kompozisyon ornegi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kompozisyon ornegi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

PERDE 1

Açılan perdeyle birlikte bir alkış koptu… Dünya’ya baktım gözlerimde unutmaya söz verdiğim milyonlarca sır!.. Elleri güzeldi, gözleri puslu ve renksizdi sanki… Belki de istediği gibi bakamadım ben ona…Suç yok, ceza var!... Ki görmemişim ben bir çift göz ne renktir! Aslında suç da varmış, perde açıldıkça belirginleşti yüzün. Karanlığımdan kurtuldukça ışıklarını gördüm. Gördükçe sevdim seni, birden bire değil. Üstelik sevdiğimin sen olduğundan bile şüphe duyarak sevdim. Belki sevdiğime karar verebilmek için zaman kazandım. İşte suçumu buldum!... Seneler avuçlarımdan damla damla aktı… Güneşler doğdu, yıldızlar kaydı, çiçekler açtı meyveye döndü… yağan karlar gözlerimde eridi. Cezamı buldum!... Ve bir bahar sabahı bir çift elden tanıdım seni. Geçen yılların en koyu karanlığından bir ışık gibi hayat perdesine yansıdın. Canımı yaktın, fark etmişliklerini de ben yaktım. Şimdi küllerin bile savrulmadığı bu dağ başında sen, bir başınaydın. Seni buldum!... Tiyatro perdesinde ışıklar sönünce zalim bir yüzle tanıştım. Güzeldi belki, belki değildi… yüzünde bir gülümseme , gözlerinde eriyen kar gibi soğuk bakışları vardı. Sanki avuçlarını birleştirse bir belirsiz cümle anlamına kavuşacaktı!... Onlarca kurbanın gözyaşlarıyla yazılmış bir belirsiz tümce: AŞKIN KATİLİ!.. Okudum ve sildim. Bu siyah perdede ben bu defa kendimi buldum!. Kimsesizliğin kalabalığında bir tek BEN vardım….
. -h.syg-

Ak Alnından Öpüldün

Az var beklentisizliklerin ışık saçtığı umut trenimin ulaşmasına…
Kadere inanırsın! Her kelimesinde bir umut bir coşku gibi doyulmaz ve anlamlıdır sustuklarımız.Avuçlarımda bahar çiçeklerinin rengarenk ve yepyeni doğuşları,senin viladetinden daha kutsal sayılamaz.Diyorsun anlat beni bana…seni önce kendime anlatmalıyım, damarlarımın her noktasından akıp geçen ‘kan’a duyduğum sevginin sebebi hissetmektir olmayışının ardındaki varlığını ve uzaklarda bir parmak ucuyla gösterilen eşsizliğinin apaçık imasını.


Allah’ı tanımak ve sevmek,idraklerin en büyüğü…ve bilemezsin seni var ettiği ne büyük bir ipucu O’nun güzelliğinin…


Lale bahçelerinde…gül cennetlerinde… Sesinin olmadığı ama sevginin yankılandığı en güzel namelerde bir başkalık var artık.Duymuyor musun, küçücük bir bebeğin kalbindeki yerin kadar sağlam, tebessümünden sıcak bir çığlık bu…


Nerdesin… diyerek olmayanı arayan bir çocuk gibi…ve biliyor aslında kendisi de olmadığını aradığının…sessizce bekleyen dudaklarında ve gözlerinde düğümlenen ıssız ümitleri…senin avuçlarındaki bir kelebek…açmamalısın avuçlarını… bilsen de öleceğini…
Issızlığımda buldum…bir istiridyenin içindeydin.Beyaz ve ışık saçan…Engin sulardan gelmiştin benim adacığıma…Ve ne yazık ki kimse bilemeyecekti kimsesiz bu yerde senin değerini benden başka…


Ne güneşler gördüm batan akşam olunca…Kuşlar geçerdi kızıllığının tam ortasından,yanardı kanatları kimisinin…Dönerek suya cansız düşen kuşlar…Ruhlarıyla semaya yükselir alnındaki çizgi kadar kutsal ve anlaşılmaz bir yazı halinde onlar…
Daha önceleri bulutlar ülkesindeydi yüreğin biliyorum.Beyaz, yağmur yüklü kimi zaman,kimi zaman mavi bir gökyüzünü süsleyen papatyalar halinde…sevgi fallarında hep ‘seviyor’ çıkan…


Anlamsızlık taşıyan ben, ne kadar yokmuşum bilmeden evvel gözlerindeki ışığı. Kötü olan yok, silmelisin bize dair her şeyden ‘kötü’ kelimesini. Küçük bir kız düşer, anlarsın dizlerinden akıyordur şefkati…Sararsın Kahraman Bir Abi gibi…
Ne gidersin ne kalır…Yağmurlu bir sonbahar sabahında hep gelmeyenini tren garında bekleyen şairlerden farksızdım beklediğimde 29 harfi tuşlayan parmaklarımla seni…
ÖPÜLDÜN……
Canım Abime İthafen….


HİLAL SAYGI

GÜLECEK NE VARDI?

 

Benim babam hiç gülmezdi. Devamlı asabi bir hali vardı. Uzun yüzünde, birkaç günlük sakalı olurdu daima. Korkudan bakamadığım için rengini bile tam bilmediğim çukurda kalmış kahverengi veya siyah küçük gözleri vardı.

Boyu çok uzundu, odalara girerken eğilirdi. Sinirli olduğu zamanlarda, eğilmeyi unutur, alnını çarpardı kapı üstlerine. Bu nedenle alnındaki kabuk bağlamış yara hiç iyileşmezdi.

Mesleği tenekecilikti. O dönemlerde sanayi ilerlemediği için, her şey el emeği ile yapılırdı. Soba, mangal, gaz lambası gibi şeyler yapardı. Buğday, nohut gibi yiyeceklerle takas ederdi. Halk da para yoktu. Düşmanlar ülkeyi işgale başlamışlar, insanlar açlık ve sefalet içerisindeydi. Sık sık teneke parçalarından elleri kesilir, farkına varmazdı. Kim bilir belki de önemsemezdi.

Birinci dünya savaşında, birçok cephede savaşlara katılmış, dört kere yaralanmış; Savaşta yaralandığını komutanlarından gizlermiş. Cephe gerisine göndermesinler diye. Arkadaşları onun cesaretini ve mesleğini birleştirip, bir isim koymuşlar. Teneke yürekli demişler ona. Mermi delip geçse de, yıkılmazmış.

Bir sonbahar hastalandı, yatağından kalkamıyordu. Dükkânındaki yarım kalan işini getirmemi istedi. Konuşmaya gücü yoktu. Sinirlenmesin diye dükkâna gittim. Küçük bir odun sobası yarım kalmıştı. Üç gün boyunca uyumadan, ateşler içerisinde sobayı tamamladı. Ellerindeki kesikleri katlayarak.

Son nefesini toplayıp: Bu sobayı, çok fakir, üç küçük çocuk babası amele Mustafa’ya hayır olsun diye yapıyordum. Yetiştiremeden öleceğim diye korktum. Götür ver. Kışın üşümesin çocukları. Dedi ve nefes almayı bırakıp gitti.

Gözlerini kapatmak için uzandığımda, Babamın gözlerini ilk kez gördüm. Sinirli bakıyorlardı, çok sevdiği, kahverengiydi ve baba doluydu. Doğru ya. Gülecek ne vardı?

ALİ AKIN