Sanatın Tanımı

Kelime hakkında bu açıklamalardan sonra, “sanat”ın nasıl tanımlanması gerektiğini araştıralım. Yukarıda güzel sanatları anlatırken bazı örnekler üzerinde durmuştuk. Şimdi bu örnekleri biraz daha derinleştirelim:

Hünerli bir ressamın fırçasından çıkmış bir tablo, bizim ruhumuzda bir haz meydana getiriyordu. Mesela gözlerinizi yumarak hayalî olarak şöyle iki çehre tasavvur ediniz: Çehrenin biri çocukluğumuzda yaptığımız resimler gibi olsun; diğeri ise mahir bir ressam elinden çıkmış bulunsun. Öncekinde hiçbir güzellik, hiçbir maharet göremezsiniz; bunu herkes yapabilir. Halbuki diğerinde hiç de böyle değildir. Mahir bir ressam elinden çıkmış olan bu çehrede bir anlam, bir canlılık, bir hayat belirtisi vardır. Halbuki iki resim arasındaki çizgi bakımından fark olmayabilir; birinde ne kadar çizgi varsa ötekinde de o kadar çizgi olduğunu varsaysanız bile, yine iki çehre arasında büyük bir fark vardır: Öncekinde bir mana olmadığı halde, diğer çehreyi, adeta, yaşıyor, sizinle konuşuyor zannedersiniz.

0,Acaba bu fark neden kaynaklanıyor? Şüphesiz çizgilerin şöyle veya böyle çizilmiş olmasından... Çocuk elinden çıkmış çehreye baktığınızda hiç de bir şeye benzetemiyor, kendi kendinize “Böyle insan çehresi mi olur?” diyorsunuz. Halbuki diğerine baktığınız zaman, onun size bir şeyler söyleyecek gibi olduğunu görerek yine kendi kendinize “İşte insan çehresi böyle olur, ressam ne güzel yapmış!” der ve memnun olursunuz. İşte burada bir haz  hissedersiniz ki buna “bediî haz” denir.

Bu bediî hazzı meydana getiren nedir? Her iki çehreyi de meydana getiren, çizgilerin şöyle yahut böyle çizilmiş olmasından kaynaklanan, ancak mahir bir ressamın yaptığı çehrede ortaya çıkan “güzellik”tir. Herhalde, bu çehreyi herkesin yapamayacağını kabul edersiniz. Bunu yapabilmek için kısmen doğuştan, kısmen de sonradan kazanılan bir maharet sahibi olmak gerekir. Bu maharetin adına “sanat=art” diyoruz.
Şimdi de başka bir örnek alalım; ancak bu örnek “resim” ile değil, “söz” ile olsun:

Hakîkat münakaşa ile anlaşılır. Þ Barika-i hakîkat müsâdeme-i efkârdan doğar.
Bu iki cümlenin manasını tahlil edecek olursak; anlam bakımından birbirine pek yakın, daha doğrusu birbirinin aynısı olduğunu görürüz. Soldaki cümle gayet basit bir gerçeği dümdüz, açıkça, kısaca anlatıyor: “Hakîkat münakaşa ile anlaşılır.”

Bu söz, bir gerçektir. Bir meselenin gerçeğini araştırmak için, iki üç kişi bir araya gelir de, her biri o konu hakkındaki düşüncelerini söyler ve bu düşüncelerin hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu anlamak için biri ötekinin, öteki diğerinin düşüncelerini düzeltmeye uğraşırsa, sonuçta gerçeğin nerede olduğu anlaşılır.

Şimdi incelediğimiz bu cümlede sizde bir memnuniyet, bir bediî haz meydana getirecek bir güzellik var mı? Mesela “İki kere iki dört eder.” sözü nasıl bir basit gerçeği içeriyorsa, “Hakîkat münakaşa ile anlaşılır.” sözü de öyledir. “İki kere iki dört eder.” sözü bizde hiçbir zaman bir bediî haz meydana getiremez.

Bir de sağ taraftaki cümleye bakalım: “Barika-i hakîkat müsâdeme-i efkârdan doğar.”  cümlesi, dümdüz söylenmiş bir söz değildir. Bunda bir takım incelikler var: Bu incelikleri araştıralım: “Barika” şimşek demek olduğundan “barika-i hakîkat” tamlaması ile hakîkat bir şimşeğe benzetiliyor. Bundan dolayı bu cümleyi okur okumaz hayalimizde bir şey canlandırıyoruz: Bulutların bir birine çarpışarak bundan şimşekler çıkması  ve çıkan şimşeklerin karanlık bir gecede birden bire etrafı aydınlatıvermesi... Cümleyi tamamladığımız zaman anlamın şöyle olduğunu görüyoruz: Nasıl bulutlar birbiriyle çarpışarak bundan gecenin karanlıklarını aydınlatan şimşekler çıkarsa, bulutlar gibi efkâr (fikirler) da birbiriyle çarpışarak sonuçta hakîkat meydana çıkar ve  çıkan bu hakîkat tıpkı bulutların çarpışmasıyla oluşan bir şimşek gibi, iyice anlaşılmamış bir meselenin her tarafını gözümüzün önünde canlandırıverir.

İşte anlıyoruz ki  “Hakîkat münakaşa ile anlaşılır.” cümlesi ne anlatıyorsa, “Barika-i hakîkat müsâdeme-i efkârdan çıkar.” cümlesi de yine aynı düşünceyi ifade ediyor; fakat önceki cümle gibi dümdüz, doğrudan doğruya değil; bir takım benzetmelerle sanatkârca ve aynı zamanda güzel bir tarzda ifade ediyor. Birinci cümle hiç de bir bediî bir haz meydana getirmediği halde, ikinci cümleyi okuduğumuz zaman, onda bir güzellik görerek memnun oluyoruz. Birinci cümleyi dört duvar, düz bir çatıdan ibaret, adeta ambar gibi bir eve benzetirsek, ikinci cümleyi de şurasında burasında zarif ilaveleri olan ve oymalarla, çiçeklerle, sarmaşıklarla bezenmiş, dik ve girintili çıkıntılı bir çatıya sahip bir köşke benzetebiliriz. Bu köşkün o evden pek güzel olduğuna şüphe yoktur ve bu köşkü gördüğümüz zaman memnun olur, zevk duyarız.

Bir başka örnek daha  alalım:

“Başkalarının himaye ve yardımları ile bazı kimseler hak etmedikleri halde yüksek makam ve mevkilere gelebilirken, onur ve şerefine düşkün insanlar dolambaçlı yollardan herhangi bir  ayrıcalığı kullanarak hak etmedikleri bir yere gelmeyi düşünmezler. ”Asil ve onurlu olan bu düşünceyi Arif Nihat Asya şu mısralarla daha canlı ve sanatkarca şöyle ifade ediyor:

“Merdivenler yukarı taşır ayakları
Ben de çıkacaktım temiz olsaydı basamakları”

Oldukça benzer bir düşünceyi Cenap Şehabeddin ‘’Tiryakî Sözler’’ adlı eserinde şöyle ifade ediyor:

‘’Tepelerde yılanlara da kartallara da rastlanır; biri sürünerek öteki uçarak zirveye çıkmışlardır.’’

Bir başka örnek daha  alalım:

Sararan yapraklar ağaçtan yerlere düştü. Þ Sararan yapraklar hüzünlü bir şarkı mırıldanırcasına süzüle süzüle ağaçtaki yüksek mevkilerinden yere indiler.

Bu ikisi arasında insanı etkileme bakımından büyük bir fark var...

İşte, bu örneklerden tamamen anlıyoruz ki güzel sanatlarda  “bediî haz” dediğimiz hissi bizde doğuran şey, sıradan resim yapmak, heykel vücuda getirmek, söz söylemek... değildir. Bu hazzı meydana getirebilecek olan şey, çeşitli vasıtaları mükemmel bir surette kullanabilmektedir. İşte,  bunu da sanatkârın sahip olduğu sanat yeteneği temin eder.

O halde, artık “sanat”ın tanımını yapabiliriz:

Sanat, güzellik duygusu diye insanda var olan bir duyguyu, bazı özel vasıtalarla hareket ve heyecana getirmektir.
 Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp

0 Comments:

Yorum Gönder

Deneme