Kafiye

A‑KAFİYE

Kafiye nedir? Kafiye az iki mısranın sonunda tekrar edilen ses benzerliğidir. Kafiyenin özelliklerine geçmeden önce kısaca tarihçesi üzerinde duralım: Eskiler kafiyeye çok önem vermişlerdir. O kadar ki, ‘’nazım’’ ‘’mevzun (ölçülü olarak yazılmış olan) ve mukaffa (kafiyeli)’’ sözlerdir diye tanımlamışlardır.        Kafiyede, kelime çeşitlerine uymanın eskilerce önemi büyüktü. İlk kafiyenin kelime çeşidi diğer kafiyelerde de devam ederdi. Bu, şu demektir: Manzumenin ilk kafiyesi isim ise diğer kafiye kelimeleri de isim; fiilse ‘’fiil’’ olarak devam ederdi:
Dağlara karlar yürümüş
Her yanı karlar bürümüş
Ölü ölüyü sürümüş

Issız dağlar kanlı dağlar
Dört yanı ormanlı dağlar
Namık Kemal
Kafiyelerin aynı cins kelimelerden olması nazma yeknesaklık veriyordu. Zaruret baş göstermedikçe de bu tutumdan dönülmüyordu. Zaruret karşısında ise kafiyenin biri isim, diğeri fiil olabiliyordu:
Gel ser‑i kabrimde ârâm eyle ey simin‑beden
Nurlan bir serv düşmüştür kıyas etsin gören                                                                                                                                         Fuzuli
Bu tutum aşağı yukarı Tevfik Fikret’e kadar sürmüştür. Tevfik Fikret yeni biçimdeki şiirlerini yazarken kafiyelerini o zamana kadar sürdürülmüş olan tutumun dışında kalarak seçmiştir: Kafiyelerinden birini isim, diğerini fiil, ya da sıfat ve zarf olarak kullanmaktan çekinmemiştir:
Kafiye olarak seçilen kelimelerdeki bu çeşitlilik şiire bir incelik ve yumuşaklık da vermiştir. Tevfik Fikret, kafiyeleri aralamak suretiyle bu yumuşaklığı daha da arttırmış ve nazmı adeta nesre yakınlaştırmıştır. Rübab‑ı Şikeste’’nin önsözü olan ‘’Karilerime’’ adlı şiirden alınan aşağıdaki bölümde kafiyeler arasında görüldüğü üzere ‘’aralıklar’’ bulunmaktadır:

İki üç katra-i şevkat, bu teselli yetişir
Şu cidelgâh-ı mukasside bütün hüsranla
Bütün âlâm ü feceyi’le geçen günlerimin
İki üç katradır ancak silecek matemini.
Siz ki en doğru gören bir nazar-ı vicdanla
Tâ uzaktan bana bakmaktasınız, müstağni
Tuhfe-i mahmedetimden, ne samimiyettir,
O bakış çehre-i eş’arıma sakin sakin                                                                                                                            Tevfik Fikret
Daha iyi anlaşılması için adı geçen şiirin kafiyelerini şematik olarak gösterelim:

……………………………….…a
………………………………….b
………………………………….c
………………………………….ç
………………………………….b
………………………………….ç
………………………………….a
………………………………….c

Tanzimat edebiyatının sonlarına kadar kafiye göz içindi. Mısra sonlarındaki kafiye meydana getiren kelimelerin imlalarının aynı olması gerekirdi. Kelimeler aynı sesi verseler bile imlaları ayrı ise kafiye sayılmazdı. Mesela:
‘’Hep- mürettep’’ – ‘’Hiç – tehyiç’’ – ‘’İhtiyat – itimad’’ – ‘’Sabah – siyah’’ kelimeleri birbirleriyle kafiye sayılmazdı. Çünkü ‘’pe’’ ile ‘’be’’, ‘’çim’’ ile ‘’cim’’, ‘’tı’’ ile ‘’d’’, ‘’ha’’ ile ‘’he’’ ayrı ayrı harflerdir. Bunun yanında, aşağıdaki üçlükte olduğu gibi ‘’ben’’ ile ‘’vatan’’ kelimeleri kafiye yapılabiliyordu. Çünkü eski imlada göz onları kafiyeli görüyordu:
Memleket bitti yine bitmedi hala sen ben
Bize bu hal ile bizden büyük olmaz düşmen
Dest-i adadayız Allah için ey ehl-i vatan.
Namık Kemal

KULAK İÇİN KAFİYE:

Kafiyenin göz yerine kulak için olması gerektiğini ilk defa Recaizade Ekrem Bey savunmuştu. Hasan Asaf adlı bir genç şairin yazdığı bir şiirde:
Zerre-i nûrundan iken muktabes
Mihr ü mehe etmek işâret abes
beytindeki ‘’ABES – MUKTABES’’ kelimelerinin biri  ‘’se’’ diğeri  ‘’sin’’ ile bittiği halde bu iki kelimenin kafiye olabileceğini savunan Ekrem Bey edebiyat çevrelerini birbirine katmıştı. Muallim Naci’nin taraftarları (Muallim Naci ölmüştü) bu görüşe karşı çıktılar. Bu sırada Recaizade Mahmut Ekrem Bey, Tevfik Fikret’i Servet-i Fünun dergisinin başına getirmiş ve onu başyazar yapmıştı. Kafiye münakaşası genişlemiş ve yeni bir edebiyat akımının (Servet-i Fünun diğer adı Edebiyat-ı Cedide) doğmasına sebep olmuştur. Sonuçta kafiyenin göz için değil, kulak için olması gerektiği kesinlik kazanmış ve böylece bir imla işi olan kafiye, musiki gibi bir kulak sanatı haline gelmiştir. Bu sonuç Türk edebiyatı için büyük bir aşama idi.

KAFİYEDE BAZI ÖZELLİKLER

                                   
Kafiyeyi en az iki mısranın sonunda tekrarlanan ses benzerliğidir diye tanımlamıştık:
Bir kayadan duman DUMAN
On iki metre ATLAYAN
Dağ kokusuyle yüklü su…
M. Seyit Sutüven

Bir manzumenin bütün kıt’alarında bir plan dâhilinde tekrarlanan kafiyelerine ‘’ANA KAFİYE’’ denir:
Kopunca bir büyük savaş
Er tez gider, korkak yavaş.
Yüreksize akçayla aş,
Erlere meydan görünür.
Bir gün olur yılda ayda,
Birleşiriz hep Altay’da
Güz ayında, kurultayda
Başı börklü han görünür.
Atsız


Kafiyeler mısranın içinde fazladan yapılmışsa bu tür kafiyelere ‘’iç kafiye’’ denir. İç kafiyeye çoğunlukla divan edebiyatında rastlanır:

Esdi nesim-i nev-bahar açıldı güller subh-dem
Açsun bizim de gönlümüz saki meded sun cam-ı Cem

İrdi yine ürd-i BEHİŞT oldu heva ANBER-ŞİRİŞT
Âlem behişt ender BEHİŞT her guşe bir bağ-ı İrem

Gül devri ayş EYYAMIDIR zevk u safa HENGÂMIDIR
Âşıkların BAYRAMIDIR bu mevsim-i ferhunde-dem

Dolsun yine PEYMANELER olsun tehi HUM-HANELER
Raks eylesün MESTÂNELER mutribler ittikçe negam
Nef’i

Kafiyenin planlı bir biçimde yani belli aralıklarla tekrarlanması kulağımızda ayrı bir zevk yaratır. Yaratılan bu zevki tadabilmek için kafiyeli kelimeyi okuduktan sonra biraz durmamız gerekir.                      Bu duruşla kafiye bir mısranın sona erdiğini ve yeni bir mısraya geçileceğini de bizlere hatırlatmış olur. Aşağıdaki şiiri okurken yazılanları uygulamaya çalışın. Aksini uyguladığınız takdirde şiirden zevk almanıza imkân yoktur:

KAFİYENİN ŞARTLARI::


Kafiyenin en az iki mısranın sonundaki ses benzerliği olduğunu biliyoruz. Mısra sonlarındaki kelime ya da eklerin kafiye olabilmesi bazı şartlara bağlı bulunmaktadır.

1. Mısra sonlarında bulunan kelimelerin kafiye olabilmeleri için ses bakımından birbirine benzemeleri ancak anlam bakımından ayrı olmaları gereklidir:

--- 1 ---
Türküm ben, Oğuz benin nesli yakURum;
‘’Altaylara’’ bağlar beni anlımdaki nURum.
Emin Bülend Serdaroğlu
--- 2---
Hafızın kabri olan bahçede bir gül vARmış
Yeniden, hergün, açarmış kanayan rENGiyle,
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlARmış
Eski Şirazı hayal ettiren ahENGiyle.

Yahya Kemal Beyatlı

Birinci beyitte ‘’vakur – nur’’ kelimeleri anlam bakımından ayrıdır. Bu kelimelerdeki ‘’ur’’ sesleri benzeştiği için bu iki kelime birbirleriyle kafiyelidir.‘’ Var – ağlar ‘’ , ‘’ renk – ahenk ‘’ kelimelerinde de durum aynıdır: Birinci mısradaki ‘’ Var’’ üçüncü mısradaki ‘’ağlar’’ kelimelerindeki (AR) sesleri ve ikinci mısradaki ‘’renk’’ ile dördüncü mısradaki ‘’ahenk’’ kelimelerindeki (ENK) sesleri kafiyeyi meydana getirmektedirler. Bu kelimeler arasında bir anlam ya da ödev birliği yoktur.

2. Anlamları aynı olan kelimelerle kafiye yapılmaz.
Bir merhaleden güneşle deryâ görünür,
Bir merhaleden her iki dünyâ görünür,
Son merhale bir fasl-ı hazandır ki sürer,
Geçmiş gelecek cümlesi ruyâ görünür.
Y. Kemal Beyatlı

Rubaînin üç mısrasında da tekrarlanan ‘’görünür’’ kelimeleri aynı anlamda olduğu için kafiye meydana getirmez. Kafiyeler bu kelimelerden önceki (derya, dünya ve rüya) kelimeleri üzerindedir.

3. Ancak kelimeler sesteş ise (yani imlaları bir, anlamları ayrı) kafiye olur.
İsterim haftada bir nâme bu yaz;
Yazacaksan dediğim veçhile yaz.

Birinci mısradaki ‘’yaz’’ mevsim anlamındadır. İkinci mısradaki ‘’yaz’’ ise ‘’yazmaktan’’ emirdir. Bundan ötürü bu iki kelime birbirleriyle kafiyelidir.

4. Dilbilgisi bakımından ödevleri aynı olan ekler ve takılar kafiye meydana getirmezler.

- 1 -
Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir,
İspanya neş’esiyle bu akşam bu zildedir.
Y. Kemal Beyatlı

DİL – de – dir
ZİL – de – dir

Dil ve zil kelimlerinin sonlarındaki ‘’de’’ ler ismi ‘’-de haline sokan çekim ekleridir. ‘’dir’’ ler ise ek-fiilin geniş zamanının tekil üçüncü şahsının çekim ekleridir. Bu bakımdan gerek ‘’de’’ ler ve gerekse ‘’dir’’ ler ödevleri bir olan çekim ekleri olduğu için kafiye olamazlar. Kafiyeler bu eklerin ulandığı ‘’DİL – ZİL’’ kelimeleri üzerindedir.

5. Mısra sonlarında anlamları bir kelimeler, ödevleri aynı ekler ya da takılar bulunuyorsa kafiyeyi onlardan evvelki kelimeler üzerinde aramamız gerekir. İşte anlamları bir kelimelere ya da ödevleri bir eklere, takılara redif denir. Redifler, mısranın sesini çoğaltan bir ses unsurudur.
--- 1 ---

Yaslı gittim şen geldim;
Aç koynunu ben geldim.
Bana bir yudum su ver;
Çok uzak yerden geldim.                                                                                                        Samih Rifat

- 2 -
Tarihimi ağyâr okusun sâde Mohaç’ta,
Ben ırkımı durmuş okurum taşta, ağaçta;
Bazan Edebalî’nin asâsında, sesinde;
Bazan Hacı Bektaşi Veli’nin nefesinde.
Mithat Cemal Kuntay
Birinci dörtlükteki ‘’geldim’’ kelimelerinin anlamı aynıdır. Bundan ötürü redifti. Bu dörtlüğün kafiyeleri ‘’ şen, ben, yerden’’ kelimelerindedir. İkinci bölümün birinci beyitindeki ‘’ Mohaç’ta – ağaçta’’ kelimelerinin sonundaki ‘’ta’’ lar ismin ‘’ de ‘’ halidir. Bu yüzden de rediftir. Kafiyeler ise ‘’ Mohaç – ağaç ‘’ kelimelerindedir. İkinci bölümün ikinci beytindeki ‘’sesinde – nefesinde ‘’ kelimelerinin sonundaki ‘’inde’’ parçaları rediftir. Çünkü ‘’İ’’ ler, bir belirtili isim tamlamasının tamlanan takısıdır. Edebali’nin ses-İ, Hacı Bektaş Veli’nin nefes-İ ‘’n’’ ler kaynaştırma harfidir. ‘’de’’ ler ise ismi ‘’-de’’ haline sokan hal takılarıdır. Bu beytin kafiyeleri ‘’ses – nefes’’ kelimelerindedir. Bir kelimenin redif olabilmesi için kendinden evvel mutlaka bir kafiyenin olması şarttır.

Bu gece ay solgun, yıldızlar uzak,
Ben yapayalnız annemden uzak.

‘’Uzak’’ kelimeleri redif değildir. Çünkü kendilerinden evvel kafiye bulunmamaktadır. Kendilerinden evvel kafiye bulunmayan kelimeler ya da parçalar ne kadar tekrar edilirse edilsin redif sayılmazlar.

KAFİYESİZLİK:           

Mısra sonlarında birbirleriyle kafiyelenecek kelimelerin bulunmayışı demektir. Bu iki türlü olur: 1- Bilerek kafiye kullanmamak
2- Sakat kafiye kullanmak

1—Eskileri düşünürsek, bilerek kafiye kullanmamak mümkün değildi. Çünkü eskiden ancak iki mısradan meydana gelen ‘’müfredler’’ kafiyesiz olarak yazılabilirdi.
Binevalar eceb mi gelse sana
Zerreler afitabe racidir.
Şeyh Galip
Bugünkü şairler, bilerek kafiye kullanmamaktadır:

Burnumu değiştirmek istedim
Daha güzel olmak için
Burnum bana dedi ki:
‘’Beni değil.’’
‘’Kafanı dağiştir.‘’
Basri İmece

2--- Eski edebiyatınızda olsun, yeni edebiyatınızda olsun, edebiyat tekniğinin en genel bilgilerinden yoksun olanlar kafiye kullanmakta acemilik göstermişlerdir ve göstermekte devam etmektedirler. Edebi dergilere gönderilen şiirlerde bu tip sakat kafiyelere çokça rastlanır. Bakarsınız (verdi – geldi) yi ya da (olmuş – germiş – gitmiş) kelimelerini kafiye sanarak manzume yazanlar çoktur. Oysaki ( verdi ile geldi) kafiye olamazlar. Çünkü (di) ler aynı sesi veriyor gibi görünüyorsa da, aslında haber kiplerinden dili geçmişin üçüncü tekil şahsının ekidir. Bundan ötürü aynı ödevi yapan bir takıdır ve dolayısıyla rediftir. Rediften evvelki (ver – gel) köklerinde ise benzeşen ses bulunmadığı için kafiye meydana getiremezler.
(olmuş – gelmiş – gitmiş ) kelimeleri de birbirleriyle kafiye olamazlar. Çünkü (miş) ler rediftir. Geriye kalan ( ol – ger – git ) kelimelerinde benzeşen ses bulunmadığı için kafiye değildir. Ancak (olmuş – solmuş;  gelmiş – selmiş; gitmiş – ditmiş ) kelimeleri birbirleriyle kafiyeli olabilirler: ( ol – sol, gel – sel, git- dit ) gibi.
Yrd. Doç. Dr. Mehrali Calp 

0 Comments:

Yorum Gönder

Deneme