“Bir Kalbi Kırdıktan Sonra Gelen Özür, Doyduktan Sonra Sofraya Gelen Tuz Gibidir. İhtiyaç Kalmaz.” Sözü İle İlgili Kompozisyon Yazınız.

 

“Bir Kalbi Kırdıktan Sonra Gelen Özür, Doyduktan Sonra Sofraya Gelen Tuz Gibidir. İhtiyaç Kalmaz.” Sözü İle İlgili Kompozisyon Yazınız.


 

Kalp kırmak , günlük yaşantımızda hemen hemen çoğumuzun yaptığı, kırdığı, döktüğü eylemdir. Kızgın anımızda sinirlerimize hakim olamadan kırdığımız kalplerde nasıl yaralar açtığını bilemeyiz. Sakin olduğumuz zaman gelir aklımız başımıza. Keşke öyle demeseydim de daha dikkatli konuşsaydım, en sona söylenecek sözü, ilk önce söylemeseydim diyerek kendimizi yer dururuz ama iş işten geçmiş olur. Bir kalbi kırdıktan sonra gelen özür özür değildir.





 Nasıl ki doyduktan sonra sofraya gelen tuzun hiçbir anlamı yoksa  kırılan kalbi de hemen yerine getiremezsiniz. Çünkü kırılmıştır o kalp bir kere, hırpalanmış, incinmiştir. Ne diller dökerseniz dökün bir fayda sağlamaz. İşte bundan dolayı en başta kırmamalıyız kalpleri. İnsan iradesi olan akıllı bir varlıktır. Nerede nasıl davranacağını bilmeli, ah almamalı, kalp kırmamalıdır.  Elbette kötü günler yaşıyor olabiliriz, birileri bizi kızdırmış olabilir ama burada hemen gaza gelip insanları üzmemeliyiz. Kalp kırmanın ne kadar acı bir şey olduğunu şu sözlerle de anlayabiliriz:



* “ Bir gönlü mi kırdın; ağlamalısın. Hele özür dilemesini bilmiyorsan; senden dost olmaz. Senden yâren olmaz. Ya incittiğin, kırdığın kalbi Allah seviyorsa, Resulullah seviyorsa, hatta arz-u sema dahi seviyorsa! Nereden bileceksin, bilmiyorsun. Bilseydin ödün kopardı dokunmaktan! " (Hz. Mevlana)

“Açıklamalarla Vaktini Harcama; İnsanlar Sadece Duymak İstediklerini Duyarlar.” Sözü İle İlgili Kompozisyon Örneği

 “Açıklamalarla Vaktini Harcama; İnsanlar Sadece Duymak İstediklerini Duyarlar.” Sözü İle İlgili Kompozisyon Örneği


İnsanlara açıklama yaparak bazen kendimizi perişan ederiz. Bunu yapan da genel de duyarlı ve hassas kimselerdir. İnsan ilişkilerinde kalp kırmamaya, nazik olmaya çok dikkat eder böyle kimseler. Bunun için de her yaptığı davranışın karşı taraftan doğru anlaşılıp anlaşılmadığını sorgulamak için sürekli açıklama yapma ihtiyacı duyar. Ben sana şunu dedim ama yanlış anlamadın değil mi, bu şekilde şunu yaptım farklı yere çekme olur mu gibi kendini suçlayıcı, kendini eleştiren sözler söyler.

“Bir Kalbi Kırdıktan Sonra Gelen Özür, Doyduktan Sonra Sofraya Gelen Tuz Gibidir. İhtiyaç Kalmaz.” Sözü İle İlgili Kompozisyon Yazınız.

 

Elbette hatamız varsa kendimizi eleştireceğiz ama insanlara sürekli açıklama yapmak, beni yanlış anladı mı anlamadı mı diye kendimizi boşu boşuna yormanın da bir anlamı olmadığını ifade etmek isterim. İnsan yanlış anlamaya meyilli birisi ise, kibirli ve kendini beğenen bir kimse ise o zaten denilen hiç bir şeyi doğru anlamaz. Sadece açıklamamalarla vaktini boşa harcamış olursun ki zaten öyle insanlar sizin anlattıklarını değil duymak istediklerini duyarlar ve siz de kendinizi boşa heba etmiş olursunuz. Duymak istediklerini anlayan kişileri rahat bırakın ve kendinizi üzmeyin, yıpratmayın. Kendinize değer verin, kendiniz sevin. İyi niyetle söylediğiniz şeyleri yanlış anlayan kişi de aslında kendi kafasında kurguladığı sözlerin esiri olur, sizin söylediklerinizin değil





Zamanımızı insanlara açıklama yaparak geçirmek yerine  kendimizi nasıl daha iyi geliştirebiliriz ve kendim için aha neler yapabilirim diye çalışarak ve üreterek geçirmeliyiz. Bırakın sizin söylediğinizden herkes ne anlıyorsa anladığı ile kalsın ve kendi dar kalıplarında yanlış anlamaya devam ederek hayatı kendilerine zehir etsinler.

“Bir Kalbi Kırdıktan Sonra Gelen Özür, Doyduktan Sonra Sofraya Gelen Tuz Gibidir. İhtiyaç Kalmaz.” Sözü İle İlgili Kompozisyon Yazınız.

“Siz Kendi Elinizle Teslim Etmedikçe Kimse Kendinize Olan Saygınızı Elinizden Alamaz. “ Sözü İle İlgili Kompozisyon Örneği

“Siz Kendi Elinizle Teslim Etmedikçe Kimse Kendinize Olan Saygınızı Elinizden Alamaz. “ Sözü İle İlgili Kompozisyon Örneği


Kişi herkesi sevmek zorunda olmayabilir fakat insanlara saygılı olmak , insanların düşüncelerine tahammül edebilmek ve hoşgörülü olmak insan olan kimseye yakışan en güzel davranış biçimidir.  Kişiyi toplum içinde değerli kılan en önemli şey öncelikle kişinin kendisine olan öz saygısı ile ilgili bir durumdur. Kendini seven, kendine değer veren ve kendini geliştirmek için çalışan insana değer verilir, saygı gösterilir. 


Bizler kendi ellerimizle teslim etmedikçe kimse kendimize olan saygımızı elimizden alamaz. Birisi bize saygı göstermiyorsa ya da hak etmediğimiz zaman yanlış davranışlara maruz kalabiliyorsak tüm bunlar bizden kaynaklı olabilir. Ya o kişi ya da kişilere hak ettiğinden fazla değer vermiş olabiliriz, ya da kendimizi küçük düşürecek davranışlarda bulunabiliriz.  Toplum içinde hal ve hareketlerimize dikkat etmeliyiz. Boş konuşan, patavatsız  kimselerden olmamalıyız.  Maddi durumumuz çok iyi olabilir, çok başarılı olabiliriz ama hareketlerimize dikkat etmediğimiz zaman toplumdaki bireylerden saygı görmeyiz.





 Ne oldum delisi olmamalıyız. Kendini bilen, nerde, nasıl  hareket edeceğini bilen ve kendine saygısı olan kimselerden olmamalıyız. Kendimizi küçük düşürecek eylemlerde bulunmamalıyız. İyi insan olmaya, tevazu sahibi olmaya özen göstermeliyiz. Böyle olduğumuz zaman insanlar tarafından saygı gösterilen ve sevilen bir kimse oluruz. Kendimizi de toplum içinde gülünç durumlara düşürmemeliyiz.

 


“Sadece Sevgi Dolu Bir Bakış, Bir İnsanın Hayatını Değiştirebilir.” Sözü İle İlgili Kompozisyon Örneği

 “Sadece Sevgi Dolu Bir Bakış, Bir İnsanın Hayatını Değiştirebilir.”


İnsanı insan yapan, en önemli özellik akıl olmasına rağmen insana insani duyguları katan, yüreğine  mutluluk getiren şey ise sevginin kıvılcımlarıdır. Hayata sevgi ile bakınca,  her şey daha da güzel bir görünüme kavuşur. Sevgidir insanı değiştiren, sevgidir insanı yoğuran ve onun daha güzel görünmesini, daha insan olmasını sağlayan. Sadece sevgi dolu bir bakış bir insanın yaşamını elbette değiştirir. Bir öğretmenden örnek verelim mesela. Sınıftaki bir öğrencisini ele alım. Öğrenci yaşamında hiç sevgi görmediği için kimseye de sevgi ile yaklaşmamaktadır. Okula yeni gelen öğretmenin sevgiden mahrum kalmış o çocuğa sevgi ile bakması ve sevginin içinde de samimiyet, içtenlik ve gülümseme olması o çocuğun yaşamını değiştirebilir.


 Öğretmeninin sevgisini yüreğinde hisseden çocuk  önceleri sorumluluk sahibi biri değilken sevgi sayesinde daha sorumlu bir kişiye dönüşür. Sevgiyi hissettiği için daha mutlu olur ve kendine daha çok güvenir. İnsanın arkadaşında güvenebileceği, onun koşulsuz kabul edip sevebileceği kişilerden biri de annesidir.  Sevgi ortamında büyümüş çocuklar annesinin sevgisini almıştır. Oysa sevgiden mahrum kalan çocuklar ise sevgiyi alamamışlar ve sevgiden eksik bırakılmışlardır. İşte böyle çocuklara da elden geldiği kadar destek olmak ve onları koşulsuz sevmek gerekir. Bunu sağlayacak olan da kıymetli ve merhametli ,  çocuklara gülen gözlerle bakan öğretmenlerimizdir. 







Sevgi ile bakmalıyız hayata. Mesela küçük bir kediye sahip çıkmak ve onu korumak, okuldaki sınıf arkadaşınızla ekmeğinin yarısını paylaşabilmek, yolda gördüğün yaşlı teyzeye yardım edip onun poşetlerini evine kadar taşıyıp birkaç çift de sevgi dolu söylemlerde bulunmak. İşte bunlardır insanı insan yapan güzellikler. Sevgi belki her şeyi çözemeyebilir ama çoğu şeyi de olumluya dönüştürebilir. Bunun için dilimizden, gönlümüzden, ruhumuzdan sevgiyi asla ayırmamalıyız. Sevgimizi sevdiğimiz insanlara göstermeli ve insanların yaşamında da olumlu etki bırakmalıyız. Sevildiğini gören, hisseden insanlar yaşamda daha mutlu ve daha başarılı olmak için çalışmaya devam eder. Sevgi dolu bakışlar saçalım etrafa ki bizden sevgi gören insanlarda sevgi aynı etkiyi bıraksın başka gönüllerde.

 

Onbaşı, Rütbe, Tabya, Batarya, Dümen, Mazur, Büst, Mükafat Kelimelerinin İçinde Geçtiği Bir Hikaye Yazınız.

 Onbaşı, Rütbe, Tabya, Batarya, Dümen, Mazur, Büst, Mükafat Kelimelerinin İçinde Geçtiği Bir Hikaye Yazınız.



Kurtuluş Savaşı’nın en zor yıllarıydı. Halk bir yandan yoksulluk ile mücadele ederken diğer yandan düşmanla çarpışıyordu. Düşman acımasızdı. Köyleri yakıp yıkıyordu.  Savaş acımasız yüzünü göstermeye başlamıştı. Savaşın yıkıcı etkileri  Ali Bey’in evine de düşmüştü. Ali Bey kendi halinde çiftçilik ile uğraşan Aydın'da yaşayan köylü bir insandı. Köyünde yaşardı ve köyünü çok severdi hep. Emek insanıydı. Yeni evlenmişti henüz. Eşi de hamileydi ve Allah izin verirse bir bebekleri olacaktı. Savaş devam ederken durur muydu hiç Ali Bey. Önce vatanın kurtulması gerekirdi. Vatan deyince akan sular dururdu onun için. Hemen silahını aldığı gibi koştu askerlerin bulunduğu bölgeye. Varı  yoğu vatanıydı.

 

 Vatan elden giderse ne namus kalırdı ne  onur. Onun için çarpışacaktı düşman askerleri ile hem de yılmadan, korkmadan, usanmadan. Savaş başlamıştı. Düşman askerlerinin topu, silahı daha çoktu. Bizimkilerin ise çok az silahı vardı. Ama içlerindeki iman sevgisi , vatan sevgisi biter miydi hiç. Ali Bey hemen namluya sarıldı ve düşman askerlerini hedef aldı.. Kendilerini yok etmek isteyen üç düşman askerini  vurduktan sonra arkadaşlarının olduğu tabyaya geçti. Karadan saldıran düşman bu defa da denizden saldırmaya başlamıştı.  Vapurla gelmişti düşman askerleri. Dümenlerini bizim askerlerin olduğu yere doğru çevirmişti.

 

 Belli ki amaçları kötüydü ve bizi yok etmek istiyorlardı. Korkmadı Ali Bey ve diğer kahramanlar. Düşmanı hedef alarak ateş etmeye devam ettiler. Topçularımız düşman bataryalarına göz açtırmadı o gün. Düşman neye uğradığını şaşırmıştı.  Ali Bey ve askerler o gece sabaha kadar uyumadı. Düşman da uyumadı elbette. Ali Bey o kadar yorulmuştu ki en sonunda dayanamayarak sabaha doğru uyudu. Uyandığında silah sesleri çoktan başlamıştı. Hemen silahına sarıldı ama silahında mermi kalmamıştı. Onbaşı Mehmet Bey ona elindeki mermilerden iki tanesini verdi ve şunu söyledi. Sen bir çiftçiydin ve yaşamını çiftçilikle devam ettiriyordun.  

 

İşini gücünü bırakıp vatan için geldin dedi. Sen çok vatansever birisin Ali Bey senin de bir rütbe alman gerekir diyerek ona sen de Onbaşısın benim gözümde diyerek Ali Bey’i mutlu etti. Ali Bey ise Mehmet Onbaşı’ya beni mazur gören ama ben Onbaşılığı hak edecek bir şey yapmadım diyerek yüzünü yere eğdi.  O gün çatışmalar gece yarısına kadar devam etti. Çok yorulan Ali Bey’in hiç hali kalmamıştı. Tam uyumak üzereyken arkasından bir kurşunla vuruldu ve şehit oldu. Onu gören Onbaşı Mehmet Bey bu duruma çok üzüldü ve silahında ne kadar mermi varsa düşmanın üstüne indirdi. 





Bebeğini görmeden şehitlik mertebesine ulaşan Ali Bey’in Kurtuluş Savaşı sona erdikten sonra şehir meydanına bir büstü yapıldı ve o memleketinin (Sakarya) , vatanın insanları tarafından asla unutulmadı. Çünkü o vatan için şehit olmuş büyük bir kahramandı. Onca çarpışmadan sonra vatan kurtulmuş ve elbette ki  askerlerimizde vatanın kurtulması ile mükafatını almış, topraklarımız düşmana verilmemişti.

“Eserinin Üzerinde İmzası Olmayan Yegâne Sanatkâr Öğretmendir.” Özdeyişinden Yola Çıkarak Atatürk’ün Öğretmenler Hakkındaki Fikirlerini Açıklayınız.

 “Eserinin Üzerinde İmzası  Olmayan  Yegâne Sanatkâr  Öğretmendir.” Özdeyişinden Yola Çıkarak Atatürk’ün Öğretmenler Hakkındaki Fikirlerini Açıklayınız.


 Eserinin üzerinde imzası olan kimselerin kim olduğu bellidir. Bu bir ressam olabilir, bir yazar olabilir ya da bir senarist olabilir. Bu ve bunun gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Öğretmen ise imzası olmayan ama topluma bir kişi değil yüzbinlerce kişi kazandıran en büyük sanatkârdır. He ne kadar onun imzası olmasa da bugün o imzası olan sanatçıların, yazarların, doktorların, avukatların bile baş mimari kıymetli, emektar öğretmenlerimizdir.


 Yetiştirdiği onca öğrenciye topluma kazandıran, insanların cahil olmaktan kurtulup aydınlanmasını sağlayan ve bunun için de kendi aydınlığından öğrencilere veren koca yürekli değerlerdir öğretmenlerimiz. Mustafa Kemal eğitime, öğretime ve eğitim ve öğretimin başı olan öğretmenlere her zaman çok kıymet vermiştir.  Öğretmeni başının üstünde taşımıştır o koca yürekli lider.  Gençliği yetiştiren, onlara ilim ve irfanı öğreten, gençliğin geleceğinin aydınlık olması için gece gündüz çalışan kişiler öğretmenlerdir.  Atatürk’ün öğretmenler ile ilgili güzel fikirlerini şu sözünden de anlayabiliriz:


"Herkesin kendine göre bir zevki vardır. Kimi bahçe ile meşgul olmak, güzel çiçekler yetiştirmek ister. Bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır." İşte öğretmenler de insan yetiştiren sanatçılardır.


 Aslında dünyadaki herkes ne öğreniyor, ne biliyorsa bunu öğretmenlere borçludur. Öğretmenin tek bir kişi üzerinde imzası olmayabilir ama öğretmenlerimizin dünyada üzerinde koca bir imzası vardır ve o da insan yetiştirmek, insan şekillendirmek ve insanı insan yapan değerleri ona göstermek. İşte öğretmenler bu kadar çalışkan, üretici ve fedakar kimselerdir. Onlar büyük usta büyük sanatçıdır.





Ben bugün bu yazıyı  yazabiliyorsam bunu tüm öğretmenlerime borçluyum. Çünkü kimisi okuma yazma öğretti bana, kimisi okuduğum bir şeyi yorumlamayı, kimisi çok kitap okumanın faydalarını göreceksin dedi ve daha bir çok öğretmenimiz çok şey öğretti bana. Ben kalfa oldum, çırak oldum. Onlar usta oldu , yol gösterdi bana. Ülkemiz için, geleceğimiz için , dünya için emek eden tüm öğretmenlerimizin ellerinden öper, hepsine selam ederim. Hayatını kaybeden öğretmenlerin de mekanı cennet olsun.

Atatürk’ün Türk Milleti İçin Yaptığı Fedakarlıklar Nelerdir? Konulu Kompozisyon Yazınız.

 Atatürk’ün Türk Milleti İçin Yaptığı Fedakarlıklar Nelerdir? Konulu Kompozisyon Yazınız.


Vatan ve millet tehlike altındaydı. Düşman askerleri vatanımızda cirit atıyordu. Anadolu köyleri yakılıp yıkılıyor, işgal kuvvetleri  acımasızca zulmüne devam ediyordu. Anadolu insanı, yurdum insanı elinden geldiği kadar örgütlense de, işgale karşı gelse de bu yeterli olmuyordu. Bir lidere ihtiyaç vardı. Onları yönlendirecek, planlı ve programlı hareket edilecekti. İşte o lider de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tü. Mustafa Kemal henüz küçük yaşlarda askerlik mesleğine yatkın olduğu için, askerliği ve vatanını çok sevdiği için, ayrıca zeki biri de olduğu için milletini arkasına almaya başaracaktı.

 

 Milleti ile bu zulme son verdi Mustafa Kemal. Ülkemizi küçük gören, bizi yok etmeye çalışan düşman kuvvetleri,  milletimiz ve Mustafa Kemal sayesinde vatan topraklarını yok edemeyeceklerini anlamıştır. Çok fedakarlıklar göstermiştir Gazi Mustafa Kemal. Vatansever  olduğu için, ülkesinin topraklarının  başka ülkeler tarafından yok edilmemesi için işgalci kuvvetlere karşı silah arkadaşları ile birlikte direnişe geçmiştir. İşgali hazmetmemiş, kolaycılığa kaçmamıştır. İsteseydi başka ülkelere kaçar  ve savaşla da ilgili olmazdı. Mustafa Kemal zor olanı seçti. Vatanına ihanet etmedi. Onurlu davrandı,  yeri geldi savaştı, yeri geldi yaralandı ama asla pes etmedi.

 

Vatan kurtulana kadar azimle, kararlılıkla hareket etti. Kahraman Mehmetçikle  el ele oldu Mustafa Kemal.  Her ne kadar  ülke vatan işgalinden kurtulduktan sonra Mustafa Kemal’in o dönemde yaptığı bazı işler eleştirilse de kabul edilmese onun da bir insan olduğunu, yanlışlar yapacağını aklımızdan çıkarmamalıyız. Elbette hatalar biz insanlar içindir ve hiç kimse  mükemmel olamaz. İşte Atatürk de  her ne kadar mükemmel olmasa da o zor şartlarda vatanını terk edip gitmemiş, bağımsızlığımız ve özgürlüğümüz için mücadele etmiş, cumhuriyeti ilan etmiş, demokrasiyi önemsemiştir.

 

Halkın iradesine önem vermiş, halk için çalışmıştır. Hayatının son zamanlarında bile hasta yatağında bile ülke sorunları ile ilgilenmeye devam etmiş ve vatansever olmaktan asla vazgeçmemiştir. Vatanı için çalışmış, alın teri dökmüştür. Vatan düşmandan temizlendikten sonra sıra ülkenin kalkınmasına gelmiştir. Bunun için de çok sayıda yenilikler yapmıştır. Eğitime, sanata, spora, ekonomiye vb çok önem vermiş ve bir ülkenin ancak eğitimle kalkınabileceğini savunarak savaş sırasında bile eğitim kongresini toplamış ve gerekli konuşmayı yapmıştır. Eğitime çok önem veren büyük başöğretmendir Mustafa Kemal. O iyi bir lider, ikna kabiliyeti yüksek bir komutan ve iyi bir insandır. 





Onun vatanımız için yaptığı onca fedakarlıklar aklımızdan hiçbir zaman çıkmayacaktır. Bizler de gençler olarak ülkemizi kalkındırmak için var gücümüzle çalışmalıyız. Sürekli Atatürkçüyüz, Atatürk’ü çok seviyoruz laflarını kullanmak yerine onun ilke ve ,inkılaplarını yaşatmaya devam etmeliyiz. Bunun için de durmadan çalışmalı, ilim ve irfan yolunda ilerlenmelidir. Çalıştığımız yolda ilerlerken de bizim ilerlememizi istemeyenlere karşı Mustafa Kemal’in  liderlik ile ilgili şu sözünü hatırlayarak vatan için çalışmaya devam etmeliyiz:

“Büyük olmak için kimseye iltifat  etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Ülken için gerçek amaç ne ise onu görecek ve o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. Fakat sen buna karşı direneceksin, önüne sonsuz engeller de yığacaklardır; kendini büyük değil küçük, zayıf, araçsız, hiç sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana büyük derlerse, bunu söyleyenlere güleceksin.”

“Adamın Adı Çıkacağına Canı Çıksın.” Atasözü İle İlgili Hikaye Yazınız.

 “Adamın Adı Çıkacağına Canı Çıksın.” Atasözü İle  İlgili Hikaye Yazınız.


Okuldan çıkmış eve doğru giderken komşumuz Halime Hanım’ın ağladığını duydum. Komşular da Halime Teyzenin yanına gelmişlerdi.        Olayı merak ettiğim için ben de hemen oraya gittim. Annem de oradaydı. Anneme ne olduğunu sorduğumda Halime Hanım’ın evinin önündeki el arabasının çalındığını söyledi. O el arabası ile bahçesinin  işlerini görürdü. El arabası onun sağ kolu gibi olmuştu. Çalındığı için çok üzüldü dedi annem. Ertesi gün okula gittiğimizde konumuz hırsızlık konusuydu. 


Öğretmenimiz hırsızlığın çok yanlış olduğunu söyleyince sınıftaki bir arkadaşımızın yüzü birden değişti ve kıpkırmızı oldu. Daha sonra öğretmenimize ve sınıfa iki gün önceki olayı anlattı. Ben bir hata yaptım öğretmenim dedi. Öğretmen de ona sevgi ile yaklaştı ve hiç yargılamadan nasıl bir hata yaptın oğlum dedi. Hepimiz arkadaşımızın sözüne dikkat kesilmiştik. O da komşumuz Halime Teyzenin el arabasını çaldığını itiraf etti. Bu itiraftan sonra sınıf buz kesti. Arkadaşımın adını burada anlatmak istemem ama bu yaptığından dolayı çok pişman ve üzgün görünüyordu.  


Çaldığı el arabasını da sahibine teslim etti, üzülerek ve pişmanlık içinde olarak. Onun pişmanlığına ve samimiyetine çok inanmıştım. O olaydan sonra sınıftaki çoğu kişi onunla arkadaşlık kurmadı. Ben ise ona böyle bir ceza vermenin onun daha da kötü biri olmasına neden olacağını düşünerek onunla iyi geçindim. Arkadaşım sınıfta bir gün bana dönerek şunu dedi: Hasan ben hırsızlık yaptım ve artık bana hiç kimse inanmıyor, sen de inanmıyorsun değil mi? Dedi. Ben ona dönerek şunu söyledim.






Ben sana inanıyorum arkadaşım, insanın adı çıkacağına canı çıksın demiş atalarımız, toplumumuz da işte böyle dedim. Bir kere adın kötüye çıksın, seni hep öyle hatırlamak isterler, değişeceğine inanmazlar, boş ver üzülme ben sana inanıyorum dedim. O günden sonra o arkadaşımız daha iyi bir insan oldu ve bir daha asla hırsızlık yapmamasına rağmen kimse ona güvenmedi. Çünkü adı çıkmıştı bir kere.

İçinde Çocuk, Kasaba, Büyükanne, Dede, Almanya, Anne, Baba, Ayrılık, Hüzün ve Geyikler Geçen Bir Hikaye Yazınız.

 İçinde Çocuk, Kasaba, Büyükanne, Dede, Almanya, Anne, Baba, Ayrılık, Hüzün ve Geyikler  Geçen Bir Hikaye Yazınız.


Güneş’in batmaya başlaması ile birlikte akşam oluyordu. Uzun bir yaz tatilinin ardından ülkemden, canım memleketim Türkiye’den yarın sabah dört uçağı ile ayrılmak zorunda kalacaktık. Şimdiden hüzünlenmeye başlamıştım. Dedeme, anneanneme çok alışmıştım üç haftalık tatil sürecinde. Dedemler Nevşehir’in Göreme kasabasında yaşamaktadır. Buradaki Peri Bacalarını görseniz, çok şaşırırsınız, kaldığımız yer turistlerin akın akın geldiği küçük ve şirin bir kasaba.  Bu arada kendimi tanıtayım.


 Benim adım Adnan. Bir de kardeşim var. Ben on iki yaşındayım, kardeşim ise dokuz yaşında. Onun adı da Menekşe. Babaannemin adı da Menekşe. Almanya’da doğup büyüdüğümüzü için ülkemize ancak yaz tatillerinde gelebiliyoruz. Babamın işi Almanya’da olduğu için  orada yaşıyoruz.  Babam kırk  iki, annem ise otuz sekiz yaşında.  Babam doktor, annem ise öğretmen. Babam çok yetenekli ve başarı bir doktor olduğu için biz doğmadan önce  Almanya’ya kariyer yapmak için gitmiş ve orada kendini geliştirerek Almanya'da yaşamaya devam etmiş. Orada annemle tanışıp evlenmiş. Annem doğma, büyüme Almanyalı ama  Türk bir ailenin çocuğu. Almanya’da bizim gibi çok sayıda Türk var.


  Yaşam şartları gereği Almanya’da yaşasak da ben oraya bir türlü alışamadım. Türkiye2ye geldiğim zaman buradan hiç gitmek istemiyorum. Buranın yemekleri çok güzel, insanları çok samimi ve candan. Almanya hiç de öyle değil. Oranın insanları bana soğuk geliyor. Burada amcalarım, halalarım var. Onlar çok iyi insanlar. Onlara da alışmıştım ama gidiyoruz ne yazık ki. Saat on bire çeyrek var. Artık uyumalıyım diyorum ve yatıyorum yatağıma. Yattığım yatağa bakıyorum, dışarıyı izliyorum son kez ve buralardan ayrılacağım için iki damla göz yaşı bırakıveriyor kendini yastığıma.


 Burada bir çok çocuk vardı. Hepsi ile iyi anlaşmıştım. Arkadaşlıklar kurmuştum kısa zamanda ama neyse yapacak bir şey yok artık. Tüm bunları düşünürken annemin seslenmesi ile uyandım. Hava henüz karanlıktı. Güneş bile doğmamıştı daha. Hadi Adnan, kalk oğlum uçağı kaçırmayalım dedi annem. Kardeşim ve babam da kalkmıştı. Dedem ve büyükannem ise çoktan kalmışlar. Büyük annem sobada pişirdiği sıcacık peynirli ve patatesli börekleri sofraya getirdi. Çocuklarım çok sever benim böreğimi diye gururlandı büyükannem. Çay ise sobanın üzerinde demlenmişti. Çayın kokusu, buharı içimi ısıtıyordu sanki. Böreklerin o enfes tadı beni benden alıyordu. Mis gibi olmuştu börekler. Ben hayatımda büyük annemin yaptığı böreğin tadını hiçbir yerde bulamam. Annem bile onunki gibi yapamaz. Onun bir değişik oluyor.






 Doğal ürünler ve le becerisi olsa gerek. Kahvaltılar yapıldı, çaylar içildi, valizler toplandı ve ayrılık vakti geldi çattı. Almanya yolculuğu başlasın bakalım dedik. Hemen arabaya giderek eşyaları yerleştirip arabaya bindik. Arabaya bindikten iki saniye sonra çizdiğim resim aklıma geldi. Resim alanında yetenekli olduğum için akşam yatmadan kocaman bir geyik resmi çizmiştim ve boyamasını da yaptıktan sonra yastığımızın altına koymuştum. O resmi almak için babama iki dakika dur dedim. Daha sonra eve koştum ve resmi aldım.


 Çizdiğim geyik resmi harika görünüyordu. Bir de koyunlar çizmiştim. resme. Yeşil otlak alanları, çok sayıda geyikler,  yiyecek yemler vb. Resmimi dedeme verdim ve saklamasını seneye geldiğimde bana göstermesini istedim ondan. Daha fazla dayanamadık ve hepimiz de ağlamaya başladık. Sonra arabaya doğru gidip  hava alanına yöneldik. Uçağa bindiğimde tekrar ağlamaya başladım. Neyse  ki bir poşete çok azcık ülkemin toprağından koymuştum. Oraları özledikçe koklayacaktım, toprağımı, giderecektim vatanıma özlemimi.

 

“Ağaca Çıkan Keçinin, Dala Bakan Oğlağı Olur.” Atasözü İle İlgili Hikaye Yazınız.

 “Ağaca Çıkan Keçinin, Dala Bakan Oğlağı  Olur.” Atasözü İle İlgili Hikaye Yazınız.


Valizimi günler öncesinden hazırlayıp heyecanla tatili beklemeye koyulmuştum. Dedem ve büyük annem Antalya’nın Manavgat İlçesi’nde yaşıyordu. Babamın işi Bolu’da olduğu için biz orada yaşıyorduk. Babam diş hekimi, annem ise ev hanımıydı. Ayrıca iki ablam ve bir de erkek kardeşim vardı. Benim adım Gülay. Ben 10 yaşındayım.  Bu hafta içi tatile gideceğimiz günü iple çekiyordum. Neyse ki o bir hafta da çabucak geçti ve akşam erkenden uyudum. Sabah kalktığımda hava çok serindi. 


Dışarıda yağmur yağıyordu. Yağmurlu havaları fazla sevmem ama güneş açıp ortaya gökkuşağı çıkınca da mutlu olurum. Ailece kahvaltıyı yapıp Antalya yoluna koyulduk. Kendi arabamızla yola çıkmıştık. Arabada uyuyakalmıştım. Çünkü arabada benim midem bulanırdı. Babam biraz daha ileride bir yerde durmuştu. Hemen uyanıp kendime geldim. Geldik mi diye sordum. Babam ise hayır daha yolumuz çok diye gülümsedi. Annem de ona bakıp güldü.


 Daha sonra bir yol kenarında küçük bir lokantada yemek molası verdik. Oturduğumuz masanın hemen yan tarafında da bir aile vardı. Anne, baba ve iki tane de çocuk vardı. Çocuklarından biri 9, diğeri ise on iki yaşlarındaydı. Garson onlara meyve suyu ikram ediyordu. İki kardeş öndeki benim arkadaki senin diye tartışmaya başladı.


Bu arada meyve suları da  yere döküldü.  Büyük olan kardeş küçük olana salak şey hep senin yüzünden oldu dedi. Küçük olan de asıl senin yüzünden eşek oğlu eşek diye birbiri ile tartışmaya başladı. Babaları ise kıs kıs gülüyordu ve o hakaretlerden mutlu olmuş gibi bakıyordu. Anneleri iki çocuğu ayırdı ve yerlerine oturmasını söyledi. 






Babam  ise o çocukların durumuna bakarak üzüldü ve şunu dedi: “ Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlu olur.” Demek ki evde bu sözler konuşuluyordu ki çocuklar  da böyle kötü kelimeler kullanıyordu. Üstelik babası da bu duruma hiç aldırış etmemiş , çocukların kötü konuşmaları onu mutlu bile etmişti. Baba evde böyle konuşuyorsa çocukların da konuşması normal dedi babam. Çocuklar babayı model almıştı anlaşılan. Daha sonra yemeğimiz yiyip oradan Antalya yoluna devam ettik.

 

İçinde Deyim Ve Atasözleri Olan Bir Hikaye Yazınız.

 İçinde Deyim Ve Atasözleri Olan Bir Hikaye Yazınız.


Güneşin insanı yakan o sıcak yüzü kendini yavaş yavaş bırakmış, akşam olmaya başlamıştı. Güneşin batış anında havanın çok daha güzel göründüğünü bilirsiniz. Hava hafif  hafif kızıllaşır ve kızıl rengin ve gökyüzünün mavisi ile olan renk cümbüşünü izlemek insanı farklı duygulara sürükler. Mutlu olur insan. Ben Güneşin batışını izlemeyi çok severim.  Günlerden bir gün yine Güneşin batışını izlerken abim sokağın bir ucundan göründü.  


Koşa koşa eve doğru geliyordu. Kan ter içinde kalmıştı. Futbol oynamayı çok seviyor ama terli terli de kendine dikkat etmiyordu. Eve gelir gelmez soğuk suyu kana kana içti. Annem, hasta olursun demesine aldırmadan dolaptan çıkardığı suyu bir içişte bitirdi. Daha sonra banyoya duş almaya gitmişti. Duşa gidene kadar teri çoktan soğumuştu bile.


Babamı geçen yıl ağır bir hastalıktan kaybettiğimiz için annem ve abimle bir başımıza kalmıştık. Kimsemiz kalmamıştı. Akrabalarımız da sahip çıkmıyordu bize. Allah’tan annemin mesleği vardı ve bizi de kimseye muhtaç etmemişti. Annem huzur evinde yaşlı teyzelerin bakımından sorumlu bir hizmetliydi. Maddi durumumuz çok iyi olmasa da ayağımız yorganımıza göre uzatıyorduk biz de.  Ben ise altıncı sınıfa gidiyorum. Adım Yasemen. 


Abimin adı Mithat, annemin adı ise Aybüke. Biz Muğla’da hayata tutunmaya çalışan üç kişilik bir aileyiz. Allah babamı bizden aldı ve cennette onu tekrar görecekmişiz , annem öyle söyledi. Neyse asıl konuya dönelim. Abimi anlatıyordum ya sizlere. Abim akşam ödevlerini yapar yapmaz yattı. Sabah güneşinin odamı aydınlatması ile uyandım. Abimin odasından ses geliyordu. Geceden beri onu öksürük tutmuş, onun için de sabaha kadar uyumadığını söyledi bana. Abim takır takır öksürüyordu. Sanki ciğerleri sökülürcesine. Annemi, beni dinlememişti.






 İşte şimdi boğazı ağrıyordu. Bana bakarak keşke sizi dinleseydim kardeşim dedi. Son pişmanlık fayda vermezdi artık. Hemen annemi çağırdım abime çok güzel bir limonlu, naneli çay yaptık. Abim daha sonra annemin yatığı enfes tarhana çorbasını kana içti ve yorganı da üstüne çekip uyudu. Bu defa uyandığında terlemişti, bu terlemesi onun için iyiydi. Bu defa hemen banyoya gidip duş aldı. Daha sonra tekrar yatağa gitti ve üç günün sonunda çok şükür iyileşti. Maçtan gelince de bir daha asla terliyken su içmedi.

“Hata Yapmak, Hile Yapmaktan Çok Daha Onurluca Bir Eylemdir.” Sözü İle İlgili Kompozisyon Yazınız.

 

“Hata Yapmak, Hile Yapmaktan Çok Daha Onurluca Bir Eylemdir.”  Sözü İle İlgili Kompozisyon Yazınız.

 


Yaşadığımız bu kısa hayat sürecinde  iyi günlerimiz de olur kötü günlerimizde. Acılarımız da olur, sevinçlerimiz de. Doğru bir insan, güvenilir bir insan olmak hayatta bizim için en değerli hazine olmalıdır. İnsan olarak her zaman mükemmel olamayız. Duygularımız, düşüncelerimiz her zaman aynı düzeyde olmayabilir. Hatalar yapabiliriz, kalpler kırabiliriz, yanlışlar yapabiliriz. Önemli olan yapılan hataları düzeltmek, yanlışlardan dönmektir. Hata yapmak ayıp bir şey değildir. İnsanoğlunun doğasında vardır hata yapmak. Hile yapmak ise hata yapmaktan çok daha kötü, itici ve şeytani bir durumdur.



 Dürüst insanlar, onurlu insanlar yaptıkları işlerde ve eylemlerde asla hileye başvurmazlar. Hile yapmak kişiyi değerli yapmaz, aksine insanın değerinin yerler  altında sürüklenmesine neden olur. Hile yapan kişi onursuzca bir eyleme başvurmaktadır. Örneğin; aynı iş yerinde çalışan iki mühendisi hayal edelim. Mühendisin biri çok çalışkan, emek eden, başarılı biri olsun. Diğeri ise çalışmasına rağmen daha çok hileciliğe başvursun. Arkadaşının bulduğu bir buluşu o kötü olan, hileci olan kişi çalarsa onursuzca bir davranış sergilemiş olabilir. O başarılı ve emek eden mühendis yaptığı buluşunda hatalar yapmasına rağmen hırsızlığa başvurmamış  emek hırsızlığı yapmamıştır.


 Burada  onurlu olan , çalışmasında eksiklikleri olan, hataları olan dürüst mühendistir. Yani hata yapmak kötü bir şey değildir, hile yapmak ise insana yakışmayan, insanlığa sığmayan aşağılık bir eylemdir. Ya da başka bir örnek verelim. Süt satan iki komşuyu örneklendirelim bu defa. A kişisi her sabah sütünü sağdıktan sonra içine yarım kilo kadar kadar da su katmaktadır. B kişisi ise sütü en saf hali ile almakta ve içine hiçbir şey katmamaktadır.






 Onlardan süt alan kişi her iki süt arasındaki farkı da bilmeyebilirler. Hile yapan kişi her ne kadar diğeri ile aynı parayı kazansa da hile yapmayan kişinin davranışı daha şerefli bir davranış olur. Bunun için her zaman doğruluktan, dürüstlükten yana olmalıyız. Hatalarımız olur, bunları düzeltiriz ama işimize hile karıştırırsak bu insana yakışmayan en çirkin davranış şekli olur ve sahtekarlığın ve hilenin sonu da gün gelir acı ile sonlanır. Bundan dolayı her zaman doğruluktan yana olmalıyız. Hatalarımız olsun ama hilemiz asla olmasın.

 

Kitap Okumanın Faydaları İle İlgili Kompozisyon Yazınız.

 Kitap Okumanın Faydaları Nelerdir? Konulu Kompozisyon Yazınız.

 

Günlük yaşamda herkesin kendine göre bir işi vardır. İnsanlar işlerini ve sorumluluklarını yerine getirmek zorundadır. Bu iş yoğunluğunun ardından insanı rahatlatacak, dinginleştirecek şey kitaplardır. Kitapları ile baş başa kalması. Sevdiğimiz bir yazarın, ilgi duyduğumuz kitap türlerinin bizi ne kadar mutlu edeceğini bilemezsiniz. İnsanın kendisi ile baş başa kalması, kafasını dinlemesi kitaplar sayesinde olur. Kitaplar ruhumuzu aydınlatan dev eserlerdir.

 

İnsanı bir yerde alıp başka bir güzelliğe götüren hazinelerdir. Kitap okumak bireyin ilk olarak ufkunu açar. Okuyan insan aynı zaman da sorgulayan kimse olur. Sorgulayan insan eleştirilere de tahammül edebilen insan olur. Okuyan insan kendisini başkalarına yerine koyan, empati kuran bir birey olur. Kitap okuyan insan devamlı yeni bilgiler öğrenir. Öğrenen insan, merak eden insan da kendini daima geliştirir. Kitap okumak kişiyi daha duyarlı yapar. İnsanın kelime hazinesi gelişir. Okumak zeka kapasitemizin de artmasını sağlar. Okumak insanda yeni fikirlerin de ortaya çıkmasını sağlar. Stresli zamanlarımızda elimize en sevdiğimiz kitabı aldığımız zaman stres azalmaya başlar.






 

Kişi okuduğu zaman, öğrendiği zaman mutlu olur, yaşama sevinci daha çok olur. İşte tüm bunlardan dolayı küçük yaşlardayken çocuklarımıza kitap okuma alışkanlığı kazandırmalıyız. Herkes kitap okuyup ülkesi için faydalı bir iş yaparsa dünyamız da daha güzel ve daha barış dolu bir dünya olur. Kitap okumanın faydaları ile ilgili şu söz benim için çok önemlidir:

“İyi bir kitap insana can veren kandır.” John Milton

Cumhuriyet Bayramı İle İlgili Hikaye Yazınız.

 

Cumhuriyet Bayramı İle İlgili Hikaye Yazınız.


29 Ekim 1923 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün ilan ettiği cumhuriyet ülkemiz için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Bizler Cumhuriyet Bayramını her yıl kutlarız. Halkın egemenliği, halkın iradesinin önemli olduğu böyle bir günü kutlamak ben ve arkadaşlarıma da çok iyi geliyordu. Benim adım Elif Naz. 12 Yaşındayım. Üç çocuklu bir ailenin en küçük kızıyım. Babam öğretmen, annem ise hemşire. Babamla aynı okulda olmadığımız için o benim Cumhuriyet Bayramı ile ilgili okuduğum şiiri bu yıl da izlemeye gelemeyecek. Öğretmen sınıfın en güzel şiir okuyanı olarak sınıfa oylama yaptırdı ve bu yıl da ben okuyacaktım bayram şiirini. Bu defa ailemden birinin gelmesini çok istiyordum tören alanına. Akşam şiiri iyice ezberledikten sonra, tekrarlar yaptıktan sonra yatmaya koyuldum. Bayramda giyeceğimiz özel kıyafetleri de annem gündüzden ütülemiş ve kaldırıp dolabıma asmıştım.


Cumhuriyet Bayramı’nda okuyacağım şiir şuydu:

 

CUMHURİYET

Al yıldızlı аl bаyrаklаr ,
Hеr yanda dalgalanıyor .
Süslеndi evler, sokaklar
Rеnk renk ışıklar yanıyоr .
Yirmi üç yıl önce bugün .
Cumhuriyet kurdu millet ,
Bizе büyük Atatürk'ün ,
Armağanı Cumhuriyet .
En birinci vazifemiz ,
Onun yolunda yürümek .
Canımız gibi koruruz ,
Cumhuriyet Türklük demek .
Sevinçle, sağlıkla geçsin .Sаbаhımız, аkşаmımız .
Kutlu оlsun hepimize ,
Cumhuriyet Bаyrаmımız.
(Vasfi Mahir KOCATÜRK)



Şiirimi son kez tekrarlayıp yatağıma yattım. Çok heyecanlandım. Acaba herkes beğenecek mi? Güzel okuyacak mıyım derken uymuşum zaten. Sabah erkenden kalkıp kahvaltımı ettikten sonra servis aracına binip tören alanına doğru gittik. Öğretmenlerimiz, okul müdürümüz, arkadaşlarımız çok hecanlıydı. Herkes güzel kıyafetler giymiş, özenli davranmıştı bu gün için. Öğretmenimiz bizi sıraya soktu. Türkçe Öğretmenimiz Esilya Hanım Cumhuriyet Bayramı ile ilgili hazırlık konuşması yaptı. Daha sonra cumhuriyetin önem ve anlamını hepimize tek tek anlattı. Daha sonra gösteriler başladı. Küçük öğrencilerin yaptığı görsel şovlar herkesi hem güldürmüş hem de mutlu etmişti. Daha sonra şiir okuma zamanı geldi. Öğretmenimiz benim adımı anarak beni kürsüye davet etti.






 Ben de heyecanlı heyecanlı oraya doğru gittim. Tam şiirimi okuyacakken karşıdan gelen annemi gördüm. Dedim ya annem hemşireydi, babam da farklı bir okulda öğretmenlik yapıyordu.. İkisi de gelmez diye umarken annem gelmişti. Çok mutlu olmuştum. Canım annem o kadar yoğun işinin arasında beni yalnız bırakamamıştı bu yıl. İyi ki varsın anneciğim diyordum içimden. Hemen o coşku ve duygusallıkla şiirimi gür ve etkin bir tonlama ile okudum. Okur okumaz sınıf arkadaşlarım da  beni alkışladı. Sevinçten yanaklarım kızarmıştı. Daha sonra Türk bayraklarını hep birlikte salladık ve cumhuriyet ile ilgili marşlar söylendi. Çok güzel bir gün olmuştu o gün benim için. Mustafa Kemal Atatürk ve Mehmetçiklerimize minnet duyuyordum. İyi ki demokrasi vardı, iyi ki cumhuriyet. Özgürce yaşıyorduk ülkemizde, kimseye boyun eğmeden, kimsenin egemenliği altında olmadın. Yaşasın Cumhuriyet, yaşasın demokrasi diyerek evlere ayrılmıştık o gün.

Vefa İle İlgili Hikaye Yazınız.

 Vefa İle İlgili Hikaye Yazınız.


Sabah erkenden kalktığımda çok üşümüştüm. Ellerim üşüyor, karnım da soğuktan ağrımaya başlamıştı bile. Henüz kış mevsimi tam olarak gelmemişti ama kış mevsiminin belirtileri başlamıştı bile. Annem çayı hazır almış, yumurtaları küçük tencerede haşlamış, patatesi kızartmış sabah kahvaltısı hazırlığına devam ediyordu. Anne bugün hava çok soğuk dedim. Evet yavrum galiba Erciyes’e kar yağdı dedi. Akşam haberleri izlediğimde Erciyes Dağı’na karın yağdığı da netleşmiş oldu. Babam işten eve yeni gelmişti. Kış mevsimi yaklaştığı için babamın işleri de artık bitmek üzereydi. Babam inşaatta çalışırdı.


 Bana, kardeşlerime ve anneme buradan aldığı para ile bakar, geçimimizi zar zor da olsa sağlardı. Emek işçisiydi benim babam. Akşama kadar ter dökerdi. Güneşin altında çalışmak kolay değildi inşaat işçileri için. Hele hele tam öğle vakti onlar için çok zor olur. Ama onlar yine de sabırla, azimle çalışmaya devam ederler ki evlerine ekmek götürebilsinler.

 

O gün babam eve geldiğinde üzgündü. Ona neden böyle üzgün olduğunu sordu annem. O da konuşmaya başladı: Bugün iş yerinde  arkadaşım Mücahit Bey , iş kazası geçirdi. İskeleden düşüp bacağını kırdı. Onun o acı ile bağıran sesi kulaklarımdan gitmiyor, çok üzgünüm dedi. Annem, kardeşim ve ben de Mücahit Amcanın bu durumuna çok üzüldük. Mücahit Amcanın beş çocuğu vardı ve hepsi de küçük küçüktü. En büyük çocuğu benimle yaşıttı. İkimiz de on iki yaşındayız. Arar ara görüşürüm hep onunla.   Bu arada benim adım Salih, onun adı ise Kemal’di. Kemal küçük yaşlardayken geçirdiği bir trafik azası sonucunda yürüme yeteneğini kaybetmiş, tekerlekli sandalyeye mahkum kalmıştı. Mücahit Amcanın eşi Hatice Teyze de çocuklarına bakmak zorunda kaldığı için o da çalışmıyordu

 

 Mücahit Amcanın geniş bir ailesi vardı. Üstelik Mücahit Amca kendi anne ve babasına da bakıyor ve geçim sıkıntısı yaşıyordu. Bu geçirdiği kazadan sonra ise bir zaman iş yapamayacak ve çok zorluklar çekecekti. Bu duruma ailece üzülmüştük. Bir hafta böyle geçti. Bir Pazartesi günü babam telefondan annemi arayarak akşama işçi arkadaşları ve eşlerinin geleceğini,, çay yapmasını, çayın yanına bir şeyler hazırlamasını rica etti. Annem de elbette , seve seve dedi. Akşam oldu. Akşam babam ve arkadaşları, onların eşleri ile geldi.

 

 Neden bize geldiklerini anlamıştım galiba. Konu Mücahit Amcaydı. Hepsi de elinden gelen yardımı onun için yapacak, bu zorlu kış şartlarında geçim sıkıntısı yaşamamak için ona maddi yardım sağlayacaklardı. Çayla içildi, kekler, kurabiyeler yenildi ve daha sonra herkes cebinden bir miktar para çıkararak masaya koydu. Masada çok para olmuştu. Ertesi günü babam o paraları alıp bir arkadaşı ile birlikte markete gitti. Bir kışlık erzak alındı, kışlık kömür, odun alındı, çocuklarına kışlık kıyafetler alındı ve daha bir sürü şey. Akşam olunca babamın arkadaşları, arkadaşlarının eşi ve biz Mücahit Amcalara gittik. 


Arabadan çıkan erzakları eve yerleştirdik. Evdeki küçük çocuklar kendilerine alınan hediyeleri görünce sevinçten bir o yana bir bu yana koşuştular. Mücahit Amca bu yapılan fedakarlık ve gösterilen vefa karşısında duygulandı ve gözünden iki damla yaş geldi. Eşi ise hepimize teşekkür etti.  Babam ve arkadaşları vefalı insanlardı. Kim zorda kalırsa ona yardım edilirdi. Sadece inşaat işçisi değil aynı zamanda gönülleri kazanma işçileriydi galiba benim babam ve onun o güzel kalpli ve vefalı arkadaşları. Kendi durumla bile çok iyi değilken başkalarına yardım etme düşüncesi, vefalı olma örneği ancak benim babam gibi güzel kalpli insanlara özgüydü galiba.