aşk konulu deneme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aşk konulu deneme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Aşkın Kozasından Çıkışı

Kariyerinin doruklarında, keskin yüz hatlarına sahip, evliliği bir gün bile aklından geçirmemiş genç adam telefonun diğer ucunda, kariyerinin daha en başlarında, masumiyeti ses tonunda bile hissedilen genç kadının yüzünü çizmeye çalışıyordu hayalinde. O birkaç dakikalık zaman diliminde birçok şey konuşmuşlardı iş adına ama hiç birini hatırlamıyordu genç adam. Büyülenmişti sanki. Günlerce o ses çınladı kulaklarında, günlerce genç kadının hayalinde ki yüzünü seyretti. Genç kadın bütün bunlardan habersiz günler sonra tekrar aramıştı genç adamı. Daha kendisini tanıtmadan tanımıştı karşıdaki ses genç kadının sesini. Genç kadın hala habersizdi genç adama neler yaptığından. Adam bir gün bile gidip görme gereği duymamıştı genç kadını. Çünkü o telefondaki sese, hayalindeki yüze çoktan âşık olmuştu ve korkuyordu hayalindeki yüzün kaybolmasından.


Bir gün genç kadının firmasına gitmesi gerekiyordu ve genç adam heyecandan ölecek gibiydi. Olabildiğince geç gitmeyi planlıyordu genç kadınla karşılaşmamak için. Ve öylede yaptı. Ama daha kapıyı açar açmaz karşısına dikilmiş, ona gülümseyerek bakan bir çift göz ile karşılaştı ve o an anladı telefondaki sesin sahibiyle karşılaştığını. Tıpkı hayallerindeki gibiydi. İnsan hiç görmediği birini hayal edebilir mi? O etmişti ve o hayale umutsuzca âşık olmuştu. Kimdi, kimin nesiydi, evlimiydi, bekâr mıydı? Bunları hiç düşünmemişti daha önce…


Genç kadının gözlerinde defalarca kendisini kaybedip-kaybedip geri buldu… Hiçbir şey düşünmüyor, yalnızca hayalindeki yüzle gördüğü yüzü karşılaştırıyor ve hayretler içinde olduğu yere mıhlanmış gibi hareketsizce duruyordu. Kadının gülümseyen yüzüyle söylediği iki kelime bozdu bu gürültülü sessizliği. “kapıda kaldınız” genç adam şöyle toparlaya bildi kendisini. “ ah kusura bakmayın, yanlış geldim sandım. Yeni başladınız sanırım” böylece ilk yalan söylenmiş oldu…


Genç adam geç kalarak, âşık olduğu kadınla karşılaşmama ihtimallerini düşünürken bilmiyordu, aslında toplantı yapacağı kişinin genç kadın olduğunu! Şaşkındı, heyecanlıydı, hatta kelimeleri yutuyordu ve sadece dua ediyordu genç kadının şüphelenmemesi için.
Hiç belli etmese de kadında etkilenmişti bu keskin yüz hatlarına sahip, sesiyle her kadını büyüleye bilecek olan genç adamdan. Bir taraftan iş konuşuyor ama diğer taraftan söylediklerini saniyesinde unutarak “ Allah’ım ne kadar güzel gözleri var” diyordu içinden.
Genç adam köşeye sıkışmış gibiydi, sesi titriyor, avuçları terliyor, hiçbir ikrama dokunmuyordu bile.


Genç kadında en az genç adam kadar umutsuzdu. Onu tanımıyordu, evlimiydi bilmiyordu, kafese kapatılmış bir kuş gibi çaresizce çırpınıyordu. Genç adama belli etmemek için sürekli konuşuyordu hatta farkında değildi belki ama bir söylediğini bir kez daha söylediği oluyordu. Fakat genç adam kadını dinlemiyordu bile.


Saatler geçmişti fakat hala bu uzun toplantı bitmek bilmiyordu. Herkes mesaisini çoktan bitirmiş ve evlerinin yolunu tutmuştu bile. Son söz kadının dudaklarından döküldü. “sizi tanıdığıma gerçekten çok memnun oldum. Birlikte güzel işler yapacağımıza eminim. Bu günlük bu kadar iş yeter sanırım.” Genç adam onaylar gibi başını salladı ve çıkış kapısına doğru yöneldiler. Fakat kapı kilitliydi. Bekçi ofisi boş sanıp kapıları çoktan kilitlemişti.
Aslında o an yapılacak bir sürü şey vardı. Birilerini arayarak kapıyı açtırabilirlerdi fakat ikisi de bunu istemiyordu. Çaresizce toplantı odasına geri döndüler. Atıştıracak bir şeyler buldular ve koyu bir sohbet başladı aralarında ama ikisi de tehlikeli sorulardan uzak duruyorlardı sözleşmişçesine. Saatler hızla akıp gidiyordu ve ikisi de o an zamanın durmasını istiyordu. Konuştular, konuştular, konuştular… Saatlerce güldüler birbirlerinin anlattıklarına. Aralarında ki kalın duvarlar yerle bir olmuştu çoktan ama yıkılmayan şeffaf bir duvar vardı hala, ikisinin de çok net görebildiği fakat umursamadığı. Birlikte iyi vakit geçiriyorlardı, yıllardır tanışıyormuşçasına yakın ama garip bir şekilde uzak… Dudakları başka konuşuyordu gözleri başka… Sevmişlerdi birbirlerini bu kısacık zamanda.
Artık sabah olmuştu ve uyuyup kalmışlardı fark etmeden. Daha doğrusu genç kadın uyumuştu fakat genç adam sabaha kadar uyumayı aklından bile geçirmeden kadının yüz hatlarını defalarca ezberlemişti. Kadın gözlerini açtığında iki çift göz ile karşılaştı. Ölecekmiş gibi heyecanlandı. Genç adam kendisini kaybetmiş bir şekilde nerdeyse gözleri kadar yakındı genç kadına. Tek kelime bile söylemeden bakışlar tercümanı olmuştu duygularına. Genç adam daha da yakınlaştı ve kadının yanağına küçücük bir buse bıraktı. Bir çiçeğe dokunurcasına narin, bahar rüzgârı kadar yumuşak bir buse…
Genç kadın konuşamıyordu ve hiç hareket etmeden genç adamın gözlerine bakıyordu buğulu gözlerle. Genç adam telaşlandı, pişman oldu duygularına hâkim olamadığı için. Ayağa kalktı ve hiçbir şey söylemeden çıkıp gitti sessizce.


Bu ilkti belki ama son görüşmeleri değildi ve ikisi de bunun farkındaydı.
Bir sonra ki görüşmeleri aylar sonra gerçekleşti. İkisi de hiçbir şey yaşanmamış gibi davranıyor, her soruya kestirme ve kaçamak cevaplar veriyorlardı. O akşam iş yemeğine çıkmaları gerekiyordu yabancı bir gurupla. Deniz manzaralı çok güzel bir yer seçtiler yabancı misafirleri için. Yol boyunca iş dışında hiçbir şey konuşmadılar. Mekâna geldiklerinde her şey sıradan bir iş yemeğiydi ikisi içinde. Ta ki yabancı misafirlerinden biri şu soruyu sorana dek! “madam nişanlınız nasıllar acaba?” bu cümle tüm sükûneti bozmuştu. Sesli olmasa da aralarında ve yalnızca ikisinin bildiği bir dilde gürültülü ve tutku dolu bağırışmalar, çığlıklar kopuyordu. Kıyametler kopuyordu her ikisinin de içinde. Genç adamın rengi küle dönmüştü. Genç kadın ise çaresizlik içinde çırpınıp duruyordu.


Yemek bitti, misafirler otellerine bırakıldı ve genç adam tekrar direksiyonun başına geçti. Son derece süratli kullanıyordu aracını. Kadın içinde fırtınalarla boğuşmaktaydı ve farkında değildi genç adamın öfkesinin. Araç bir kayalığın dibinde durduğunda anlaya bildi genç kadın olup biteni. Söylenmeyenler söylenecek, bozulmasını istemediği büyü bozulacaktı artık.


Genç adam aracın kapısını açtı ve dışarı çıktı. Sert bir şekilde kapıyı geri kapattı. Kadın korkuyordu ve olduğu yerde kıpırdamadan sadece ağlıyordu. Aralarında bir şey yoktu ki, hesap vermek zorunda değildi hiçbir şeyden dolayı ama ağlıyordu işte. Peki ya genç adam; onun da bir gerekçesi yoktu ki bütün bu yaptıklarına.
Genç adam bir kayanın üzerine oturmuş, başını ellerini arasına almış düşünüyordu. Öfkesi yatışmış gibiydi. Kadın arabadan indi ve genç adama doğru yöneldi. Fakat genç adam beklediği konuşmayı yapmak istemiyordu. Hem ne diye bilirdi ki? Ayağa kalktı ve “deniz havası iyi geldi. Artık gidebiliriz.” Diyebildi yalnızca. Ve böylece ikinci yalanda söylenmiş oldu.


Gittikçe kısalması gereken yol bir türlü kısalmıyor aksine uzadıkça uzuyordu ama ikisi de müdahale etmiyordu duruma. Onlar konuşmasalar da duyabiliyorlardı birbirlerinin sesini. Ne adam sormak istiyordu cevabını bildiği soruyu nede kadın söylüyordu ikisinin de bildiği gerçeği.


Nihayet yol bitti ve genç adam genç kadının kapısının önünde istemeyerekte olsa frene bastı. Genç kadın tam inmek üzereyken vazgeçti, geri oturdu. Tuhaf bir şekilde gitmek istemiyordu. Çünkü biliyordu ki bu onların son görüşmesi olacaktı. Adam da farkındaydı bunun ve hiçbir şey sormadan gaza bastı sadece. Gittiler, gittiler, gittiler… Ve nihayet bir yerde durabildiler. Genç adam kadına döndü ve artık bildiğini sandığı cevapları reddederek kadının dudaklarında kayboldu. Artık cevap aramıyorlardı. Çünkü söylemeseler de cevap belliydi “seni seviyorum genç adam, seni seviyorum genç bayan” …

İlknur dinçel hikaye

Nasıl Böyle Rahatsın Ki

Her gün gördüğüm güllü çöreksin artık yitirdiğim değil yitirdiğinim şimdi...Hani sana hasrettim ya yüzüne ellerine ruhuna,dindirdim içimdeki seni.Bugün araba kullandın mesela sen bilmezdin artık öğrenmişsin saatini hangi koluna taktığına kadar gözlemliyorum 
artık...Her merdivenlerden inişimde seni göreceğimi bilerek katlanıyorum bu sokağa...


Geçenlerde yine aşağaya indim tam seni balkondan seyrettiğim her an beklediğim balkona çık bir göreyim dediğin kaldırıma dikildim...Artık ben bakınıyordum nerede acaba diye...İşte geldin sevgili yanında bir başkasıyla ellerinizde aldıklarınız !


Çoktan kapanmış o hiç açmadığın yaram ve o hiç sevmediğin zamanların.Bende inanmışım sana inandırmışsın işte.Bana doğru yürüdün her adımına baktım dikkatlice...Hani bir şarkı var ya ne de güzel yazmış yazan `Nasıl böyle rahatsınki ,sanki hiç birşey olmamış gibi` Baktın tam o kapkara dediğin gözlerime baktın baktın içine içine içime işledin...Ben yanındakine değil sana baktım sevgilim.Yüzüne ellerine adımlarına baktım...
Benden sonra hiç görmediğim yanlarına bakıp senden nefret ettim...


Tuba ALTINIŞIK

Ben Sevdamızın Kitmiri

Tabutlarımızı asıp gitmeler üstüne dualar yazıp uzaklaştım. Seninle ilk buluştuğumuz yer çok sevip ,çok yaşayan, çok severek ayrılanların türbesi olmuş.Toprağa damlayan gözyaşlarında kavak ve sedirler büyümüş orda.Koyu bir gölge.Oturdum. Ayrılık sıcağından kavrulmuştum, serinlendim oracıkta.


Biten sevdaların ince dalının yaprakları yüzüme savruldu. Tutkuları ve dolu dolu aşkın meyvesinden yedim biraz.


Unutur gideriz mi diye çok düşünmüştüm. Hayalinin zimmetine geçen özlem suları akıp giderken, ben senin cennetinden kovulan son azazil miyim ki gülüm? Dün senin Ademindim.Dün senin Ferhadın olarak hadlerimin dağını deliyordum.İstanbul’a senli çöller oluşturdum sırf sen Leyla olarak gezesin kum taneleri üstünde.Sen yalın ayak ,yalınç sevgilerle salına salına yürürken çıkardığın tozları topladı visal kumbaram. Bekleyişler, özleyişler, serzenişler ,ahlar,hayıflanmaları heybeme aldım.Bindim akılsızlığımın eşeğine seni aradım Gobi çölünde.Uçsuz bucaksız sevdalar yaşadın, serabına kadar yanaştım.Serap gördüğüm gece ömrünü çürütmek için başını koyduğum omzumda Serap vardı gitmenin gülü.


- Benim neyim eksikti ki…Bu yabancı tenin dikenli tellerinde ,o yabancı eller benden fazla ne verdi ki sana.Paslı yüreğimin kopyası bu şirin dudaklarımdan ne fazlası vardı,ruj lekesi bırakılan ihanet zamanlarında. Hangi zaman ,hangi nefes anlık nefesiniz paklar.
- Benim neyim eksikti ki…Senin uğruna bıraktığım kentim mi sayam,rahmetli babama gitme kızıma rağmen.Hangisine ,beni isteyen yüze yakın erkeğe gitmeyişe mi…Hangisini sayayım sana…Hangi şiirin, hangi öykün, ya da uğruma yazacağın hangi romanın bu lekeyi temizler.
- Ve şairim, geleceğim, aşk masalım, her şeyimi verdiğim,bütün ilklerimi yaşadığım can erkeğim benim neyim eksikti söyler misin?
Sus …
-Sus bu sözlere hangi yürek dayanır, hangi gözyaşları kurutur bu aşkın mürekkebini düşündün mü?
Sus.


Susmak bazen ibadettir. Sus gönlümün pınarı. Her susuşun bir cevap akıttığın zer olsun. Her susuşun, sabrın olsun. Her susuşun, duan olsun. İçten yakarışının adı olsun, susuşun. Bekleyişinin, umut edişinin, inancının, sevdiğinin vurgusu olsun, susuşun.Susuşun uslanmanın suyu olsun.Suyun susmak olsun bütün kirli emellere.Hatalarımı gözyaşı pınarında yıkamayı nasip kıl gitmenin kedisi.Beni susturman namümkün.
Sus ki aşkın kafiri olarak ilan ettiği aşk cennetine belki bir gün Kevserlerinden içerim.Sen yaralı bir melek olarak Havva Ana ile benden konuşun.Beni anlat,masalımızı anlat,sevdiğimiz şarkılarda yaşat beni.


Her damla gözyaşını orda canlı canlı izlersin.Her damlası bir acının filmi gibi içimde oynanır bunu da düşün yaralım.
Aşk sofrasına yeni yüzler kurulur,feryadımın telleri kopar seni çalar dargınlıklar.
Aynı tabaktan aşımızı kaşıkladığımız günlerin hecesinde beni şiir eyle ruhunun gazeline.Ünlü gazelhan ,Kazancı Bedih ,beni çalsın .
Biraz da sen çal yaralım.Biraz da sen oyna,yaralarımın kabukları üstünde.
Aynı aynalarda tarandığımız günleri tara. Aşındırılamayan
Aşkın tozlu yollarında o sol ağrıyla yaşamayı asla bırakma.
Uzak kalışlardaki umutsuzluğa aklandıkça incili tutkularımıza beni adak büyüt sevda bahçemizde.Bir günler gelir diye besle beni önce kırılmışlıklarınla, gözyaşlarınla,sonra pişmanlıklarımı yem olarak atıver.


Sakinleşmelerin sakisi olarak şuhlarınla aşkın şarabını içir bana.
Bu ayrı kalışın atlasında başka dağ,nehir, şehir yok, her yeri sen kaplamışsın.Yükseltileri umutlara göre değişen,suları gelişine göre dalgalı,ovaları senin ruhunun verime göre hasada nazarlı,yaralı, ümitleri tükenmeyen aşk devletimin nazlıcanı gel şehirler içre şehirler büyüten özlemlerime başkent ol yeniden.
Yitmiş bin ruha, sancısı unutulmuş bir aşkın huzurunu derledim.
Bir can bir canana ağladıkça ,benim de yüreğimden özlemim buzulları kopar ve sıcak iklimlerin umut karesinde kafiyelenir gelişler.
Hiç yaşanmışlıklardan ya da yaşanılacaklardan arınmış bir senaryoda, tanrının kalemi de değmiş olmalı bu filmin sonlarına.Kahramanı ikimizden ibaret sanırdım,her kötü sonun sonlarını derleyerek bir umut olarak bütün filmlerde olduğu gibi yaralı da olsa kavuşacağımı sandım hep.. İncinmiş yüreğinin götürdüğü sonları düşünememişim yaralım.
Tüm bunlardan sonra, yeni bir senaryo yazdırmamı yasakladı aşkın melekleri. Sözcüklerini as yüreğinin kara tahtasına. Ruhundan dökülmemiş ve hala söylenememiş binlerce güzelciklerden


Bir şeyler arındırarak bu da kadermiş öteden fazla ders çalışmayacam gül yaralım.
Ben sevdamızın `karabaşıydım`,kitmirden daha sadık bilirdin.Oysa değilmişim demek.Gitmelerin sokağına bıraktın belediye zehirledi.Sense yüreğimin `minnoşu`, bütün duygularımla yumak yumak oynadın,ısırdın ta tutkularımdan hatta bütün benimden.Şimdi yanık bir ciğerciğinin kedisi,henüz bir ismin yok,henüz bir yürek evin yok yaralım.

Hayrettin Taylan

İÇİMİZDEN BİRİ

Sessiz bir çığlık, beklenen bir son, renklerin ahengi ve daha neler neler… Birçok şey söyleyebiliriz sonbahar hakkında; ama hiç kimse bir sevgilinin ölümüne benzetemez sonbaharı. Çünkü her yıl ölmeyi kim neden istesin ki? Bunu ancak deliler gibi âşık olan ve sevdiğine biran önce kavuşmaya çalışan biri yapar. O da sonbahar.

Renkler bile bir başka güzel ve anlamlı sonbaharda. Bazen nazlı bir yârin utangaç halini bazen de genç bir delikanlının mahcup duruşunu yansıtır sonbahar.
Bir hasretliğin başlangıcıdır sonbahar; doğaya, hayvana olan hasretin. Bazen bir kuşun yuvasına olan özleminin bazen de bir ağacın ilkbahara kadar olan sessiz bekleyişinin hikâyesidir sonbahar.

Sonbahar herkes olabilir. Belki Ferhat, belki Mecnun belki de Leyla. Ne de olsa o içimizden biri

MESUT YILMAZ

KATLİ CAİZDİR SATIRLARIMIN

 

 

Satırlarım intiharım... Satırlarım; aşkının uçurumlarına kadar gelip, kendimi sana bırakışlarım...

Düşün ki; milyon satır tükettim, yüreğimi ayaklarına kapaklanan gurur yitikliğimin gölgesinde! Düşün ki; milyon kelime kurban ettim, beş harfli sahtekâr adının puslu karanlığında! Düşün ki; milyon defa ambargo koydum bahar kokan satırlara ve milyon defa attım kendimi beş harfli adın kadar zehirli satırlara.

Katli caizdir varlığımın, bıraktığın yalnızlığın, hüzünbaz anıların ve sana dair her şeyin...

Satırlarıma davetsizce düşen gözyaşlarıma tezat, satırları soluklaştıran, harfleri oradan oraya kaçışmaya zorlayan sinsi bir gülümseme yerleşti dudaklarının kıvrımlarına, görebiliyorum! Eğik başıma inat, zafer kazanmış bir komutan edasıyla başın dik duruşunu hayal edebiliyorum.

Aşka inanmayan örümcek bağlamış kalbine acıyı anlatmak, bir ateiste Tanrı’yı anlatmaktan bile daha zor...

Sıradan bir acı değil, hayır! Senin gidişleri sıradan görmen kadar sıradan bir acı değil.

"Bu kez eğilmeyecek satırlarım üç kuruşluk aşkının karşısında. Bu kez, ucuzca gidişine pahalı duracak adam gibi kalışlarım" diye başlayan gururlu satırlar yazabilmek isterdim sana! Yerle bir olmuş gurur kırıntılarımı tekrar inşa edebilmek adına yaptığım hiçbir şeyin sonuç vermediğine şahit olurken, sek düş kırıklığı içiyorum doyasıya. Ve sinsi gülüşlerini görebiliyorum. Ama acele etme zafer çanlarını çalmak için. Uğurlara bin kere ölüp, sebepsiz uğurlanmak kadar acıtmıyor küçümseyişlerin.

Çok sevdiğim bir arkadaşımın da dediği gibi: "Döktüğüm her gözyaşının bin bir ahı var sana, utanmaz karakterine, yalnızca kendine gülen gamzene… Aşkı sevemeyişlerine hediyem olsun." diyebilmek isterdim sana.

Ama benim satırlarım sana değil bana ölüm, bana intihar.

Katli caizdir satırlarımın.

 

İLKNUR DİNÇEL

 

UÇURUMUN KIYISINDA

 

Uçurumun kıyısında,
Bir şiir oku sevgili.
Öyle bir şiir olmalı ki;
Beni çevirmeli, kıyısından...

Adam yalnız, umutsuz, yorgun, çıkmazda.
Uçurumun kıyısında, gözleri aşağıda. Deniz, durgun, cam mavi suları. Kayalar sessiz, kucaklıyor dingin dalgaları.
Ölümse eğer, bu güzel manzaranın ortasında olmalı.
Ah! Sevgili; Uğrunda neler verdiğim, sahip olmak için sana. Yaşamak seni, dolu dolu yaşamak, içimde ki tabuyu...

Sonun da attım senin için her şeyi, aklına ne gelirse: Maddi, manevi. Yaşamak seni delicesine…
Olsun, yaşanmalıydın sen, hazır fırsat varken.
Verilmişti zaten hayat hakkın da yanlış bir karar. Geriye dönüşü yok, yüzde yüz pişman olunsa da bu karardan, bilinerek alınmıştı, her şekilde, dönüşsüz bir yolculuk misali.

Şartlar vardı, sürükleyen bu karara. Büyük bir çıkmaz da hissetmişti.

Adam, bunalıma girmişti.
Yaşam zevki nedir bilir misin? Sevgili; Sahip olduklarına yaşama izni verildiği sürece mutludur insan. Bilir misin peki bunları?
Yanlış bir karar, yanlış adımlar, yanlışa yanlış cevaplar ve devam. Geriye dönmeden.
Battıkça battı adam, düştüğünü düşündü bir lağım çukuruna; debelendikçe, pislikler daha çok çekiyordu onu.
Önce anlamadı adam, battığını. Güzeldi her şey onun için;
Mimoza çiçeği vardı onun. Yıllar sonra açılabilmişti ona, yanındaydı şimdi en büyük rüyası, çiçeği onundu artık.
Ama çiçek... Üniversite yılların da ki, saf temiz, genç kız değildi. Yıllar anaç yapmış çiçeği; çiçek bencil, çiçek katı, güçlü... Ömür kısa. Çiçek biliyor bunu. Sevdalıklarını içiyor, dolu dolu. Adam farkında değil. Mimoza çiçeği onun. İstanbul’un kalabalık sokakları insan dolu; ama aslında yoklar. Sadece çiçek ve adam... Elleri elinde, teni, teninde, nefesi nefesinde, kör oldu adam. Bulutlar bu kadar güzel miydi? Yıldızlar bu kadar parlak. Mutluluk bu işte. Kimse yok karışan. Gelecek çiçekle, yeni bir hayat, yeni bir başlangıç...
Çiçek, adamın sunduğu aşkı içti, sonuna kadar. Bu yeni pınar, kadını mutlu etti belki de, belki de güzel gelmedi tadı.
Kadın kendine sunulan yeni aşktan çabuk sıkıldı. Başka pınarlar vardı etrafında. Onların da tadına bakmak istedi.
Ve bir gün... Apansız, vedalaşmadan, ne telefonları açtı ne de msn i...

Adam; yalnız, kırgın, son umut duvarı yıkıldı birden.
Sevgili; Ey hain aşk, yaşadım ya ben seni... Çiçeğim, mimozam benim... Kalmadı artık seninle hesaplaşmam. Büyü, yaşanmasaydı eğer, hep yaşayacaktı benimle.
Adam, yalnız...
Vedalaşır gibi hayattan, son rövanşını yaptı. Gitmeden yaşanmamış kalmamalıydı, hayatında. İçte ne varsa ukde hepsi yaşanmalıydı.
Dosta bir mail attı.

``Aldığım hiç bir karardan pişmanlık duymuyorum. Yaşanması gerekenler vardı, onları yaşadım. Sonu ama güzel  değil.
Hayatımda tarifi mümkün olmayan bir boşluk var, dolduramadığım ve adını koyamadığım.
Biraz daha direnirim hayata; sonra, vedalaşırım herkesle...``
Adam uçurumun kenarında; son kez sorguluyor kendini.
Ah! Sevgili ah! Bir şiir gönder bana, içimdeki boşluğu dolduran.

 

GÜL DENİZ YERSİZ