aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kayıp Çoraplarım ve Can Dündar

Yine temizlik olmuş evde besbelli. Bu sefer ki operasyon anlaşılan geniş çapta. Çok zayiat vermişim belli ki. Ahmet Hamdi vari her şey yerli yerinde demeyi çok isterdim ama Ne çoraplarım koyduğum yerde ne de akşamdan kalma masanın üzerindeki kahve fincanı duruyor.  Acaba çoraplarımı camın önüne koymuş olabilir miydim? Bu çorapları cama koyma alışkanlığı da bana yurt günlerimden hediye. E napam arkadaşım hep ya o ya sen derdi. Ellerim titreye titreye camın önüne koyardım. Vedaları hiç sevmedim ondan dolayı. Tek tesellim hep şu olurdu, elbet sabah olacak, hemen alıp giyecem o çorapları, gör o zaman sen beni zalım felek… Yok! Yok’ yok işte camın önünde de yok.
Yine bunlara şükür demeyi çok isterdim ama gel gör ki çorapları, kahve fincanın kaldırmaktan başka, çok büyük operasyon yapılmış. Odanın hali perişan. Yerde yığılı olan kitaplarım raflara düzülmüş, akşamdan başucumda olan kitap masanın üzerine düzgünce yerleştirilmiş.
Aslında çoraplarımı saymazsam odanın bu yeni hali hoşuma gitti. En çokta kitaplarımın düzgünce raflara yerleştirilmesi mutlu etti beni. Rafa doğru yaklaştığımda bir kitap gözüme takıldı. Can Dündar’ın “Yağmurdan Sonra isimli kitabıydı”. Yerinden çıkarıp elime aldım. Okuyalı çok yıl olmuştu. Galip Hatip, 2007 yazıyor üzerinde. Çat pat hatırlıyorum kitabı. Her kitabın insanın hayatına muhakkak ki yön veren bir tarafı vardır değil mi? İşte bu kitap da hayatımda önemli çizgiler oluşturmamı sağlamıştı, esasında hala farkında olmasam da yarar sağladığını söylemek doğru olur.

Kitapta unutamadığım bölümlerden isterseniz bir kaçını söyleyeyim size;

-Hiçbir haber insan hayatı, insan onuru kadar değerli değildir
-Reality Show, gücünü karşısındakilerin güçsüzlüğünden almaktadır
-Kendi fikirlerimiz söz konusu olunca düşünce özgürlüğünden yana olup, sıra karşı fikre gelince makas bileme ikiyüzlülüğünden vazgeçmeliyiz.
-Ağzını açıp batıya hayran hayran bakarken dilini yutarsın ya da âlemin dili seni yutar. Çünkü oralardan sana köpeğin hep aynı yeri gelir… Yerken dilini ısırır, dilsiz kalırsın…
-Çare sonuçta değil sebepte aranmalıdır.

Bunlar sadece birkaçı, bunlar gibi fikri ivmenizi geliştirecek, hayata ve olaylara faklı bakış açılarıyla empati(duygudaşlık) kurarak bakmanızı sağlayacak o kadar çok şey var ki. En kısa sürede okumanızı tavsiye ederim.
Bu arada Madem konu Can Dündar’dan açıldı son kitabı Lüsyen’i de tavsiye etmeden geçmemeli. 60 yaşındaki Abdülhak Hamit Tarhan ile 19 yaşında Lüsyen hanımın aşkı güzel bir uslupta işlenmiş. Bence kısa sürede bu kitabı da okumalısınız.

Ya kitap ne i hoşta, ben iyice bu çoraplarımdan ümidi kestim, ne dersiniz başına bi iş gelmesin. Göreniniz bileniniz varsa bana haber etsin hemi sevaptır..

Yazan: galiphatip

Ben Sevdamızın Kitmiri

Tabutlarımızı asıp gitmeler üstüne dualar yazıp uzaklaştım. Seninle ilk buluştuğumuz yer çok sevip ,çok yaşayan, çok severek ayrılanların türbesi olmuş.Toprağa damlayan gözyaşlarında kavak ve sedirler büyümüş orda.Koyu bir gölge.Oturdum. Ayrılık sıcağından kavrulmuştum, serinlendim oracıkta.


Biten sevdaların ince dalının yaprakları yüzüme savruldu. Tutkuları ve dolu dolu aşkın meyvesinden yedim biraz.


Unutur gideriz mi diye çok düşünmüştüm. Hayalinin zimmetine geçen özlem suları akıp giderken, ben senin cennetinden kovulan son azazil miyim ki gülüm? Dün senin Ademindim.Dün senin Ferhadın olarak hadlerimin dağını deliyordum.İstanbul’a senli çöller oluşturdum sırf sen Leyla olarak gezesin kum taneleri üstünde.Sen yalın ayak ,yalınç sevgilerle salına salına yürürken çıkardığın tozları topladı visal kumbaram. Bekleyişler, özleyişler, serzenişler ,ahlar,hayıflanmaları heybeme aldım.Bindim akılsızlığımın eşeğine seni aradım Gobi çölünde.Uçsuz bucaksız sevdalar yaşadın, serabına kadar yanaştım.Serap gördüğüm gece ömrünü çürütmek için başını koyduğum omzumda Serap vardı gitmenin gülü.


- Benim neyim eksikti ki…Bu yabancı tenin dikenli tellerinde ,o yabancı eller benden fazla ne verdi ki sana.Paslı yüreğimin kopyası bu şirin dudaklarımdan ne fazlası vardı,ruj lekesi bırakılan ihanet zamanlarında. Hangi zaman ,hangi nefes anlık nefesiniz paklar.
- Benim neyim eksikti ki…Senin uğruna bıraktığım kentim mi sayam,rahmetli babama gitme kızıma rağmen.Hangisine ,beni isteyen yüze yakın erkeğe gitmeyişe mi…Hangisini sayayım sana…Hangi şiirin, hangi öykün, ya da uğruma yazacağın hangi romanın bu lekeyi temizler.
- Ve şairim, geleceğim, aşk masalım, her şeyimi verdiğim,bütün ilklerimi yaşadığım can erkeğim benim neyim eksikti söyler misin?
Sus …
-Sus bu sözlere hangi yürek dayanır, hangi gözyaşları kurutur bu aşkın mürekkebini düşündün mü?
Sus.


Susmak bazen ibadettir. Sus gönlümün pınarı. Her susuşun bir cevap akıttığın zer olsun. Her susuşun, sabrın olsun. Her susuşun, duan olsun. İçten yakarışının adı olsun, susuşun. Bekleyişinin, umut edişinin, inancının, sevdiğinin vurgusu olsun, susuşun.Susuşun uslanmanın suyu olsun.Suyun susmak olsun bütün kirli emellere.Hatalarımı gözyaşı pınarında yıkamayı nasip kıl gitmenin kedisi.Beni susturman namümkün.
Sus ki aşkın kafiri olarak ilan ettiği aşk cennetine belki bir gün Kevserlerinden içerim.Sen yaralı bir melek olarak Havva Ana ile benden konuşun.Beni anlat,masalımızı anlat,sevdiğimiz şarkılarda yaşat beni.


Her damla gözyaşını orda canlı canlı izlersin.Her damlası bir acının filmi gibi içimde oynanır bunu da düşün yaralım.
Aşk sofrasına yeni yüzler kurulur,feryadımın telleri kopar seni çalar dargınlıklar.
Aynı tabaktan aşımızı kaşıkladığımız günlerin hecesinde beni şiir eyle ruhunun gazeline.Ünlü gazelhan ,Kazancı Bedih ,beni çalsın .
Biraz da sen çal yaralım.Biraz da sen oyna,yaralarımın kabukları üstünde.
Aynı aynalarda tarandığımız günleri tara. Aşındırılamayan
Aşkın tozlu yollarında o sol ağrıyla yaşamayı asla bırakma.
Uzak kalışlardaki umutsuzluğa aklandıkça incili tutkularımıza beni adak büyüt sevda bahçemizde.Bir günler gelir diye besle beni önce kırılmışlıklarınla, gözyaşlarınla,sonra pişmanlıklarımı yem olarak atıver.


Sakinleşmelerin sakisi olarak şuhlarınla aşkın şarabını içir bana.
Bu ayrı kalışın atlasında başka dağ,nehir, şehir yok, her yeri sen kaplamışsın.Yükseltileri umutlara göre değişen,suları gelişine göre dalgalı,ovaları senin ruhunun verime göre hasada nazarlı,yaralı, ümitleri tükenmeyen aşk devletimin nazlıcanı gel şehirler içre şehirler büyüten özlemlerime başkent ol yeniden.
Yitmiş bin ruha, sancısı unutulmuş bir aşkın huzurunu derledim.
Bir can bir canana ağladıkça ,benim de yüreğimden özlemim buzulları kopar ve sıcak iklimlerin umut karesinde kafiyelenir gelişler.
Hiç yaşanmışlıklardan ya da yaşanılacaklardan arınmış bir senaryoda, tanrının kalemi de değmiş olmalı bu filmin sonlarına.Kahramanı ikimizden ibaret sanırdım,her kötü sonun sonlarını derleyerek bir umut olarak bütün filmlerde olduğu gibi yaralı da olsa kavuşacağımı sandım hep.. İncinmiş yüreğinin götürdüğü sonları düşünememişim yaralım.
Tüm bunlardan sonra, yeni bir senaryo yazdırmamı yasakladı aşkın melekleri. Sözcüklerini as yüreğinin kara tahtasına. Ruhundan dökülmemiş ve hala söylenememiş binlerce güzelciklerden


Bir şeyler arındırarak bu da kadermiş öteden fazla ders çalışmayacam gül yaralım.
Ben sevdamızın `karabaşıydım`,kitmirden daha sadık bilirdin.Oysa değilmişim demek.Gitmelerin sokağına bıraktın belediye zehirledi.Sense yüreğimin `minnoşu`, bütün duygularımla yumak yumak oynadın,ısırdın ta tutkularımdan hatta bütün benimden.Şimdi yanık bir ciğerciğinin kedisi,henüz bir ismin yok,henüz bir yürek evin yok yaralım.

Hayrettin Taylan

KATLİ CAİZDİR SATIRLARIMIN

 

 

Satırlarım intiharım... Satırlarım; aşkının uçurumlarına kadar gelip, kendimi sana bırakışlarım...

Düşün ki; milyon satır tükettim, yüreğimi ayaklarına kapaklanan gurur yitikliğimin gölgesinde! Düşün ki; milyon kelime kurban ettim, beş harfli sahtekâr adının puslu karanlığında! Düşün ki; milyon defa ambargo koydum bahar kokan satırlara ve milyon defa attım kendimi beş harfli adın kadar zehirli satırlara.

Katli caizdir varlığımın, bıraktığın yalnızlığın, hüzünbaz anıların ve sana dair her şeyin...

Satırlarıma davetsizce düşen gözyaşlarıma tezat, satırları soluklaştıran, harfleri oradan oraya kaçışmaya zorlayan sinsi bir gülümseme yerleşti dudaklarının kıvrımlarına, görebiliyorum! Eğik başıma inat, zafer kazanmış bir komutan edasıyla başın dik duruşunu hayal edebiliyorum.

Aşka inanmayan örümcek bağlamış kalbine acıyı anlatmak, bir ateiste Tanrı’yı anlatmaktan bile daha zor...

Sıradan bir acı değil, hayır! Senin gidişleri sıradan görmen kadar sıradan bir acı değil.

"Bu kez eğilmeyecek satırlarım üç kuruşluk aşkının karşısında. Bu kez, ucuzca gidişine pahalı duracak adam gibi kalışlarım" diye başlayan gururlu satırlar yazabilmek isterdim sana! Yerle bir olmuş gurur kırıntılarımı tekrar inşa edebilmek adına yaptığım hiçbir şeyin sonuç vermediğine şahit olurken, sek düş kırıklığı içiyorum doyasıya. Ve sinsi gülüşlerini görebiliyorum. Ama acele etme zafer çanlarını çalmak için. Uğurlara bin kere ölüp, sebepsiz uğurlanmak kadar acıtmıyor küçümseyişlerin.

Çok sevdiğim bir arkadaşımın da dediği gibi: "Döktüğüm her gözyaşının bin bir ahı var sana, utanmaz karakterine, yalnızca kendine gülen gamzene… Aşkı sevemeyişlerine hediyem olsun." diyebilmek isterdim sana.

Ama benim satırlarım sana değil bana ölüm, bana intihar.

Katli caizdir satırlarımın.

 

İLKNUR DİNÇEL