Sanat ile Mizaç

Her toplumun, her ülkenin kendisine özgü bir sanatkârlık yeteneği vardır. Bu böyle olduğu gibi, her şahıs için de ayrıca az çok bir sanat yeteneği vardır diyebiliriz. Bundan dolayı sanat şahsîdir. İşte bu bakış açısını dikkate alan Emile Zola sanatı tarif etmek için “Sanat, bir mizaç arasından görülmüş olan tabiattır.” demiştir. Gerçekten bu, oldukça doğru bir tanımdır. Fakat bu sanat tanımının ne olduğunu göstermekten çok, sanat ile şahsî mizaç ilişkisini açıklamaya hizmet eder.

Sanatkâr bir sanat eseri meydana getirmek için, bir dereceye kadar, hayat ve tabiatı taklit edecektir. İşte bu taklidi yaparken, sanatkâr, mizacının etkisi altında kalmaktan kurtulamaz.

Bütün mizaçlar arasında bir takım farklar vardır. Bundan dolayı iki sanatkârın aynı tabiat ve hayatı taklit etmeleri, aynı eserin vücuda gelmesini gerektirmez. Sanatkârın mizacını renkli bir gözlüğe benzetirsek, her sanatkâr taklit edeceği şeyi bu renkli gözlüğün arkasından görür. Çeşitli mizaçlar değişik renkte gözlüklere benzeyeceğinden, aynı esası taklit ederek bir eser meydana getirmek isteyen sanatkârlar da mizaçlarının etkisi altında kalarak tasvir etmek istedikleri şeyi, hiçbir zaman aynen yansıtamazlar.

Bundan dolayı sanat ile mizaç arasındaki ilişkiyi açıklamak için şu sözler yeterlidir: Her sanatkâr tabiat ve hayatı olduğu gibi değil; kendi mizacının, kendi ruhunun, kendi hissî durumunun gösterdiği gibi görür. Bu da sanatkârı taklitten kurtarıp orijinal eserler vücuda getirmesine imkân verir. Bunun bir yansıması olarak, böyle bir sanatkârı, eserinde imzasını görmesek de kolayca tanırız. Denilebilir ki mizaç, sanatkârı mukallit olmaktan kurtarır. Mizaç, sanatkârın orijinal kişiliğinin sanat eserine yansımasının en önemli etkenidir.

Şüphesiz sanatkâr içinde bulunduğu toplum ve çevrenin etkisi altındadır. Ancak bir sanatkâr eserini meydana getirirken bir fotoğrafçı sadakatiyle hareket etmekten kurtulup kendi mizacını eserine yansıtabildiği ölçüde başarılı olabilir. Sanat esas olarak şahsîdir. Bir sanat eseri, sanatkârın dünya görüşünün, değer yargılarının hayata hangi pencereden ve nasıl baktığının izlerini taşır, bir başka ifade ile sanatkârın mührünü taşır.

Mizaçtaki farklılıktır ki aynı konuyu işleyen sanatkârların değişik renk, ses, tat ve çeşnide eserler vücuda getirmesine yol açmış; bu sayede insanlık renkli ve zengin bir kültür birikimi elde edebilmiştir.

Sanatkâr, mizacının izlerini eserine öylesine işler ki eser ile müessir (sanatkâr) aynileşir (özdeşleşir). Eser, sanatkârın bir elçisi, hatta tâ kendisi olur. Sanatkârın mizacı eserine öylesine yansır ki siz eseri sanatkârdan ayıramazsınız. O eserde sanatkârın ruh halini, hayat tarzını bütün ayrıntılarıyla bulursunuz. Mesela sanatkâr; hayata umutla, şevkle ve heyecanla bağlanmışsa; siz onun eserlerinden neşe, sevinç, şen ve şakrak bir havayı solursunuz, bunun tersi de doğrudur. Karamsar ve kötümser bir sanatkâr en olumlu, en neşeli durumlara bile kasvet, karamsarlık ve kötümserlik bulaştırır. Şayet sanatkârların farklı mizaçları olmasaydı, sanat kısır bir döngü içerisinde boğulup giderdi denilebilir.

Her sanatkârın farklı bakış açısı vardır. Adeta bir prizma misali, varlığı, eşyayı her sanatkâr değişik tarzda ele alır, işler ve yansıtır. Mesela Haşim’in sanat anlayışını ve bir dereceye kadar mizacını yansıtan aşağıdaki dörtlüğe bir göz atalım:

Seyreyledim eşkâl-i hayâtı

                     Ben havz-ı hayâlin sularında

                     Bir aks-i mülevvendir anun-çün

                     Bana arzın cemâd u nebâtı

(Ahmed Haşim)


 

Bu mısralarda Ahmed Haşim kendi hayalini bir havuza benzetiyor. Eşkâl-i hayât (hayatın şekilleri, hayatın çeşitli görünümleri) diye belirttiği dış dünyadan aldığı duyumları, okuyucuya aynen yansıtmadığını ifade ediyor. Söz konusu dış dünya ile ilgili duyumlarını, şair, adeta, bir prizma gibi olan hayal havuzundan geçirerek farklı bir tarzda yansıtıyor.

Sanatkârın bu yaklaşımında, onun benimsediği sanat akımı, geçirmiş olduğu hayat serüveni ve kişiliğinin bir parçası olan mizacının önemli bir etkisi vardır. A. Haşim realist bir sanatkâr değil, empresyonist ve sembolist bir sanatkârdır. Bunun içindir ki dış dünyadaki eşya, varlık ve olguları olduğu gibi değil, dış dünyadan kendisinin edindiği izlenimler olarak yansıtmaktadır. Yani, eserlerinde kendi psikolojik durum ve anlayışını ortaya koymaktadır. Diğer taraftan sanatkârın çocukluk yıllarının acılı ve sıkıntılı geçmiş olması, ailesi ile birlikte İstanbul’a yerleştikten sonra bile uygun sosyal ortam içinde yer alamaması gibi faktörler, sanatkârın hayata ve topluma karşı belirli bir bakış açısı geliştirmesine yol açmıştır. Bu bakış açısını ana hatları olarak toplumdan kaçma, başka âlemlerin özlemini çekme, kendi içine kapanma gibi özellikler olarak sayabiliriz. Haşim’in hemen hemen bütün şiirlerinde bu özelliklerin yansımalarını görebiliriz. Bütün bunlar zaman içinde oluşan mizacı ile ilgilidir.

 

Ahmed Haşim’in “Başım” şiirine de müracaat edelim...

 

A Haşim, ‘’Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kandilsine.” sözü ile anlatılabilir. Şiirleri kadar huylarının, kültürünün, nüktelerinin, nefret ve sevgilerinin, hülasa mizacının da bambaşkalığı dillere destan olmuştur.

Başım

 

Bîhaber gövdeme gelmiş konmuş

Müteheyyic,[1] mütekallis[2] bir baş

Ayırır, sanki o baştan etimi

Ömr-i ehrama muadil bir yaş

 

Ürkerim kendi hayâlâtımdan

Sanki kandır şakağımdan akıyor

Bu kızıl çehrede âteş gözler

Bana güyâ ki içimden bakıyor

 

Bu cehennemde yetişmiş kafaya

Kanlı bir lokmadır ancak mihenim[3]

Âh, yâ Rabbi! Nasıl birleşti?

Bu çetin başla, suçsuz bedenim.

 

Dişi, tırnakları geçmiş etime

Gövdem üstünde duran ifritin[4]

Bir küçük lahzâ-i arama[5] fedâ

Bütün âlâyişi nâm u sıytin

 

Haşim’in içinde sanki bir demon (cin) gizli idi. Bu demon (cin) kendisine hem azap hem de ilham veriyordu.

Haşim, vuslat zevkini değil hep ayrılmanın acısını düşünen bir mizaca sahiptir. Nitekim hicran duygusunu ifade ettiği “Şafakta” şiiri buna tipik misal teşkil eder:

 

Şafakta

 

“Dönsek mi bu aşkın şafağından

Gitsek mi ekalim-i leyâle

Bizden daha evvel erişenler

Ağlar bu gün evvelki hayale”

 

Dönmek mi? Ne mümkün geri dönmek

Düştüyse gönüller bu melâle?

Bir eldir ufuklardan uzanmış

Zulmet bizi çekmekte visale...







[1] Müteheyyic: Heyecana gelen, coşan, coşkun




[2] Mütekallis: Gerilen, çekilip toplanan, gerilmiş




[3] Mihenim : Eziyetler, sıkıntılar, meşakkatler




[4] İfritin: Zararlı ve korkunç mitolojik yaratık




[5] Aram: İstirahat etme, durma, dinlenme

 

Yrd.Doç.Dr Mehali Cap

 

 


0 Comments:

Yorum Gönder

Deneme