divan edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
divan edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ARUZ VEZNİ (ÖLÇÜSÜ)

İslâm dininin kabulünden sonra, bize Acemler kanalı ile gelen ve aslında Arap vezni [ölçüsü] olan aruz, uzun yüzyıllar içinde şairlerimiz tarafından kullanıla kullanılan âdeta millileşmiş ve Arap, Acem aruzları yanında bir de Türk aruzu meydana gelmiştir. Türkçe`nin bu ölçü ile anlaşması ilkin kolay olmamıştır. Dilimizin, sadeliğini kaybetmesinde, yabancı kelime ve tamlamalarla dolmasında bu veznin de önemli rolü olmuştur. Türkçe kelimeleri aruz kalıplarına uyduramayan birçok şairler, Arapca’dan ve Acemce’den geniş ölçüde faydalanmışlar ve yabancı bir takım kelimelerin dilimize yerleşip kalmasına sebep olmuşlardır. Daha sonraları kuvvetli sanatkârlar yetişmiş ve büyük bir rahatlık içersinde aruzla şiirler söylemişlerdir. Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Yahya Kemal gibi şairler son devir şairleri içinde aruzu Türkçe’ye uydurmakta en fazla başarı göstermiş olanlardır.
Aruz mısralardaki hecelerin “açık ve kapalı” oluşları esasına dayanan bir ölçüdür.
Sonunda ünsüz [sessiz] harf bulunan hecelere kapalı, sonunda ünlü [sesli] harf bulunan hecelere de açık hece diyoruz. Yine şayet bir hecenin sonunda ünlü harf bulunmasına rağmen, o ünlü harfi normalden uzun söylüyorsak bu heceler de kapalı kabul edilmektedir.
Güzel kelimesi, iki heceli bir kelimedir. Birinci hece ünlü ile bittiği için açık, ikinci hece, son harfi ünsüz olduğu için kapalıdır. Sa-â-det kelimesinde, birinci hece, sonunda ünlü harf bulunduğundan açıktır. İkinci heceyi teşkil eden (â) sesi ünlü olmasına rağmen kapalı bir hece olur; çünkü buradaki (â),  Türkçemizde normal kısalıkta olan (a) değildir. Onu hiç bir zorlama göstermeden, kendiliğimizden uzun okuyoruz. Bu çeşit uzun ünlülere, yabancı kelimelerde sık sık rastlanır. Kelimenin üçüncü hecesi olan (det) ise sonunda ünsüz bulunduğu için kapalı hece oluyor. Dün-yâ kelimesinin birinci hecesi ünsüz bir harfle bittiğinden kapalıdır. İkinci hecenin sonundaki ünlü harf de yukardaki (â) gibi uzundur. O halde ikinci hece de kapalı bir hece oluyor.

ARUZDA HECELER : 

A . Yarım Heceler:

1 ― Kısa bir ünlü: a…
2 ― Bir ünsüz harfle başlayıp bir kısa ünlü ile biten heceler : Şu – su – bu …
Kısa heceler ki, yarım hece olarak sayılır, ünlü harfle bittiği için bu tür hecelere “açık” hece de
denir. ( . ) ile gösterilmek adet haline gelmiştir. Meselâ aşağıdaki kelimelerin heceleri hep yarımdır ve ( . ) ile gösterilmek gerekir:
A-NA-DO-LU     HA-Nİ   Yİ-NE   BU-RA-DA
.    .      .     .        .    .      .    .        .     .     .
B ― Tam Heceler:

Tam heceler, kulakta ses bakımından daha sert ve devamlı bir ses halinde kendilerini duyururlar. Bunları ikiye ayırmak mümkündür: a) Tok heceler, b)Uzun heceler.

a) Tok heceler:
Bu heceler kısa bir ünlü ile kurulur ve bir ünsüzle sona erer :
1 ― Bir kısa ünlü ve bir ünsüz: Al, ot
2 ― Bir ünsüz, bir kısa ünlü ve bir ünsüz: Kır, sal.

b) Uzun heceler:
Uzun heceler dilimize Arapça ve Farsçadan geçen kelimelerde bulunur ve daima uzun bir  ünlü ile sonuçlanırlar:
1 ― Uzun bir sesli :  (Ậşiyan)’ın (â)’sı.
2 ― Bir ünsüz uzun bir ünlü. (Kâmil) deki (kâ), (uftâde) deki (tâ) heceleri uzun hecelerdir. Gerek uzun heceleri ve gerekse tok heceleri (―) ile göstermek âdet olmuştur. Çünkü bu heceler  “kapalı” hece sayılırlar.

c) Bileşik Heceler:
Bu heceler de Arapça ve Farsça’dan geçen kelimelerimizde bulunur. Sesleri daha dolgundur. Ses değerleri bir buçuktur. Yani bir tam, bir yarım sesten oluşmuşlardır:
1 ― Bir uzun hece ile bir ünsüzden oluşanlar: ab, bâb.
2 ― Tok bir hece ile bir ünsüzden meydana gelenler: aşk, derd.
Ancak bu tip hecelerin sonumda (n) ünsüzünün bulunmaması gerekir. Sözgelişi can kelimesi bileşik bir hece sayılmaz. Çünkü (n) sessizi ile sona ermektedir. Bileşik heceler : ( - ∙) ile gösterilir. Aşağıdaki kelimelerin heceleri bileşiktir: mâhtâp, rûzgâr…
Mısra sonlarında, ister yarım, ister tam, ister bileşik hecelerden biri bulunsa da bu heceler bu heceler tam hece olarak sayılır:
Mef’û lü  fâ i    lâ  tün       mef’ûlü        fâ  i  lâ  tün
-   -  .         -   .   .    -             -   -    .         -  .   -     -
Eş’ â  rı       böyle  söyler       üstâd           söyleyince                                                                                                                                                Nailî
[ * ]  Tam hecelerin her çeşidi (―) ile gösterilir.
“Söyleyince” kelimesinin son hecesi yarım hece (.) olduğu halde mısra sonunda olduğu için tam hece sayılmıştır.
Aruzla yazılmış bir manzumenin ölçüsünü bulabilmek için yukardan beri anlatılan özelliklerle birlikte cüzülerden oluşan aruz kalıplarını muhakkak bilmek gerekir. Aruz vezni hecelerin niteliğine (keyfiyetine) göre oluşan bir vezindir. Bu bakımdan vezni oluşturan kalıpları bilmeden aruz konusunda konuşmak yersiz olur. Aruz kalıpları “düz kalıplar” ve “karışık kalıplar” olmak üzere ikiye ayrılır:
a)     Cüz, kalıpların bir parçasına denir. Mesalâ (fâilâtün) bir cüzdür. Düz kalıplar bir cüzün tekrarı ile yapılır:
Fâilâtün        fâilâtün         fâilâtün        fâilün
―  . ―- ―    ―- ― . ―-   ― . ―- ―    ―  . ―-
b)    Ayrı ayrı parçaların belli biçimlerde sıralanması yada aynı cinsten cüzülerin karışık bir       biçimde dizilmeleri ile meydana gelen kalıplara “karışık kalıplar” denir :

Mef’ û      lü       me  fâ –     î      lü       fe     û      lün
-      -       .          .     -         -       .       .        -      -
Akşam     yi-      ne   ak-  şam   yi-        ne    akşam
Ahmet Haşim

Mef’ û    lü         fâ  –  i   lâ    tü        mefâ-   î   lü       fâ   i    lün
-    -      .          -       .   -      .           .   -     -   .         -    .     –
Canlar   ve       rüp   senin   gi         bi  cânâ   ne      yetmişem
Fuzuli


Yorum: Divan şiirinde ahengi oluşturan vezne aruz denir. Aruz, çadırın ortasına dikilen direktir, bir çadırı nasıl direk ayakta tutarsa, divân şiirini de ayakta tutan en büyük unsur aruzdur. Araplar tarafından bulunmuş, İran edebiyatı ile edebiyatımıza girmiş ve Türklerde kendine özgü bir biçim almış olan ölçü biçimidir.
Bazı şeylerin değişmesi mümkün değildir. Buğdaya Hazreti Âdemden beri buğday diyoruz. Buğday çağ dışı diyebiliyor muyuz? Demek ki bazı şeylerin değişmesine imkân yoktur. Bunlar kültürdür, kültürler, birikimler değişmez. Şiir sanatı da böyledir. Binlerce yıldan beri meydana gelmiş inceliklerden birikimlerden oluşur.
Milletlerin birbirinden etkilenmesi doğaldır. Arap edebiyatından gazeli İran’dan rubaileri almışız. Tüm bunlardan milli bir zevk meydana getirmişiz. Bu değerleri inkâr edemeyiz, atamayız. Atmaya kalkışmak gericilik olur.
Mehrali CALP

Divan Nesri ve Edebi Nesir

Divan Nesri ve Edebi Nesir Hakkındaki Görüşlerim:

Divan nesri, konudan ziyade biçime önem vermiştir. Nesirler, biçim olarak olağanüstü bir şekilde yazılmaya çalışılmıştır. Yazarlar,  şairane cümleler kurma peşindedir. Divan nesrinin dili ağır ve kapalıdır. Özellikle sanatlı ve mecazi söyleyişler sıkça kullanılmaktadır. Bu sanatlı ve mecazi söyleyişler, süs unsurunu kuvvetlendirmek içindir.
           
Divan nesrinin önemli özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

  1. Bu nesir, Türkçe,  Arapça ve Farsça karışımıdır. Yazarlar, sadelik kuralını hiçe sayıp ağdalı bir biçimde yazmayı her şeyden yeğ tutarlar. Meydana gelen nesri anlamak bir hayli güçtür. Hatta çok zaman imkânsızdır.
  2. Divan nesri uzun cümlelerle örülmüştür. Noktalama işaretleri kullanılmaz. Cümleler çok zaman (-ip, -erek, -icek…) gibi bağ-fiillerle birbirine bağlanarak uzun dizilerin oluşumu sağlanır.
  3. Divan nesrinde Türkçe cümle kuruluşuna dokunulmamıştır.(Özne–Tümleç–Yüklem)[*] sırası her ne kadar bozulmamış ise de, cümle içine çok sayıda Arapça, Farsça tamlamalar katılmış, cümlenin anlaşılması güçleştirilmiştir.
ç.         Fikirden çok süse önem verilmiştir. Bu süs art arda getirilen isim ve sıfat tamlamalarıyla oluşmuştur. Bol bol “seci” kullanılmıştır.
d.          Divan nesrinin bir adı da “Osmanlıca”dır.

1. EDEBİ NESİR

Edebi nesir ise, divan nesrinin en şatafatlı nesir türüdür. Biçimde mükemmellik ve olağanüstülük söz konusudur. Yazar, bu nesir türünde bütün maharetlerini konuşturur ve şairane bir üslupla hareket eder. Bu nesir türü, divan nesrinin biçim özelliklerinin harikulade bir şekilde kullanıldığı nesir türüdür. Edebi nesrin terim adı  ‘inşa’dır. İnşa yazanlara  ‘münşi’  denir. Münşinin kaleme aldığı inşalara ‘münşeat’ adı verilir. Sinan Paşa, Lamii Çelebi, Veysi ve Nergisi en önemli münşilerdir.   

Divan nesrinin en yapmacıklı ve en gösterişe kaçan koludur. Fikir daima ikinci plandadır. Başlıca amaç,  şatafatlı bir anlatımdır. Bunun için de grup halindeki isim ve sıfat tamlamaları, hiç duyulmamış Arapça ve Farsça kelimelerin kullanılması anlatımı süse boğar. Böyle bir tutum çok kez anlaşılma imkânını tamamen ortadan kaldırır. Yazarların bütün didinmeleri “şairane” olabilmeyi sağlamaktır.
Edebi nesrin terim olarak adı ‘inşa’dır. İnşa yazanlara ‘Münşi’ denir. Münşinin kaleme aldığı inşalara ‘Münşeat’ adı verilir.
Önemli münşileri şöyle sıralayabiliriz: Sinan Paşa, Lamii Çelebi, Veysi, Nergisi
Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp

DİVAN EDEBİYATINDA NESİR (DÜZYAZI):

 DİVAN EDEBİYATINDA NESİR (DÜZYAZI):


 

 1. Sade Nesir




  • Halkı eğitmek ve bilgilendirmek için yazılan sade bir dille yazılmış nesirlerdir.

  • Bu nesirde; halka yönelik masal, efsane, öykü, destan, dinî ve tasavvufî konular işlenir.

  • Aşıkpaşazade, Mercimek Ahmet (Kabusname), Kul Mesut (Kelile ve Dimne) Evliya Çelebi (Seyahatname)...



   2. Orta Nesir




  • Genellikle Tarih ve bilim kitaplarında görülebilen nesirdir.

  • Ustalık göstermek amacı olmadığı hâlde yine dedili sade nesirden ağırdır.

  • Katip Çelebi’nin bazı eserleri ve Naima Tarihi, Aşıkpaşazade,, Ebülgazi Bahadır Han, Peçevi, Mütercim Asım



   3. Süslü (Sanatlı) Nesir




  • Bu nesre medrese öğrenimi görmüş, Osmanlıca’yı iyi bilen yazarlar yönelmiştir.

  • Bu nesirde; seci (düz yazıda kullanılan kafiye), söz ve anlam sanatları ve uzun cümleler görülür.

  • Dil, yabancı sözcükler  ve ağır tamlamalarla yüklüdür.

  • Sanatçı ustalığını gösterme amacı güder.

  • Ahlâk ve felsefe konularının işlendiği eserlerde , mektuplarda ve tezkirelerde görülür.

  • En güzel örneklerini veren yazarlar şunlardır: Sinan Paşa (Tazarruname), Veysî, Nergisî...


  Tezkire:




  • Ünlü kişilerin hayatının (biyografilerinin) toplandığı eserlerdir.

  • Tezkiretü’ş-şuara / tezkire-i şuara (şair), tezkiretü’l evliya (evliya), tezkiretü’l-hattatin (hattat), tezkire-i ilmiye (alim), tezkire-i musikişinasan (müzik sanatçıları)

  • Tezkireler ilk defa Acem(İran) edebiyatında ortaya çıktı.

  • İlk tezkiretü'ş-şuara’sını Ali Şir Nevai yazdı: Mecalisü'n-Nefais



  Tarih:




  • Tarihi olay ve kişilerin anlatıldığı eserlerdir.

  • Örnek: Naima Tarihi,Peçevi Tarihi,  Tarih-i Cevdet...




Sefaretname:





  • Siyasî bir görevle yurtdışına gönderilen kişilerin  gittikleri yerleri anlattığı eserlerdir.

  • Eser: Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi- Sefaretnamesi




Seyahatname:





  • Yazarların gezip gördükleri yerleri siyasi,kültürel,coğrafi olarak anlattıkları eserledir.

  • Seyahatnameler tarihi bir belge niteliği de taşırlar.

  • İki eser: Piri Reis-Kitab-ı Bahriye; Evliya Çelebi-Seyahatname


 

  Siyasetname:




  • Yöneticilik sanatına alakalı bilgiler ve yöntemler veren edebi eserlerdir.

  • En önemli ve ilki ise Yusuf Has Hacib’in Kudatgu Bilig adlı kitabıdır.

  • Siyasetnamelerin en ünlüsü muhakkak ki  Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün Siyasetname’sidir.



  Münazara:




  • Birbirine zıt  iki öğenin ya da karşıt iki görüşün karşılaştırıldığı yapıtlardır.

  • Şiir ya da düzyazı olarak yazılabilir.



  Münşeat:


Mektuplardan ya da farklı konulardaki düzyazılardan oluşur.

a. Resmi yazılardan oluşan münşeatlar

b. Her türden kişinin mektuplarından oluşan münşeat

C. Şairlerin mektuplarından oluşan münşeatlar.

 

  Surname:



  •   Düğün törenlerinin anlatıldığı eserlerdir.


  Gazavatname:



  •   Kahramanların savaşlarının anlatıldığı eserlerdir.


  Evliya Tezkiresi:




  • Din büyüklerinin gerçek ya da efsaneleşmiş hayatları ve kerametlerinin anlatıldığı eserlerdir.

  • Vaazlar ve ahlaki öğütler de yer alır.

  • Sinan Paşa (Tezkiretü’l-Evliya), Ahmed Hilmi (Ziyaret-i Evliya)



  Kısas-ı Enbiya:




  • Peygamber kıssalarının anlatıldığı eserlerdir.



  Siyer:




  • Hz. Muhammed’in ve dört halifenin hayatının anlatıldığı eserlerdir.



  Hilye:




  • Peygamberimizin iç ve dış özelliklerinin anlatıldığı eserlerdir.



Sabah Dershanesi Alıntı..............................................

 


Divan Edebiyatı Nazım Şekilleri

1.TERKîB-İ BEND


 

Bentlerle kurulan uzun bir nazım şeklidir. Her bent iki bölümdür. Birinci bölüme terkîb-hâne adı verilir. Kıt’a da denir. Genellikle  bend terimi kullanılır. Her bent,  5 ile 10 arasında  beyitlerden oluşur. Bentlerin uyak düzeni de  gazelin uyak düzenine  benzer. Bazen bentlerin bütün dizeleri her bentte ayrı ayrı  kendi aralarında kafiye (uyak) lenir. Bent sayısı 5 ile 10 beyit arasında değişir. Daha artık da olabilir. Bendin en son beytine vasıta beyiti ya da başka bir ifadeyle  bendiye denir. Bu beyit her bendin sonunda değişir ve kesinlikle kendi dizeleri arasında bentten ayrı olarak kafiye (uyak) lenir. Terkîb-i bendin kafiye (uyak) düzenine baktığımızda:  

aa  xa  xa  xa  xa  bb – cc  xc  xc  xc  xc  dd  ...

 

                                            TERKîB-İ BEND


1

Sanman bizi kim şîre-i engûr ile mestiz

Biz ehl-i harâbattanız mest-i elestiz

Ter dâmen olanlar bizi âlûde sanır lik

Biz mâil-i bûs-i leb-i câm u kef-i destiz

 

2.TERCİ`İ BEND


 

Biçim ve uyak yönünden terkib-i bende benzer. Yalnız, terci`-i bend de, bendleri birbirine bağlayan vasıta beyitleri her bendin sonunda yenilenir. Her biri 10 beyte yakın,10-12 bentlik bir şiir de bütün bentlerin böyle tek beyte bağlanabilmesi için,mana  yönünden hepsinin bu beyitle ilgilisinin  olması gerekir.  Her bendin sonunda Vasıta beytinin yinelenmesi şiire bir tek güzellik verdiği gibi anlam ilgisi kurma bakımından da güçlük doğurur.

Terci, bentlerde genellikle Tanrının gücü evrenin sonsuzluğu doğanın ve yaşamın karşıtlıkları gibi konular işlenir .Örnek:

Düşüp damı havaya hasreti gül –zâr-ı kaldım ben

Gidip nefh –i mesiha –veş sabah bimâr kaldım ben

Gül-i ümmid soldu müptelâ –i hâr kaldım ben

Bu gülşen  külhan oldu çeşmime  na-çâr kaldım ben

 

Şarâb –ı yese düştüm teşne –ı didâr kaldım ben

Başımdan aştı seyl-ab-ı keder bizâr kaldım ben

3. MÜSTEZAD:


 

Müstezadın  sözlük anlamına baktığımızda “artmış,çoğalmış,ziyadeleşmiş,  “ demektir.Divan Edebiyatı nazım şekli olan  Gazelin özel biçimine denir. Uzun dizeler ardına   kısa bir dize ekleyerek yazılır.Sonradan eklediğimiz  bu kısa dizeye ziyade denir. Uzun dizenin ölçüsüne bakacak olursak;

mef’ûlü  mefâ’îlü  mefâ’îlü  fa’ûlün;

Ziyade olan dizenin ölçüsü de ana kalıbın ilk ve son parçalarından oluşan

mef’ûlü    fa’ûlün’dür.

Sona eklenen ziyadelerin  asıl dizenin anlamını  tamamlar  asıl dizeden uzaklaşmayan nitelikte olması gerekir. Fakat genellikle  bu kurala  dikkat edilmeyerek  kısa dizelerden yalnızca şiirindurağanlığını yok etmek için yararlanılmıştır.

Örneğin, İzzet Molla’nın 3 beytini aldığımız aşağıdaki  müstezadında “Te’sîr-i  lisânın “  ve  “Bu bâğ-ı fenânın” ziyadeleri  “gerçekten ziyadedir” :

 

Bülbül yetişir  bağrımı hûn etti figânın

Zabt eyle dehânın

Hançer gibi deldi  ciğerim tîğ-i zebânın

Te’sîr-i lisânın

Çok çekti gam-ı  hârını gülzâr-ı  cihânın

Bu bâğ-ı fenânın

4. KIT’A:


 

Kıt’anın  sözlük  anlamına baktığımızda  ”cüz,parça, bölük, ”dür. Sadece ikinci ve dördüncü  dizeleri birbiriyle  uyaklı olan 2 beyitten oluşan nazım biçimine  denir. Bu türlü kıt’alara baktığımızda    genellikle dörtlük adıyla anılmaktadır.

Kit'a aların Uyak düzeni şöyledir:  x a – x a

Kıt’alarda,   beyitler arasında anlam birliği bulunur anlam süregelir  ve beyitler devamlı birbirini  tamamlayıcı niteliktedir. Kıt’a  nazım biçiminde şair mahlasını(Adını) kullanmaz. Fakat istisnai olarak  mahlas kullanılmış kıt’alar da vardır.

Kıtaların konuları çok çok değişiktir. Önemli bir düşünce,nükte, hikmet,  yergi olabilir. Örnekler:

Kalem olsun eli ol  kâtib-i  bed-tahrîrin

Ki  fesâd-ı  rakamı  sûrumuzu  şûr eyler

Gâh bir harf sukûtiyle eder nâdiri nâr

Gâh bir  nokta kusûriyle gözü kûr eyler;

(Fuzûlî)

Divan Nesri ve Edebi Nesir

 

 

Divan Nesri ve Edebi Nesir Hakkındaki Görüşlerim:

 

Divan nesri, konudan ziyade biçime önem vermiştir. Nesirler, biçim olarak olağanüstü bir şekilde yazılmaya çalışılmıştır. Yazarlar,  şairane cümleler kurma peşindedir. Divan nesrinin dili ağır ve kapalıdır. Özellikle sanatlı ve mecazi söyleyişler sıkça kullanılmaktadır. Bu sanatlı ve mecazi söyleyişler, süs unsurunu kuvvetlendirmek içindir.

           

Divan nesrinin önemli özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

 

  1. Bu nesir, Türkçe,  Arapça ve Farsça karışımıdır. Yazarlar, sadelik kuralını hiçe sayıp ağdalı bir biçimde yazmayı her şeyden yeğ tutarlar. Meydana gelen nesri anlamak bir hayli güçtür. Hatta çok zaman imkânsızdır.

  2. Divan nesri uzun cümlelerle örülmüştür. Noktalama işaretleri kullanılmaz. Cümleler çok zaman (-ip, -erek, -icek…) gibi bağ-fiillerle birbirine bağlanarak uzun dizilerin oluşumu sağlanır.

  3. Divan nesrinde Türkçe cümle kuruluşuna dokunulmamıştır.(Özne–Tümleç–Yüklem)[*] sırası her ne kadar bozulmamış ise de, cümle içine çok sayıda Arapça, Farsça tamlamalar katılmış, cümlenin anlaşılması güçleştirilmiştir.


ç.         Fikirden çok süse önem verilmiştir. Bu süs art arda getirilen isim ve sıfat tamlamalarıyla oluşmuştur. Bol bol “seci” kullanılmıştır.

d.          Divan nesrinin bir adı da “Osmanlıca”dır.

 

1. EDEBİ NESİR

 

Edebi nesir ise, divan nesrinin en şatafatlı nesir türüdür. Biçimde mükemmellik ve olağanüstülük söz konusudur. Yazar, bu nesir türünde bütün maharetlerini konuşturur ve şairane bir üslupla hareket eder. Bu nesir türü, divan nesrinin biçim özelliklerinin harikulade bir şekilde kullanıldığı nesir türüdür. Edebi nesrin terim adı  ‘inşa’dır. İnşa yazanlara  ‘münşi’  denir. Münşinin kaleme aldığı inşalara ‘münşeat’ adı verilir. Sinan Paşa, Lamii Çelebi, Veysi ve Nergisi en önemli münşilerdir.   

 

Divan nesrinin en yapmacıklı ve en gösterişe kaçan koludur. Fikir daima ikinci plandadır. Başlıca amaç,  şatafatlı bir anlatımdır. Bunun için de grup halindeki isim ve sıfat tamlamaları, hiç duyulmamış Arapça ve Farsça kelimelerin kullanılması anlatımı süse boğar. Böyle bir tutum çok kez anlaşılma imkânını tamamen ortadan kaldırır. Yazarların bütün didinmeleri “şairane” olabilmeyi sağlamaktır.

Edebi nesrin terim olarak adı ‘inşa’dır. İnşa yazanlara ‘Münşi’ denir. Münşinin kaleme aldığı inşalara ‘Münşeat’ adı verilir.

Önemli münşileri şöyle sıralayabiliriz: Sinan Paşa, Lamii Çelebi, Veysi, Nergisi

Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp