hayat konulu deneme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayat konulu deneme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Aşkın Kozasından Çıkışı

Kariyerinin doruklarında, keskin yüz hatlarına sahip, evliliği bir gün bile aklından geçirmemiş genç adam telefonun diğer ucunda, kariyerinin daha en başlarında, masumiyeti ses tonunda bile hissedilen genç kadının yüzünü çizmeye çalışıyordu hayalinde. O birkaç dakikalık zaman diliminde birçok şey konuşmuşlardı iş adına ama hiç birini hatırlamıyordu genç adam. Büyülenmişti sanki. Günlerce o ses çınladı kulaklarında, günlerce genç kadının hayalinde ki yüzünü seyretti. Genç kadın bütün bunlardan habersiz günler sonra tekrar aramıştı genç adamı. Daha kendisini tanıtmadan tanımıştı karşıdaki ses genç kadının sesini. Genç kadın hala habersizdi genç adama neler yaptığından. Adam bir gün bile gidip görme gereği duymamıştı genç kadını. Çünkü o telefondaki sese, hayalindeki yüze çoktan âşık olmuştu ve korkuyordu hayalindeki yüzün kaybolmasından.


Bir gün genç kadının firmasına gitmesi gerekiyordu ve genç adam heyecandan ölecek gibiydi. Olabildiğince geç gitmeyi planlıyordu genç kadınla karşılaşmamak için. Ve öylede yaptı. Ama daha kapıyı açar açmaz karşısına dikilmiş, ona gülümseyerek bakan bir çift göz ile karşılaştı ve o an anladı telefondaki sesin sahibiyle karşılaştığını. Tıpkı hayallerindeki gibiydi. İnsan hiç görmediği birini hayal edebilir mi? O etmişti ve o hayale umutsuzca âşık olmuştu. Kimdi, kimin nesiydi, evlimiydi, bekâr mıydı? Bunları hiç düşünmemişti daha önce…


Genç kadının gözlerinde defalarca kendisini kaybedip-kaybedip geri buldu… Hiçbir şey düşünmüyor, yalnızca hayalindeki yüzle gördüğü yüzü karşılaştırıyor ve hayretler içinde olduğu yere mıhlanmış gibi hareketsizce duruyordu. Kadının gülümseyen yüzüyle söylediği iki kelime bozdu bu gürültülü sessizliği. “kapıda kaldınız” genç adam şöyle toparlaya bildi kendisini. “ ah kusura bakmayın, yanlış geldim sandım. Yeni başladınız sanırım” böylece ilk yalan söylenmiş oldu…


Genç adam geç kalarak, âşık olduğu kadınla karşılaşmama ihtimallerini düşünürken bilmiyordu, aslında toplantı yapacağı kişinin genç kadın olduğunu! Şaşkındı, heyecanlıydı, hatta kelimeleri yutuyordu ve sadece dua ediyordu genç kadının şüphelenmemesi için.
Hiç belli etmese de kadında etkilenmişti bu keskin yüz hatlarına sahip, sesiyle her kadını büyüleye bilecek olan genç adamdan. Bir taraftan iş konuşuyor ama diğer taraftan söylediklerini saniyesinde unutarak “ Allah’ım ne kadar güzel gözleri var” diyordu içinden.
Genç adam köşeye sıkışmış gibiydi, sesi titriyor, avuçları terliyor, hiçbir ikrama dokunmuyordu bile.


Genç kadında en az genç adam kadar umutsuzdu. Onu tanımıyordu, evlimiydi bilmiyordu, kafese kapatılmış bir kuş gibi çaresizce çırpınıyordu. Genç adama belli etmemek için sürekli konuşuyordu hatta farkında değildi belki ama bir söylediğini bir kez daha söylediği oluyordu. Fakat genç adam kadını dinlemiyordu bile.


Saatler geçmişti fakat hala bu uzun toplantı bitmek bilmiyordu. Herkes mesaisini çoktan bitirmiş ve evlerinin yolunu tutmuştu bile. Son söz kadının dudaklarından döküldü. “sizi tanıdığıma gerçekten çok memnun oldum. Birlikte güzel işler yapacağımıza eminim. Bu günlük bu kadar iş yeter sanırım.” Genç adam onaylar gibi başını salladı ve çıkış kapısına doğru yöneldiler. Fakat kapı kilitliydi. Bekçi ofisi boş sanıp kapıları çoktan kilitlemişti.
Aslında o an yapılacak bir sürü şey vardı. Birilerini arayarak kapıyı açtırabilirlerdi fakat ikisi de bunu istemiyordu. Çaresizce toplantı odasına geri döndüler. Atıştıracak bir şeyler buldular ve koyu bir sohbet başladı aralarında ama ikisi de tehlikeli sorulardan uzak duruyorlardı sözleşmişçesine. Saatler hızla akıp gidiyordu ve ikisi de o an zamanın durmasını istiyordu. Konuştular, konuştular, konuştular… Saatlerce güldüler birbirlerinin anlattıklarına. Aralarında ki kalın duvarlar yerle bir olmuştu çoktan ama yıkılmayan şeffaf bir duvar vardı hala, ikisinin de çok net görebildiği fakat umursamadığı. Birlikte iyi vakit geçiriyorlardı, yıllardır tanışıyormuşçasına yakın ama garip bir şekilde uzak… Dudakları başka konuşuyordu gözleri başka… Sevmişlerdi birbirlerini bu kısacık zamanda.
Artık sabah olmuştu ve uyuyup kalmışlardı fark etmeden. Daha doğrusu genç kadın uyumuştu fakat genç adam sabaha kadar uyumayı aklından bile geçirmeden kadının yüz hatlarını defalarca ezberlemişti. Kadın gözlerini açtığında iki çift göz ile karşılaştı. Ölecekmiş gibi heyecanlandı. Genç adam kendisini kaybetmiş bir şekilde nerdeyse gözleri kadar yakındı genç kadına. Tek kelime bile söylemeden bakışlar tercümanı olmuştu duygularına. Genç adam daha da yakınlaştı ve kadının yanağına küçücük bir buse bıraktı. Bir çiçeğe dokunurcasına narin, bahar rüzgârı kadar yumuşak bir buse…
Genç kadın konuşamıyordu ve hiç hareket etmeden genç adamın gözlerine bakıyordu buğulu gözlerle. Genç adam telaşlandı, pişman oldu duygularına hâkim olamadığı için. Ayağa kalktı ve hiçbir şey söylemeden çıkıp gitti sessizce.


Bu ilkti belki ama son görüşmeleri değildi ve ikisi de bunun farkındaydı.
Bir sonra ki görüşmeleri aylar sonra gerçekleşti. İkisi de hiçbir şey yaşanmamış gibi davranıyor, her soruya kestirme ve kaçamak cevaplar veriyorlardı. O akşam iş yemeğine çıkmaları gerekiyordu yabancı bir gurupla. Deniz manzaralı çok güzel bir yer seçtiler yabancı misafirleri için. Yol boyunca iş dışında hiçbir şey konuşmadılar. Mekâna geldiklerinde her şey sıradan bir iş yemeğiydi ikisi içinde. Ta ki yabancı misafirlerinden biri şu soruyu sorana dek! “madam nişanlınız nasıllar acaba?” bu cümle tüm sükûneti bozmuştu. Sesli olmasa da aralarında ve yalnızca ikisinin bildiği bir dilde gürültülü ve tutku dolu bağırışmalar, çığlıklar kopuyordu. Kıyametler kopuyordu her ikisinin de içinde. Genç adamın rengi küle dönmüştü. Genç kadın ise çaresizlik içinde çırpınıp duruyordu.


Yemek bitti, misafirler otellerine bırakıldı ve genç adam tekrar direksiyonun başına geçti. Son derece süratli kullanıyordu aracını. Kadın içinde fırtınalarla boğuşmaktaydı ve farkında değildi genç adamın öfkesinin. Araç bir kayalığın dibinde durduğunda anlaya bildi genç kadın olup biteni. Söylenmeyenler söylenecek, bozulmasını istemediği büyü bozulacaktı artık.


Genç adam aracın kapısını açtı ve dışarı çıktı. Sert bir şekilde kapıyı geri kapattı. Kadın korkuyordu ve olduğu yerde kıpırdamadan sadece ağlıyordu. Aralarında bir şey yoktu ki, hesap vermek zorunda değildi hiçbir şeyden dolayı ama ağlıyordu işte. Peki ya genç adam; onun da bir gerekçesi yoktu ki bütün bu yaptıklarına.
Genç adam bir kayanın üzerine oturmuş, başını ellerini arasına almış düşünüyordu. Öfkesi yatışmış gibiydi. Kadın arabadan indi ve genç adama doğru yöneldi. Fakat genç adam beklediği konuşmayı yapmak istemiyordu. Hem ne diye bilirdi ki? Ayağa kalktı ve “deniz havası iyi geldi. Artık gidebiliriz.” Diyebildi yalnızca. Ve böylece ikinci yalanda söylenmiş oldu.


Gittikçe kısalması gereken yol bir türlü kısalmıyor aksine uzadıkça uzuyordu ama ikisi de müdahale etmiyordu duruma. Onlar konuşmasalar da duyabiliyorlardı birbirlerinin sesini. Ne adam sormak istiyordu cevabını bildiği soruyu nede kadın söylüyordu ikisinin de bildiği gerçeği.


Nihayet yol bitti ve genç adam genç kadının kapısının önünde istemeyerekte olsa frene bastı. Genç kadın tam inmek üzereyken vazgeçti, geri oturdu. Tuhaf bir şekilde gitmek istemiyordu. Çünkü biliyordu ki bu onların son görüşmesi olacaktı. Adam da farkındaydı bunun ve hiçbir şey sormadan gaza bastı sadece. Gittiler, gittiler, gittiler… Ve nihayet bir yerde durabildiler. Genç adam kadına döndü ve artık bildiğini sandığı cevapları reddederek kadının dudaklarında kayboldu. Artık cevap aramıyorlardı. Çünkü söylemeseler de cevap belliydi “seni seviyorum genç adam, seni seviyorum genç bayan” …

İlknur dinçel hikaye

Mustafa'nın Günlüğü

Lise birinci sınıfta Mustafa, Gebze Lisesi’nde okuyor. Kırtasiyelerin, kitapevlerinin önünden her geçtiğinde, renk renk kitaplar… Büyüleniyor âdeta… “Bu kitapları okuyanlar dünyanın en mutlu insanlarıdır herhalde…” diye düşünüyor. Kitaplar, gazeteler, dergiler hayalini süslüyor onun… Kitapların kapaklarındaki resimleri gördükçe, kalbi hızla atmaya, gözleri parlamaya başlıyor. “Acaba bu roman kahramanları ile tanışamaz mıyım? Onlarla tanışmak, onlarla konuşmak ne iyi olurdu.” diye söyleniyor kendi kendine. Bir defasında Reşat Nuri Güntekin’in “Acımak” isimli eserini almış ve okuyunca çok mutlu olmuştu. Canı sıkıldıkça Acımak kitabının kapağına tekrar tekrar bakıyor. Bu romanın kahramanları dünyanın en iyi insanlarıdır, diye düşünüyor.


Bir roman veya bir hikâye kitabı görse, iç geçiriyor, yüreği burkuluyor. Ah bu parasızlık! “Evet, karar verdim. Ben büyüyüp meslek hayatına atılınca, yapacağım ilk iş kendime bir kütüphane kurmak… Artık bütün günümü kitaplarımla geçirir, onların rengârenk kapaklarına doyasıya bakarım.”


Bu ilçede yerel bir gazete çıkmaktadır: Şenola… Adı gibi kendisi de şen bir gazete… Okuldan her çıktığında, Mustafa Paşa Camii yakınında belediye otobüsleri durağındaki büfeden alıyor gazeteyi. Dört sayfadan ibarettir. Baştan sona bütün sayfalarını okuyor büyük bir zevkle. Oh be! Ne güzel bir gazete, diye düşünüyor. Fiyatı da çok uygun 25 kuruş… Daha fazlasına da gücü yetmez ki zaten… Önce yerel haberler, ardından bilimsel, edebî bütün yazıları tek tek okuyor. Sonra bulmaca sayfası… İyi ki de bulmaca sayfası var, diye söyleniyor kendi kendine… En çok da bulmaca sayfasını seviyor. Gerçi bazı bulmacaların cevabını bulmakta zorlanıyor. Ancak yine de çok hoş bir bölüm bu bulmaca sayfası… Bazen parası çıkışmıyor. Her zaman da 25 kuruş bulunmaz ki… Ah Keşke biraz zengin olsa!..  “Dünyada gazete okumak gibi güzel bir şey var mı?”


Bu kaç gündür Mustafa’nın canı çok sıkkın… O çok sevdiği “Şenola” gazetesi büfede satılmıyor artık. Niçin satmıyorlar acaba? Hâlbuki ne iyi, ne güzel bir gazeteydi. Yoksa yayın hayatına son mu verdi? Gerçi başka bir gazete daha var 50 kuruşa, Tan gazetesi. Ancak bu gazeteye parayı nasıl yetiştirebilsin? Hem de “Şenola” gibi çok da zevkli bir gazetede değil.


Galiba artık “Şenola” gazetesi hiç satılmayacak bu büfede; keşke satılsaydı. Of ! Yoksa nasıl zamanımı geçireceğim?


Şenola gazetesinin yayın hayatına son vermesi Mustafa’yı çok üzmüştü. Mustafa gibi başkaları da bu gazeteyi satın alsalardı, herhalde gazete hiç kapanmayacaktı. Ancak Mustafa fırsat bulduğu an başka dergi ve gazeteler alacak. Okumadan bu hayat geçer mi be?

Yrd.Doç.Dr. Yasin KILIÇ

Rüya

Sen gelmiştin bugün, bir akşamüstüydü. Tuhaftırki galiba beni sevmeye başlamıştın. Bakışından belli oluyordu bu. Yalnız ama sadece bana bakıyordun, hiçbirşey söylemeden. Ben başım önde öylece duruyordum.

Oysa sen içimden sana doğru akan nehirleri sana doğru coşan ırmakları görmüyordun...
Ben mavi kaplı defterime sana dair şiirler yazıyordum. 

En umulmadık haliydi zamanın, hiç umudu yokken aşkın çıkagelmiştin bir akşamüstü. Ve ben bir kez bile bakmadan sana öylece duruyordum. Değişmiştin sen güzelde olmuştu hani.
Tanrım dedim yoksa o da mı sevmişti.Bitmişmiydi yani bütün hüsranlar ve acılar. Bundan sonra herşey güzel mi olacaktı?

Sen gelmiştin; sadece bana birşeyler söylemek ister gibiydin, sanki yüreğin elindeydi ve bana vermeye meyletmiştin.

Bense hala korkaklık abidesi ruhuyla yüzüne bakamıyordum.Çünkü biliyordum, sen gelmiştin ve beni sevmiştin.

Kavuşmanın adı korkaklık olmuştu bende ama yinede mutluluk içimden taşıyordu sen göremesende...

Yalnız bana bakan gözlerin inceden inceye süzüyordu benliğimi.
Bu mutluluğu nasıl yaşamalıyım demeden uyandığımı anladım bir gece yarısı,güzel bir rüyadan...En hüzzam anıydı hayatın.Ben yine hayata küstüm, sen gelmemiştin.

Filiz Punar