“ Türkçenin hiçbir kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddialarını tecrübe ettik.
Dili bir çıkmaza sokmuşuzdur. Maksatlarımızı anlatamaz olmuşuzdur.” M. K. Atatürk
Duyduğumuz zaman zihinlerimizde aynı tesiri yapan harf inkılabı ve dil devrimi ifadeleri aslında biri birinden farklı kavramları ifade etmektedir. Harf inkılabı, Türkiye'de 1 Kasım 1928’de 1353 sayılı "Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında Kanun"un kabul edilmesi ve yeni alfabenin yerleştirilmesi sürecine genel olarak verilen isimdir. Harf inkılabı ile öğrenilmesi daha zor olan Arap alfabesi yerine Latin alfabesinin kullanılarak okur yazar oranının artırılması hedeflenmiştir. Ancak artık tartışmasız bir gerçeklik olarak görülmektedir ki bu durum bir gecede köklerinden koparılmış ve cahilleştirilmiş bir toplum oluşturmuştur. Adeta yüzlerce yaşlık bir insanın hafızasının silinmesi gibi millet yeni konuşmaya çalışan bir bebeğe dönüşmüştür. Amaç ne kadar ulvi olsa da herhangi bir ön hazırlık ve planlama olmadan tepeden inme bir şekilde gerçekleştirilen harf inkılabı ictimai anlamda bir deprem etkisi yapmıştır. Öncelikle geçmişe dönük olarak kaynaklar yeni dile çevirilerek halka sunulmadan bu işe girişilmesi bir anda hiçbir yazılı eseri olmayan bir millet durumuna düşmemize sebebiyet vermiştir. Bu durum o dönem Atatürk’ün en yakın çalışma arkadaşlarından K.Karabekir gibi şahsiyetler tarafından kültür kaynaklarımızın gömülmesi anlamına geldiği gerekçesiyle tepki görmüştür. Atatürk harf inkılabını kolaylık olması sebebiyle istemesine rağmen durumdan vazife çıkaran birçok kişi Latin harflerinin kabulünü İslam medeniyetinden bir kurtuluş aracı olarak görme yoluna girmiştir. Tiyatro araştırmacısı, çevirmen ve öğretim üyesi Melehat Özgü harf inkılabı ile ilgili olarak “ Bizi eski edebiyattan ancak Latin Alfabesi kurtarabilirdi. Harf devrimi işte bunun için gerekti.” demiştir. Harf inkılabı ortaya çıkış sebebini yitirerek zamanla Osmanlı kültürünü silme aracı haline getirilmiştir.
Dil devrimi, -harf inkılabından çok sonra- Atatürk’ün vefatından sonra ortaya çıkmış bir kavramdır. Birçokları bunu Atatürk’e mal etmeye çalışsa da Atatürk’ün birçok konuşmasında ve Atatürk ile ilgili birçok hatırada Atatürk’ün böyle bir yola girmediğinin şüphesiz kanıtları vardır. Dil devrimi ifadesinden de anlaşılacağı üzerine geçmişe ait ne varsa yıkıp “Öztürkçe” bir dil oluşturma gayretinin ifadesidir. Dil devrimi bilimsellikten, dilin gerçeklerinden uzak, tamamen ideolojik amaçlarla ortaya atılarak Türkçeye başta Arapça olmak üzere doğu dillerinden girmiş bütün kelimelerin tasfiye edilmesi amacını taşıyordu. Güneş Dil Teorisi adıyla Atatürk’ün önüne gelen bu fikir kısa zaman sonra Atatürk tarafından sakıncaları görülerek terk edilmiştir. Atatürk’ün bu dil kıyımına ortak olmadığını F. R. Atay’ın şu hatırasından rahatlıkla anlayabiliriz. F. R. Atay meşhur “Çankaya” adlı kitabında M. Kemal’in kendisine “ Türkçenin hiçbir kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddialarını tecrübe ettik. Dili bir çıkmaza sokmuşuzdur. Maksatlarımızı anlatamaz olmuşuzdur.” dediğini yazar. Ancak Atatürk döneminde “Türkçeleşmiş Türkçedir.” anlayışı ile kapatılan mevzu Atatürk’ün milletin kültürüyle sorunları olanlar tarafından yeniden su yüzüne çıkarılarak kelimeler birer birer idam sehbasına çıkarılıp yerlerine dilin yapısı ile hiç alakası olmayan “uydurukça” kelimeler konulmuştur. Tabiî ki bu durumun sonucu Cumhuriyetten öncesini bırakın Cumhuriyet dönemi birçok metni anlayamayan bir neslin ortaya çıkışı olmuştur. (Ş. HATİP)
0 Comments:
Yorum Gönder
Deneme