Hüsn-i Talil


Bu sanatın esasını, bir olayın gerçek sebebini inkâr ederek bu gerçek sebep yerine hayâli bir şâirâne bir sebebi geçirmek teşkil eder. Yâni sanatkâr bir mevcudun gerçek sebebini inkâr edip heyecânıyla uygun şâirâne bir sebep gösterirse hüsn-i talil sanatı yapmış olur. Sanatkâr gösterdiği bu hayâli sebebe kendisi de inanmış olmalıdır. Aksi halde sanat kuyucuda gerekli tesiri yapmaz ve başarısız olur.

Hüsn-i Talil heyecâna bağlı bir sanattır. Heyecanın tabii akışına uygun olarak kendiliğinden doğar. Muâllim Nâci bu hususu şöyle belirtiyor:

“Hüsn-ü Talil veya hüsn-ü tevcih en güzel sanatlardan sayılır. Bununla beraber zevk sahiplerine göre yapılması kolaydır. Ekseriya tabii olarak gelir. Bunun için zarif insanlar konuşmalarını onunla süslemekten geri kalmazlar.”

Muallim Nâci kitabının aynı yerinde Hüsn-i tâlil sanatı ile ilgili bir fıkra da anlatır. Fıkrayı özetleyerek buraya alıyoruz:

“Sanatsever bir konak sahibi dostlarını konağına davet eder. Bir müddet sohbet edilir. Bu arada yaşlıca bir zat usûlü ile kalkar ve bitişikteki dinlenme odasına geçer. Yanı sıra bir arkadaşı da gider. Yaşlı kişi dinlenme odasında iken cebinden bir altın düşer ve konsolun altına kaçar. O da iki büklüm bir vaziyette cebinden düşen altını almak için konsolun altına doğru eğilmiştir. Tam bu sırada hane sahibi misafirlerin nerede kaldığını merak ederek dinlenme odasının kapısını açar. Misafirini yere eğilmiş bir vaziyette görünce sorar: ‘Niçin öyle iki büklüm oldunuz?’ zarif misafir hemen cevabı yetiştirir: tekrar ayağınıza kapanmak için?’ Lâkin yanında ki arkadaşı hüsn-i tâlil sanatına güzel bir örnek olan bu cevabın güzel tesirini olayın gerçek sebebini söyleyerek bir anda yok eder: ‘Efendim cebinden altın düştü de...”

İşte Muallim Nâci bazen hayâli sebebin gerçek sebebin yanında nasıl sakil düştüğünü bu örnekle anlatır.
Fevvâre ka’r-ı havza düşer şermsâr olup
Baktıkça gülsitanda hırâmân olan sana
(Yahya Kemâl, Perestiş, EŞR, s.25)
beytinde hüsn-i talil sanatı vardır. (Fıskıye, gül bahçesinde gezinmekte olan sana battıkça, utanarak havuzun derinliklerine düşer.)
Şair burada fışkıran suyun havuzun derinliklerine düşmesine sebep olarak bahçede gezinen güzelden utanmasını gösteriyor. Yâni gerçek sebep olan yerçekiminin yerine, hayâlî ve şâirâne bir sebep olarak utanmayı gösteriyor.
Hüsn-i talil sanatını Teşbih ve Tecâhül-i ârifle karıştırmamak lâzımdır. Teşbih bir kelime ile yapılır. Sanatkâr inkâr ettiği mevcudun yerine başkasını koyarsa Teşbih meydana gelir. Ama bu mevcudun sebebini inkâr eder de yerine hayâli bir sebep koyarsa Hüsn-i talil meydana gelir. Hüsn-i tâlil bir kelimeden değil, bir cümleden meydana gelir.
Tecâhül-i ârifle bu sanatı karıştırmamak için de sanatkârın maksadını iyi anlamak gerekir. Tecahül-i ârifte maksatlı olarak bildiği halde bilmez görünmek esastır (Bkz. Tecâhül-i ârif). Hüsn-i tâlilde sanatkâr heyecânın sevkiyle gösterdiği hayâli sebebe bağlıdır. Olayın gerçek sebebini düşünmez bile.

Renk aldı özge âteşimizden şerab ü gül
Peymâne söylesün bunu gülzâr söylesün
(Yahya Kemâl, Çamlıca Gazeli, EŞR, s.67)
(Şarap ve gül rengini bizim özge ateşimizden aldı. Bunu kadeh ve gül bahçesi anlatsın). Şâir şarap ve gülün kırmızı rengi kendi içindeki ateşten aldığını söyleyerek, gerçek sebebi yok sayıyor ve yerine hayâli ve şâirane bir sebep getiriyor.
Nevbahârı vuslâtın bassun deyû ilk âyına
Bûseden papûş giydirdin o nermin pâyına
(Yahya Kemâl, Sene 1140/1724, EŞR, s.103)

(Sevgilinin ayağına, vuslat ilk baharının ilk ayına incinmeden basabilsin diye bûseden ayakkabı giydirdim). Şâir burada da şâirâne bir sebep olarak sevgilinin ayağının her tarafını, yere basarken incinmemesi-ayakkabı niyetine-için öptüğünü söylüyor.
ŞİBH-İ HÜSN-İ TÂLİL
Hüsn-i talil sanatı daima kesinlik taşır. Yani gerçek sebebin yerine hayali sebep şüphe edilmeden geçirilir. Bu husus, sanatkârın getirdiği hayâli sebebe heyecan halinin tesiriyle gerçekten inanmış olmasıyla ilgilidir. Şayet sanatkâr gerçek sebebin yerine getirdiği hayâli sebepten şüpheli ise o zaman ŞİBH-İ HÜSN-İ TALİL meydana gelir. Bu hüsn-i tâlil benzeri demektir. Ama asla hüsn-i tâlil değildir ve onun yaptığı tesiri yapmaz.
Bâriş-i bârân müsâdif düştü hicrân şâmına
Oldu sandım hâlime rahm eyleyip giryân sehâb
(yağmurun yağışı ayrılık akşamına rast geldi/
Bulutlar halime acıyarak ağladılar sandım.)
Burada bulutların şâirin haline acıyarak ağladıklarına şâir de inanmıyor. Bunu “sandım” kelimesinden anlıyoruz. İşte hayâli sebepte burada olduğu gibi kesinlik yoksa şibh-i hüsn-i tâlil meydana gelir.
Şemîm-i nâfeye dâir sabâda var bir eser
Acep o âhû-yı nâzende kâkülün mü tarar
(Saba rüzgârında misk kokusu var/ Acaba o nazlı ceylan-sevgili kâkülünü mü tarıyor.) şâir hayâli sebebe tam inanmıyor. “Acaba” kelimesinden anlıyoruz.
KAYNAKÇA:

  • KOCAKAPLAN, İSA. AÇIKLAMALI EDEBİ SANATLAR
  • DİLÇİN, CEM. TÜRK ŞİİR BİLGİSİ
  • GÖZLER, FETHİ. EDEBİYAT BİLGİLERİ

0 Comments:

Yorum Gönder

Deneme