–i felek–câh  için olsun

Mahrûm  koma mahrem et ol şâh için olsun

Yâ hazret-i Şârih meded Allâh için olsun

Şerh eyle benim sadrımı bir âh için olsun

Sen şârih-i Kur’ân-ı hakîkatsin efendim

Sen fâtih-i genç-i ahadiyetsin efendim

Sen vâris-i  sultân-ı risâletsin efendim

Sen sırr-ı elem neşraha  âyetsin efendim

Yâ Hazret-i şârih meded Allâh için olsun

Şerh eyle benim sadrımı bir âh için olsun

 

Tahkîkına hayrân bütün kümmel-i ervâh

Levha asılır yazdığın âsâr olup elvâh

Miftâh-ı beyânınla açılır der-i fettâh

Ma’nâda bütün senden alır dersini şürrâh

Ya hazret-i şârih meded Allâh için olsun

Şerh eyle benim sadrımı bir âh için olsun

 

İsmâil olup ism-i şerîfin  Çeh-i zemzem

Hâmenden akar şerh olıcak beyt-i mükerrem

Ey kıble-i âlem sana muhtâcdır Âdem

Kim bile nedir alleme‘l esmâ kıdem ü dem

Yâ Hazret-i şârih meded  Allâh için olsun

Şerh eyle benim  sadrımı bir âh için olsun

 

Geldi sana Esrâr velî hâli diğer-gûn

Aldattı anı nefs ü hevâ eyledi meftûn

Mâhcup gözü gönlü eli boş talebi dûn

Cibril gibi şerh-i sadır destine merhûn

Yâ Hazret-i Şârih meded Allâh için olsun

Şerh eyle benim sadrımı bir âh için olsun

(Esrar Dede)

Örnek : 3

 

İbtidâdan yol sararsan

Yol Muhammed Ali’nindir

Yetmiş iki dil sorarsan

Dil Muhammed Ali’nindir

 

Var aklın başına devşir

Rehberin önüne düşür

Bahr-i ummana karışır

Sel Muhammed Ali’nindir

 

Gece olur, gündüz olur

Cümle âlem dübdüz olur

Gökde kaç bin yıldız olur

Ay Muhammed Ali’nindir

 

Ali bizlerden sayılır

Mümine rahmet saçılır

Evvel baharda açılır

Gül Muhammed Ali’nindir

Mehrali Calp

Mecazı Mürsel TIKLA


Benzetme TIKLA


Tevriye TIKLA


İstiare TIKLA


Tariz TIKLA