Özet
Tanzimatın ilanı ile edebiyatımız Batıya yaklaşma çabaları göstermiştir. Bunun doğal sonucu olarak edebiyatımıza yeni türler girmiştir. Bu yeni türler edebiyatımızdaki nazım ile yazma hevesini kırmış ve nesrin gelişmesini sağlamıştır. Gazete roman gibi türler nesrin nazmın esaretinden kurtarmış ve nesri hak ettiği yere ulaştırmıştır.
Hiç şüphesiz Şinasi Tanzimat nesrinin kurucularındandır. “İstanbul Sokaklarının Tenvir ve Tathiri” başlıklı makalesinden de anlaşılacağı üzere sanatı toplumun hizmetine sunma anlayışını benimsemiştir. Dilde sadeleşmeyi sağlamıştır.
Namık Kemal ise önceleri Divan Edebiyatının etkisinde olmasına rağmen Şinasi ile tanıştıktan sonra Batılılaşma gereği duymuştur. “Vatan” adlı makalesinden de anlaşılacağı gibi vatanın kutsal olduğu ve insanın neden vatanını sevmesi gerektiğini anlatır. Dili o dönemin nesrine göre oldukça sadedir. Yazılışında milli duyguları uyandırır.
Tanzimat Edebiyatı ile birlikte “nesir” önemli bir plana yükseldi. Divan Edebiyatı devrinde, “nesir” ikinci planda idi. Tanzimatla birlikte yeni fikirlerin yayılması ve özellikle gazeteciliğin gelişmesi; makale, tiyatro sonra roman gibi edebi türlerin gelişme göstermesi “nesri” ister istemez birinci plana yükseltti. Ayrıca okullara fizik, kimya, jeoloji gibi derslerin girmesi ile bu ilim dallarının terim meselesi ortaya çıktı. Mesela, Fransızca olan tıp terimleri Türkçeye çevrildi.
Tanzimatçılar dil üzerinde de durdular: Cevdet Paşa ilk Kavaid-i Osmaniye (Dilbilgisi) kitabını yazdı. Cevdet Paşa bu kitabında: “Her dil başka dillerden kelime alabilir. Ancak kural almamalıdır.” tezini savunur.
Namık Kemal, 1866 tarihinde “Türkçe’nin ıslahı üzerine yazdığı bir makalede, “konuşulan dil ile yazılan dilin ayrıcalığından” şikâyet eder.
Ahmet Mithat Efendi ise Arapça ve Farsça çoğulların kullanılmamasını, onun yerine Türkçe çoğul edatının kullanılması fikrini ileri sürer. Ayrıca yabancı kurala göre yapılan terkiplerin Türkçe tamlamalar haline sokulmasını ister. (1871).
Dil, Divan Edebiyatı dilinden tamamıyla uzaklaşmış ve orta tabakanın günlük konuşmasına çok yakın olan bir özellik kazanmıştır.
Tanzimat nesrine hatta daha cesur bir deyişle Türk nesrine gerçek yenilik getiren Şinasi’den söz etmeden edemeyiz:
Şinasi (1826–1874) aşırı derecede Batı hayranıdır. Esasen Tanzimat Edebiyatı’nın ileri gelenleri Fransız edebiyatı etkisinde fazlaca kalmışlardır. Bakınız: [Tanzimat Edebiyatında Fransız Tesiri-Cevdet Perin, 1946]. Şinasi, Türk toplumunun bilincini geliştirmek amacını biricik gaye edinmişti. Onu bu yönden etkilemek için gazeteciliği araç olarak kullanmayı uygun buldu. Bunun için:
1. Divan Edebiyatının kalıntısı olan uzun cümleyi bağ yerlerinden ayırdı,
2. Süslerini attı, onların bir anlam taşımasını sağladı
Bu konuda Küçük Sait Paşa (1838–1914) bakın ne diyor:
… Kimileri sanırlar ki yeni çığıra ilke olan tümleçli cümleleri Şinasi getirdi. Oysa 19. yüzyılın başlarında tarih eserleriyle devlet dilinde cümleler kesikti; böyle yazı yazmak 1829’larda başlamıştı; sonradan bu çığır, eskiye düşkün olanlarca tutulmadı. Geriye doğru bağlamalı cümleye dönüldü. İşte bu sırada Şinasi yetişerek yeniden kesik cümleyi getirdi. Şu var ki onun bir kurucu olmayıp belli bir düzeni yeniden sağlamış olması, hiç de onun değerini küçültmez; Şinasi, o günün Türkçesindeki bezdirici bağları, artık nesneleri kaldırmış, dilimizin Batı edebiyatı, Batı düşüncesiyle anlaşmasına bir anahtar olmuştur. Bunlar dilin arınması ve gelişmesinde büyük emektir. Türklük yaşadıkça yazarlarımız onun bu yaptıklarını asla unutmayacaktır.
Süleyman Nazif’in dediği gibi: “Bizde pürüzsüz, temiz, o vakte kadar görülmemiş bir nesir, Şinasi’yle başlar.” Tanzimat nesrinde Şinasi kokusu vardır.
Örnekler:
-I-
İSTANBUL SOKAKLARININ TENVİR ve TATHİRİ (temizleme)
Sokaklar evvelki haline nispetle kesb-i intizam etmektedir: (intizam kazanmaktadır) iktiza eder ki (gerekir ki) tanzifi (temizleme) maddesi dahi suretyab-ı (şekillenen, meydana çıkan) devam etsin. Buna en ziyade mani ise köpeklerin vücududur ki azalması memnuniyetle temenni olundukça çoğalması kerahetle (iğrenerek, istenmeyerek, tiksinme ile) görünmektedir.
Gelelim bunların şimdiki halde olan menfaat ve mazarratlarının (zararlar) muvazenesine: Faideleri olsa olsa sokaklara atılan bazı muzahrafatı (kokuşmuş öteberi) ortadan kaldırmak ve gece vakti gezinenlerin güya fasitlerine (bozan, bozucu) havlayıp saldırmaktan ibarettir.
Muzahrafatı sokaklara atmak zaten umur-u zaruriyeden (zaruri işlerden) olmayıp belki bırakılmış olanlarını kaldırmak lâzımeden (gerekli şey) iken, tutalım ki bu hususça zahirde bir faidesi görülmüş olsun; ya bunların ölüsünden dirisinden hâsıl olan (meydana gelen) ortadan kaldırdıklarına mukabil ve belki daha ziyade değil midir? Ve defedilmek lazım gelmez mi? Gelirse bu hizmete taraftarlarından başka kim layık olur?
Havlayıp saldırmak bahsine gelince: Geceleyin gezenlerin içinde binde bir ancak fasit olabileceğinden, bir fasit için nice bin ehl-i ırz insan (namuslu insan) o makule (çeşit, soy) hayvanı gayriaklîn (akılsız) şerir (kötü, hayırsız, fesatçı) muhatarasında (tehlike) kalmak reva mıdır?
Hâlbuki fasitlerin ekseri hakk-ı sükût (susma payı) olarak bunlara bir ekmek parçası atmakla ağızlarını kapadıkları müspet ve mütevatirdir (vaki olduğu anlatılan).
Hasılı kelam (sözün kısası), daimi suretle zabıta-i belediye hükmünü icra etmekte iken köpeklerin gece nigehbanlığında (gözcülüğünde) bulunmalarına ehemmiyet verenler varsa vay onların haline ki uyku vaktinde haricen emniyetini muhafaza için köpeklerden istimdada (yardım isteme) mecbur olmak itikadında bulunanlar!..
Mazarratları bahsine gelince; başlıcalarını tadat (sayma) ile iktifa ederiz (yeter buluruz): Adetleridir ki mahallelerde gündüzleri hayvanca bir sebepten dolayı iki köpek düelloya çıkarlar ve bazı kere mesela bir kemik parçasını paylaşamamaktan çıkan münazaa (çekişme, kavga) bir iki fırka (grup) beyninde (arasında) sınır kavgasına netice vererek, nihayet hangileri dişinde kuvvete malikse kahr-ı hasım (düşmanı ezen) ile savaş meydanı olan sokaklarda tafrakünen (üstünlük taslayarak) dünbale cünban (kuyruksallayan) olurlar. Esna-yı münazaalarında (çekişme sırasında) gelip geçen halkın kimisi yolundan kalıp, kimisi tavassut (aracılık) işin dalıp vakit zayi ettikleri her zaman meşhuttur (gözle görülen).
Bunların saldırmağa alışmış azgınları vardır ki şerlerinden etfal (çocuklar) yollarından saparak uzak yerlerden dolaşmaya mecbur olurlar. Sokak ortalarında yatmaya melüf (alışmış) olduklarından kazaen üzerlerine basılınca ısırdıkları vardır. Binaenaleyh (bundan ötürü, bunun üzerine, bundan dolayı) yolda giderken bunlara dokunmamaya, insana çarpmaktan ziyade dikkat olunmak mecburiyetinde bulunulur; zira insana itizar (özür dileme) kabul ettirmek ihtimal, bunlara ise muhaldir.
Aç kalanları müdahinler (yüze gülen) gibi, tabasbus (yaltaklanma) ile bir şey koparamayınca, gâsıplar (zorla elden alan) gibi, bayağı insanın elinden yiyecek kaptıkları vakidir ki bekçilikten ziyade hırsızlıkta maharetlerine delalet eder.
Geceleri ise taraf taraf havlayıp uludukça hanelerde hastaları değil, sağlam olanları bile keyifsiz gibi mustarip ederler.
Mazarratlarının en muharatalısı (tehlikelisi) kudurmaktır ki her ne kadar sair bazı memalike (memleketler) nispetle burada nadirü’l-vuku (pek seyrek olan) ise de bir kuduz köpeğin yüzünden bir merd-i kâmilin (olgun bir insanın) göz göre bin mihnetle telef olduğu mesbuk-ul-emsaldir (misalleri geçmiş).
Hıfz-ı sıhhat-i umumiye mülahazasıyla debbağ (dabak, derici) ve emsali esnaftan bulunan bir takım insan, sanatlarını şehrin kenar veyahut haricinde icraya mecbur tutulmuş iken, dâhilinde köpeklerin kalması neden tecviz (yapılmasına razı olma) olunsun?
Evailde, (evvelleri, vaktiyle) yani Nasuh Paşa’nın sadareti ki 1611’den 1614 senesine kadardır. Zamanında İstanbul’dan köpeklerin kaldırılmasına kalkışılmış iken, gayretkeşlerinin (bir tarafı tutan, taraflı) teşe’ümiyle (uğursuzluk sezinlemek) işi hali hali üzere (şimdiki gibi) kalmıştır.
Şimdi ise efkârı umumiye (kamuoyu) köpeklerin vücudunda meymenet (uğur) aramayacak kadar terakki etmiştir.
ŞİNASİ, [Tasvir-i Efkâr, 1862]
II. VATAN
Bebekler beşiğini, çocuklar eğlendiği yeri, gençler maişetgahını (geçinme yeri, yiyip içme yeri), ihtiyarlar feragat (vazgeçmek, elini dünyadan çekmek) köşesini, evlat validesini, peder ailesini ne türlü hissiyat (duygular) ile severse insan da vatanını o türlü hissiyat ile sever.
Bu hissiyat ise, sırf sebepsiz bir meyl-i tabiiden (tabiattan, bünyeden gelme bir meyil) ibaret değildir. İnsan vatanını sever; çünkü Allah vergilerinin en azizi (şerefli, sevgili) olan hayat, vatanın havasını teneffüsle başlar. İnsan vatanını sever; çünkü vücudun maddesi vatanın bir cüz’üdür (parça, kısım). İnsan vatanını sever; çünkü etrafına baktıkça, her köşesinde geçmiş hayatının hazin bir hatırasını taşlaşmış gibi görür. İnsan vatanını sever; çünkü hürriyeti, rahatı, hakkı, menfatı vatan sayesinde kaimdir (duran, ayakta duran).İnsan vatanını sever; çünkü sebeb-i vücudu (meydana gelme sebebi) olan ecdadının sakin mezarlığı ve netice-i hayatı (hayatın sonu, neticesi) olacak evladının meydana gelme yeri vatandır. İnsan vatanını sever; çünkü vatan evladı arasında dil birliği, menfaat birliği, alışıklık çokluğu cihetiyle bir kalp yakınlığı ve fikir kardeşliği hâsıl olmuştur. O sayede bir adama dünyaya nispetle vatan, oturduğu şehre nispetle kendi evi hükmünde (makamında) görünür. İnsan vatanını sever; çünkü vatanında mevcut olan hâkimiyetin bir cüz’üne gerçekten sahiptir. İnsan vatanını sever çünkü vatan öyle bir galibin kılıcı veya bir kâtibin kalemiyle çizilen mevhum (hayalde olan, dışarıda varlığı olmayan) hatlardan ibaret değil, millet, hürriyet, menfaat, kardeşlik, tasarruf, hâkimiyet, ecdada hürmet, aileye muhabbet gibi birçok yüksek duyguların birleşmesinden hâsıl olmuş mukaddes bir fikirdir.
Bundan dolayıdır ki insanlık tarihinin hangi sayfasına bakılsa her zamanda, her millette zuhur eden ilmi fikir ve yüksek ahlak sahiplerinin cümlesi vatan muhabbetini dünya işlerinin kâffesine (hep, hepsi) müreccah (üstün) tutmuş ve pek çoğu vatan yoluna feda-yı can etmiş (canını vermiş) görünür.
Bundan dolayıdır ki her dinde, her millette, her terbiyede, her medeniyette vatan sevgisi en büyük faziletlerden, en mukaddes vazifelerde
NAMIK KEMAL
[Vatan Makalesi’nden]
Yrd. Doç. Dr. Mehrali Calp
0 Comments:
Yorum Gönder
Deneme