Kitap İncelemeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap İncelemeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ömer Seyfettin'in "Beyaz Lale" Kitabının Özeti

Ömer Seyfettin'in "Beyaz Lale" Kitabının Özeti

1.KİTABIN KONUSU: Balkan Savaşı esnasında, Bulgar kökenli  bir binbaşı tarafından, Türk köylerinde bilhassa kadın ve kız çocuklarına yapılan işkenceler tüm gerçeğiyle gözler önüne serilmiştir. Ayrıca buralardaki Türkleri vaftiz edip Hristiyan yaptıktan sonra nasıl  öldürdükleri anlatılmaktadır. Bu insanların gayesi özgür bir Bulgar toplumu yaratmaktır.

2.KİTABIN ÖZETİ: Balkan Savaşının ardından  bazı Türk köyleri  yıkıma uğramıştır. Bulgar  kökenli  binbaşı Radko Balkaneski’nin bu yıkımda  çok büyük payı olmuştur. Bu binbaşı Galatasaray Sultanisini tamamlamış , iyi eğitim görmüş bir şahıstır .
      Serez’ de yaşayan Türkler çok  zengindiler. Bu binbaşının gayesi  buradaki Müslümanların kaçamayanlarını yakalamak , ilk önce işkence ile kasalarındaki ve bankalarındaki servetlerini alıp , bu paraları Bulgar  okullarına vermekti . Daha sonra Türkler vaftiz edilip  Hristiyan  yapıldıktan sonra katledilecekti .
       Binbaşı Rako’ nun başka bir maksadı  bu köylerdeki en  güzel Türk kızını seçmektir.Binbaşıya göre 45 yaşından fazla olan kadınlar ve 60 yaşından fazla olan erkeklerin vaftiz edilmesi  uygun değildir. Genç bir Türk kadınının karnında  on beş tane düşman büyüttüğü fikrindedir . Bu sebeple bir genç kadını ya da  bir kızı katletmek on beş tane birden düşman yok etmek demektir.
       Binbaşı Radko’ nun en ağır işkencesi insanları soyundurup, kasaturayla vücutlarını parçalayarak  ateşe atmaktır. Çünkü vücudu yarılan adam ateşte çok hızlı yanmaktadır.
Bir gün binbaşı Radko köyde bulunan 45 yaşından küçük  kadınları toplatıp bunlara işkence etmeye karar verir. Kadınlara soyunmalarını emreder . Kadınlar bu emir karşısında direnirler . Radko kucağında çocuk olan bir kadının çocuğunu alır ve ateşe atar. Kadın bunun ardından Radko’ nun boğazını sıkmaya çalışır. Ama komitalar buna mani olurlar.Kadını ellerinden tutup karnını kasaturayla yararak ateşe atarlar.
       İşkencelerden en meşhuru ise “canlı çukur” ismini verdikleri yöntemdir. İlk önce yere kilolu bir kadın yatırırlar, onun üstüne beğendikleri diğer ikinci bir güzel kadını yatırırlar ve bu üstteki kadını alttaki kadına bağlarlardı. Bu kadının karnını kasatura ile yararlardı .Kadın bu şekilde bir iki saat süresince inleye inleye,  kıvrana kıvrana ölmekteydi.
      Bütün bu yaşananlar yanı sıra Binbaşı Radko tüm köyü gezerek köydeki en güzel Türk kızını bulmaya çalışmaktadır. Herkesten aldığı isimlerden en çok dikkat çekeni Hacı Hasan Beyin kızı Lale Hanım, Müderris Ahmet Efendinin kızı Naciye Hanım ve Kadri Ağanın kızı İclal hanımdır.
Bunlardan Naciye Hanım kumral, Lale Hanım beyaz, İclal Hanım ise esmer  tenlidir.Bu kızlardan Lale Hanımı beğenir .Ve onu dünya güzeli olarak ilan eder .
    Hemen Lale Hanımın babası Hacı Hasan Beyi çağırtır .Ona evlerini birkaç günlüğüne çarın oğlu ziyarete geleceği için  kullanacağını söyler. Ayrıca evde yalnızca kızı Lale Hanımın hizmetçilik yapmasını ve onun haricindeki herkesin evden çıkmasını  söyler. Hacı Hasan Bey kabul etmek zorunda kalır . Hemen kızını evde bırakıp evden oğlu ve karısıyla beraber ayrılır. Binbaşı Radko Hacı Hasan Beyin evine  gidip  kapıya vurur . Lale Hanım kapıyı açmamak konusunda direnir . Radko niyetinin kötü olmadığını yalnızca çarın oğlunun gelerek birkaç gün için evde misafir kalacağını  söyler. Lale Hanım bu sözlere inanmaz ve kapıyı açmamakta direnir . Binbaşı Radko, bir daha niyetinin kötü olmadığını yalnızca evi birkaç dakikalığına gezip görmek olduğunu  bütün kibarlığıyla söyler. Lale Hanım nihayetinde dayanamayarak kapıyı açar.
Radko içeri girince Lale Hanımı tam kafasında düşlediği gibi bulur.Evin odalarını incelemeye  başlarlar. Birkaç odaya baktıktan sonra artık dayanamayarak Lale Hanıma sataşmaya  kalkar.Lale Hanım  Radko’ nun bu hareketleri karşısında tüm kuvvetiyle  direnir. Radko zorla onu öpmeye kalkar . Lale Hanım'ı  kucaklayarak yatağa götürür. Lale Hanımın artık bu tacizlere dayanacak kuvveti  kalmaz. Aklına bir fikir düşer. Artık çok bunaldığını ve  biraz hava alması gerektiğini söyler. Radko nihayet Lale Hanımın yola geldiğini zannederek mutlu olur .Ona hava alması için müsaade eder . Lale Hanım açık pencereye doğru yönelir ve hiç düşünmeden kendisini pencereden aşağıya çalılıkların arasına atıverir.
    Bunu gören Radko kızgınlığından ne yapacağını bilmez. Hemen pencereden aşağıya bakar. Lale Hanımın yerde ölü bir biçimde uzandığını görür.Koşa koşa   aşağıya iner ve Lale Hanımın cansız bedenini görür . Onu alarak yeniden yatağa götürür. Ölmüş olmasına rağmen , vücudunun hala  sıcak olduğunu düşünerek ona taciz etmeye kalkar. Tam o esnada  bir komita gelir ve aşağıdan Binbaşı Radko diye bağırır . Hemen apar topar aşağıya gider . Komita Radko’ ya vaziyeti  öğrenmek için geldiğini söyler.Bu arada Lale Hanımın bedeni  soğumuştur. Ona hiçbir şey yapamamasından dolayı  sinirinden etrafı kırıp döker.

3.KİTABIN ANAFİKRİ : Balkan Savaşı esnasında, halk çok ağır  işkencelere tabi tutulmakta, eli kolu bağlı kalması ve hiç kimseden manevi destek alamaması sebebiyle, zorla nasıl Hristiyanlaştırılıp öldürülmesidir.

4. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Binbaşı Radko Balkaneski: Çok zeki ve akıllı bir adamdır . Fakat halka ettiği zulüm ve işkence onun acımasız, hissiz ve kişiliksiz biri olduğunu bize göstermektedir.
            Hacı Hasan Efendi : Maddi durumu iyi olan bir adamdır . Halk tarafından sevilen iki çocuğu ve karısıyla geçinip giden bir adamdır .
   Lale Hanım : Taartışmasız bir şekilde köyün en güzel kızıdır . Ailesi tarafından iyi büyütülmüş  kültürlü bir kızdır. Yapılan bu işkencelere boyun eğmektense ölmeyi tercih eder .

  
            5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Tarihimizden bir kesiti anlatması sebebiyle güzel ve ilgi çekici bir eser . Yaşanan gerçek olaylar sade , anlaşılır ve çarpıcı bir dille anlatılmıştır . Çok akıcı ve sürükleyici bir kitap. Herkesin bu kitabı mutlaka okumasını isterim .

6.YAZAR HAKKINDA  KISA BİLGİ : Ömer Seyettin; Gönende, 11 Mart 1884'te dünyaya geldi . Dağıstan'dan göç etmiş  bir Türk ailesinin evladı olan Ömer Şevki Bey'in çocuğudur . Dört yaşında mahalle mektebine yazıldı . 1892'de İstanbul'da Yusufpaşa'daki Mekteb-i Osmani'ye başladı . 1893 yılında Eyüp semtindeki Askeri Rüştiye'de subay çocukları için açılan özel sınıfa kaydı yapıldı .
Romanları: Ashab-ı Kehfimiz (1918), Efruz Bey (1919),  Harem (1918)

Hikayeleri: Ölümünden sonra ilk defa Ali Canib Yöntem tarafından derlendi  (1926). Ahmet Halit Kitabevi 9 ciltte topladı (1938), Şerif Hulusi hikayeleri yeniden inceleyerek notlarla 10 cilt (1950), Rafet Zaimler Yayınevi 30 hikaye ilave ederek  11 cilt halinde yayımlandı. Tüm hikayelerini Bilgi Yayınevi yayımladı.

İncelemeleri: Milli Tecrübelerden Çıkarılmış Ameli Siyaset (Tarhan takma adıyla, 1912), Yarınki Turan Devleti (1914), Türk Mefkuresi (Ayın Sin rumuzuyla, 1914). İncelemelerin hepsini Sakin Öner bir araya getirerek yayınladı (1975).


Ömer Seyfettin'in "Bomba" Adlı Kitabının Özeti

Ömer Seyfettin'in "Bomba" Adlı Kitabının Özeti

1.KİTABIN KONUSU:
Milli kültürüne ve diline yabancı kalan birisinin benliğini bulmasıdır .

2.KİTABIN ÖZETİ:
               Serin ve karanlık eylül gecesinin yıldızsız gökyüzü altında Selanik, adeta gündüzki heyacanlardan, gürültülerden yorgun düşmüş gibi, baygın ve sükunet içerisinde uyumaktadır .Rıhtım ıssızdır . Olimpos Palas’ın, Kristal’in, Splandit Palas’ın,obür küçük gazinoların ışıkları çoktan sönmüştür. Tramvay yolunu onarmak için yığılmış parke taşlarının ötesinde , denize inen küçük merdivenin başlangıcında , kıpırdamayan bir gölge dimdik durmaktadır .Gölgenin sahibi öğrenimini Paris’te tamamlayıp daha sonra iyi bir maaşla İzmir’e giden ve orada aşık olduğu güzel bir İtalyan kızı olan Grazia ile izdivaç kuran genç mühendis Kenan Bey’dir . Kenan Bey Türklüğe, yani medeniyetsizliğe karşı olan aşırı Avrupalılara, onların eleneklerine, ananelerine, terbiyelerine,toplumlarına hayran olan ve bunları kendi hayatında da yaşayan kişiliği ile tanınmaktadır.Nazik ve neşelidir . savaşa tümüyle karşıdır. İşte bu gece Kemal Bey kırk sekiz saat süresince duydukları ,gördükleri gazetelerde okuduklarının tesirindedir. Son derece huzursuzdur . Çünkü savaş başlamıştır. İtalya Trablus’a hücum etmiştir. Hayran olduğu, insanlığa hizmet ettiğine inandığı Avrupalıların eskiden önem vermediği hatta ara sıra çok normal bulduğu davranışları aklına gelmektedir. İlk Frasa’yı düşünür . Sürekli fazilete, insanlığa hizmet ettiğini bağıran bu millet, yüz yıldır Afrika’yı kana boyamakta, suçsuz, silahsız insanları öldürmekte onları esir edip yaşamlarını, ruhlarını hapsetmektedir . Sonrasında ingiliz’leri düşünür ve ispanyol’ları, almanla’rı hatta belçika ve portekiz’lileri en nihayetinde da italyan’ları düşünür. Tüm bunlar aynıdır. Kenan bey yıllarca ruhunu zapteden bu toplumun, avrupalıların naçiz bir kulu, hizmetcisi bulunduğunu düşündükce kahrolmaktadır. Düne gelinceye kadar kendisine bile türküm demeye sıkıldığını ve bu memlekette kendisi benzer biçimde tarihinin efsunklüğünü, mazisinin şerefini, dedelerinin şanını bilmeyen, inkar eden, milliyetinden uzak ve hatta utanan nekadar avrupalılaşmış renksiz olduğunu düşünerk yürür. Evine gitme düşüncesinden uzaktır. şuursuz bir halde splandi palas’ın önüne gelir. Bir odaya çıkar ve yatağa uzanır. Yaşadığı vakalar onu şaşırtmış, mevcudyetini perişan etmiştir. Hakaretin, tecavüzün, itisafın şiddetinten ansızın uyanan millet, italyan mektebinin, acentasının, hastanesinin, hatta konsolosluğunun armalarını parcalamış, bayrak direklerini kırmış, sancaklarını yırtmıştır. Ne kadar italyan var ise şüphsiz kovulacaktır. Italyan dostu görünecek bir türk şüphesiz lanetler, nefretler, arasında tahkir olunacak, memleketten dışarı çıkarılacaktır. Başı ağrımakta başını arısından gözleri yaşarmaktadır. Yüzükoyun yatar gözünün  önüne zevcesi, çoçuğu, evi gelir. O hiç böyle bigünü düşünmemiş bu ana kadar mesut yaşamıştır. Avrupadan geldiği yılı, gençlik ve bekarlık zamanlarını hatırlar. Bir İtalyan’la evlenmek , hayatını birleştirmek ona normal görünmüş, hatta övünülebilecek bir mumtazlık gibi gelmiştir. Gerçi Grazia ile izdivaç kurmak istediğinde Grazia’nın babası Kenan Bey’in Türk olmasından dolayı bir barbar, bir medeniyet düşmanına kızını vermeyi kabul etmemişti . Daha sonra ise gerek kişisel çıkarları gerekse kızıyla yaptığı bir görüşme sonrasında Kenen Bey’i Rumeli ve Anadolu’da Türk adı altında yaşayan onyedi milyon Rumdan biri olarak değerlendirir. Öykü, gençliğini Makedonya’da yaşamış eski bir zabitin anılarından alınmıştır. Sene 1903 , yer Pirbeçik, genç zabit durumundan ve içinde bulunduğu ortamdan oldukça rahatsızdır. Bu duruma rağmen kendine verilen vazifeleri yerine getirmeye uğraşmaktadır . Genç zabit, sürekli İstanbulu düşünmekte, o güzel İstanbul günlerinde yaşadığı hovardalıkları hatırlamaktadır . Şuan içinde bulunduğu hali  o eski günlere ne kadar karşıt olduğunu, çekilmez olduğunu düşünmektedir. Oysa kendisi Hayat-ı Askeriye ye girmeden  önce hayallinde mükemmel, düzenli , şık bir ordu vardır. Taburun tüfekçisi Agah Usta da, genç zabitin bu halinin  farkındadır. Agah Usta bir akşam genç zabiti odasında ziyaret ederek  ona bozuk İstanbul şivesiyle öğüt  vermeye başlar. Ona artık İstanbul düşlerini bir kenara bırakması gerektiğini yaşananları fazla kafasına takmamasını, gerektiğinde gülüp geçmesini hatta akşamları gerektiğinde bir tek atmasını ve kendisinin de buna katılabileceğini  söyler. Agah Usta gittikten sonra genç zabit onun sözlerinde doğruluk payı olduğuna inanır . Bir süre sonra genç zabitin Velmefçe taraflarındaki keşif görevine istekli olur . Genç zabit kendisine verilen keşif vazifesi esnasında , düşmana ait boş erzak ambarları ve birkaç köyden toplanan yüz-yüzelli kadar silahtan başka bir şey bulamamışlardır . Etrafta bir çete olabileceği olasılığına karşı müfrezesiyle birlikte köyde kalır.

İlk günler çok zordur. Yerleştiği kırık dökük , pislik içinde olan ev ve bulunduğu ortam adeta bütün varlığını yok etmiş, elini kolunu bağlı  bırakmıştır. Ta ki bir sabah penceresinden bakarken fark ettiği Bulgar kızına kadar. Bu kız genç zabiti çok etkiler . Ona ilk görüşte aşık olmuştur. Yaşadığı bütün aksilikleri ve kötü olayları ona unutturmuş adeta aklını başından almıştır. Bütün her şeyi bırakıp başka diyarlaragitmeyi bile düşünmeye başlamıştır. Fakat  kendisinin bir Türk zabiti olması, ailesini ve ülkesini kötü bir hale sokmak istemediği için , uzaktan uzağa kendi içinde bir aşk yaşamaya başlar. Bulgar kızı da bu durumu hissetmiştir . Genç zabitin sürekli onu izlediğini ve gözlemlediğini  bilmektedir. Bulgar kızı da genç zabiti her gördüğünde şu şarkıyı söylemektedir.
‘Naş, naş
Çarigrad naş..
Raz-va-tri’
Bu şarkının kendisi için söylenen bir aşk şarkısı olduğuna inanan ve bundan çok etkilenen zabit şarkıyı kendince tercüme eder.
‘Seni çok seviyorum
Seni çok seviyorum
Balkanlar’dan Şıka’dan
Aşıp geldim sana

Genç zabit şarkı sözlerini bu şekilde tercüme ettikten sonra, genç kızın söylediği biçimde mırldanmaya başlayarak, kızın her geçişinde ona doğru söyler. Ne yazık ki genç zabit için ayrılık vakti gelmiştir. Askerler manastıra tekrar dönmeleri için çağrılmaktadır. Oysa genç zabıt güzel Bulgar kızıyla bir tek sözcük bile konuşamamıştır. Ona bu şekilde veda etmeden ayrılmak istemez. Çantasında hiç kullanmadığı kolonyayı ayrılacağı sabah hancının çırağı ile kıza vermeye karar verir. Böylece genç zabitin yolladığı  hediyeyi genç kız ne reddedebilecek ne de teşekkür edebilecekti. O gün sabah zabit pencereden dışarı baktığında Bulgar kızı göremez. Yine de çırağı yanına çağırır ve kolonyayı tarif ettiği kıza vermesini  söyler, çırak da ona kızın isminin Rada olduğunu söyleyerek odadan çıkar . O anda hancı içeri girer ve zabitin hazırlanmasına yardımcı olmaya başlar. Artık zabıt daha fazla dayanamaz ve Rada’yı tanyıp tanımadığını sorar. Hancı da kendisini pek tanımam ,ama babası kötü adamdı kilisede papaz iken kalktı bir gün komite oldu, geçen yılda Velmefce’de vuruldu diye yanıt verir. Zabit daha sonra o çok merak ettiği şarkı sözünün anlamını sorar. Duyacağı yanıt onu yıkacak, kendisinden nefret etmesine sebep olacak vicdanını rahatsız edecektir. Aşk şarkısı sandığı şarkının Türkçe manası şudur. ‘Bizim olacak, bizim olacak İstanbul bizim olacak’

HÜRRİYET BAYRAKLARI
Öykünün  kahramanı olan Türk , sıcak ve yorgun geçen bir günün akşamında Demirhisar’dan Cumayıbala’ya vararak bir otele yerleşir. Sabahleyin zurna ve davul seslerine karışan bağırmalar , türkülerin gürültüsü ile uyanır.Gerinirken, bu kansız ve hakikate ancak manasız alkış tufanlarından ibaret olan zavallı düzme Türk inkılabının ikinci yılı  olduğunu hatırlar. Milli bir bayram olduğunu “Ama, acaba hangi milletin bayramı? “ diye düşünerek kalkar.Pencereden bakar,dışarıda karmakarışık bir kalabalık,kaynaşarak yürümektedir . Bulgar dükkanları açıktır. Sahipleri bu memlekete yeni gelmiş hakim yabancılar gibi önlerinden geçen sırma cepkenli Türk delikanlılarına tebessüm ederek bakmaktadırlar.Bir süre bu geçiş törenini , On Temmuz şenliklerini izler.Dalmıştır, Türkiye’nin, ülkesinin ,bu kesinlikle  öleceğine inanılan hasta adamın yaşamını düşünür, üzüntüye pek benzeyen acı bir hisle bütün zihniyetinin büzüldüğünü,işlemez bir duruma geldiğini duymaktadır.Odanın kapısı açılır, Rum otelci atlarının hazır olduğunu söyler.Razlık’a gidecektir. Giyinir,yola koyulur . Bir saat sonra Papaz Bayırı’nı çıkan dik yokuşu tırmanmaktadır . Atından iner,tepeye çıkar.Biraz ötede bir atlı görür,kılıcının parıltısından bir zabit olduğunu anlar.Oda dinlenmektedir.yanına gider.Türkiye’de takdim ve takatdümebinced olmadığına Selam verir.Nereye gittiğini sorar. Gülümseyerek yanıt verir.
‘Razlık’a efendim siz?’

‘Ben de’
‘O halde birlikte gideriz’
Konuşmaya başlarlar. Konu siyasetten açılır. Kahramanımız On Temmuz’un buralarda bile takdir olunduğunu der . Mülazım kahramanımızın şaşkınlığına canı sıkılmış gibi bir tavırla ‘On Temmuzu takdir etmek...’ bu da söz mü ? Bu bizim en büyük en kutlu  günümüz, en kutsal milli bayramımız keşke bir gün değil de üç gün olsa der. Kahramanımız iddaaların aksini diyerek sinirli munakaşacıları kızdırmak hoşuna gittiğinden ekler.
‘Hem bu nasıl milli bayram? Hangi milletin bayramı?’
‘Osmanlı milletinin.....’
‘Osmanlı milleti demekle Türkleri mi kasdediyorsunuz?’
‘Hayır, asla ... tüm Osmanlıları... ‘
‘Bütün Osmanlılar kimlerdir?’
‘Tuhaf sual! Araplar,Arnavutlar, Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Yahudiler, Ermeniler, Türkler...kısacası hepsi...’
‘Bunlar demek hep bir millet?’
‘Kesinlikle...’
‘Ama ben şüpheliyim’ der.
Bu mümkün değildir ve bu imkansızlık nasıl riyazi ve bozulmaz bir kural ise birbirlerinden tarihleri , gelenekleri ,  meyilleri, kurumları , dilleri, mefkureleri ayrı milletleri toplayıp  hepsinden bir millet yapılamayacağını, bunları bir sayıp Osmanlı demesinin yanlış olacağını belirtir .  Mülazım şaşırmıştır. Onun kuşkusuz ilk kez  duyduğu , bu kadar basit ve adi bir hakikaten şaşalamasını sersemliğe dönüştürmek için sözlerine devam eder. Osmanlılık kelimesinin duveli bir ifadeden başka bir şey olmadığını , Rumlar’ın, Bulgarlar’ın, Sırplar’ın, bütün o eski esirlerimiz olan bugünkü uyanmış  milletlerin, Türkler’den intikam almak ve kendi öz kardeşleriyle, Balkan hükümetleriyle birleşmekten daha doğal  daha akla yatkın , daha haklı idealleri olmayacağını anlatır. Fakat mülazım anlamadığını, gözlerinden, birden parlamasından anlaşılmaktadır. Mulazım ‘sizinle tartışamam’ der. Çünkü düşüncelerimiz taban tabana zıt...! Ayağa kalkarlar, atlarını yedeğe alarak yayan gitmeye  başlarlar. Bir süre sonra mülazım ‘ah, bakınız azizim...’ diye bağırır , ‘bakınız işte Osmanlılığın şahidi’.
Parmağıyla bir kilometre kadar ileride uçurumlu bir yarın kıyısındaki  küçük bir Bulgar köyünü işaret eder. Köydeki sallanan kırmızı kırmızı hürriyet bayraklarının bugünkü Osmanlıların birbirleriyle en samimi ve gerçek kardeş olduklarını dünyaya haykırdıklarını , bu kutsal  On Temmuz gününü alkışlayan kırmızı bayrakları gösterir. Bulgar köyündeki insanların, Osmanlı vatanına düşmanlar saldırdıkları zaman kendilerinden önce onların koşacaklarını, Osmanlılık adına kanlarını dökeceklerini iddia eder. Kahramanımız kendini tutamaz ve ‘Bu Bulgar’lar ha?...! diye bağırır .
‘Evet bu Bulgarlar en samimi Osmanlılardır. Komitacılarla hiç ilişkileri olmamıştır . Fakat siz tutucusunuz inanmazsınız. Daha sonra yollarından bir buçuk saat kaybedecek olmalarına karşın  kahramanımız mulazımın ısrarlarına dayanamaz ve köye uğramaya  karar verirler. Köye vardıklarında  mulazımın en samimi  dost dediği Bulgar’ların, tam tersine  vurdumduymaz halleri , hain ve kızgın bakışları ile karşılaşmışlar ve en mühimi de mülazımın hürriyet bayrakları sandığı şeylerin aslında hava aldırmak üzere güneşe asılmış kırmızı biber dizeleri olduğunu hayret  ve acı içinde görmüşlerdir.


3.KİTABIN ANA FİKRİ:
Türklük , Türkçülük ve milli şuur bilincidir .


4.KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

KENAN BEY;Avrupa’da iş yapan  bir mühendistir. Sonradan  Avrupa’ya gittiği için pişman olmaktadır . Vatansever bir şahıstır .

GRAZİA;güzel ve kendi kültürüne düşkün bir kadındır .Kenan bey’in hanımıdır . Türklerin hasmı olarak sayılır.

PRİMO;Kenan beyin çocuğudur . Türk olmasından  gurur duyardı,ama Türkçe konuşmayı ve Türk kültürünü öğrenemedi . Kenan beyin tesiriyle öz  kültürüne sarılıyor.


5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSI GÖRÜŞLERİ:
Kitapta mübalağalı bir anlatım yok . Gerçeğe uygun bir kitaptır.Yabancı bir devlette yaşamak ne kadar zordur konusu işleniyor . Vatanımıza her daim saygı ve sevgi duymalıyız .

6.YAZAR HAKKINDA BİLGİ:

28.2.1884 tarihinde Gönen'de dünyaya gelmiştir . Eğitimine Gönen'de başlayan Ömer Seyfettin, Ayancık'ta ve validesiyle  birlikte geldiği İstanbul'da Aksaray'daki Mekteb-i Osmaniye'ye gitti , Eyüp'teki Baytar Rüşdiyesi'ni tamamlayıp  asker çocuğu olduğu için Kuleli Askeri İdadi'sine kayıt oldu (1893), bir süre sonra da Edirne Askeri İdadisi'ne geçerek  öğrenimini burada bitirdi . Daha sonra İstanbul'da Mekteb-i Harbiye'ye başlayan Ömer Seyfettin, piyâde mülâzımı sânisi rütbesiyle bu okuldan  mezun oldu. Teğmenlikle İzmir'de (1903-1910), daha sonra üsteğmen olarak Rumeli'de vazife  yaptı (1908-1910). Askerlik'ten ayrılıp Selanik'e giderek , Genç Kalemler dergisinde yazmaya başladı. Balkan Savaşında tekrar subay olarak orduya girdi , Yunanlılar'ın elinde bir yıl kadar esir oldu . Esareti esnasında da öykü yazamaya devam ederek bunları Halka Doğru, Türk Yurdu ve Zakâ dergilerinde yayımladı. İstanbul'a gelince  ordudan ikinci kez ayrılıp, ölümüne kadar Kabataş Lisesi edebiyat öğretmenliği yapan Ömer Seyfettin, 6 Mart 1920 tarihinde İstanbul'da vefat etti ..


Öykü Kitapları

Sağlığında, Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür (1910), Harem (1918), Efruz Bey (1919) adlı hikâye kitapları yayımlandı. Bilgi Yayınevi Bütün Eserleri adıyla yazarın tüm çalışmalarını 16 kitapta topladı. Ömer Seyfettin'in bu seriden basılan öykü kitapları şunlar: Kahramanlar, Bomba, Harem, Yüksek Ökçeler, Yüzakı, Yalnız Efe, Falaka, Aşk Dalgası, Beyaz Lale, Gizli Mabet.


Kora İle Kelebek Kitap Özeti

Kora İle Kelebek Kitap Özeti

Kitabın Adı : Kora İle Kelebek
Kitabın Yazarı : Hanzade Servi
Yayın Evi : Altın Kitaplar
Basım Yılı : 2015

Kitabın Özeti :

Kora ve Kelebek 13 yaşlarında bir birleri ile taban tabana zıt karakterlerde iki kızdır . Kelebeğin annesi ile Kora'nın babası evlenince bir anda kendilerini kardeş olarak bulmuşlardır .

Kora ülke dışındaki yatılı okuluna yeniden dönmek için günlerin geçmesini beklerken komşularının çöp tenekesinin içerisinde buluğu bilekliğin izini sürmeye başlar . Kelebek 'in en yakın dostunun kaybolması sonucunda gün yüzüne çıkmaya başlayan sırlar sayesinde hem iki kız bir birine bağlanmaya başlayacak hem de yürek burkan gerçekler gün yüzüne çıkacaktır .

Kora ile Kelebek bir birine tamamen zıt olan ve farklı dünyaları olan iki kızın tüm bu farklılıklara rağmen özel bir dostluk kurabilmesinin eğlenceli ve hüzünlü hikayesini anlatıyor . ( Tanıtım yazısından alınmıştır . )

Yazar Hakkında Bilgi

Hanzade Servi Kimdir ?

16 Ocak 1978 tarihinde Bursa'da dünyaya geldi . Anadolu Üniversitesi 'nde İletişim Bilimleri Fakültesi , Basın ve Yayın Bölümü'nde eğitim gördü . Çeşitli dergi ve gazetelerde çalıştı , mizahi yazılar , reklam ve projelerde metin yazarlığı yaptı . Eserlerini farklılık gözetmeksizin " her yaştan ruhlar " için yazmakta . Yazıları ve kitap çalışmaları devam etmekte ; çeşitli yarışmalarda da ödüller kazanmaktadır .


Yazarın web adresi :  http://hanzades.blogcu.com

"Benim Adım Kırmızı" Orhan Pamuk Romanının Özeti

"Benim Adım Kırmızı" Orhan Pamuk Romanının Özeti

Benim Adım Kırmızı; Orhan PAMUK'un  kaleminden çıkmış  “Cevdet Bey ve Oğulları, Beyaz Kale, Sessiz Ev, Yeni Hayat, Kara Kitap” gibi eserlerden sonra bu kitaplardan daha farklı  bir tarzda yazılmış. Orhan Pamuk da bu kitabını “en renkli ve en iyimser romanım” olarak tanımlıyor .

Konusuna gelince;
Biraz gerilere  gidiyoruz. 1591 yılı , kış ayları, İstanbul. İki erkek evlat annesi güzeller güzeli Şeküre’nin eşi dört yıl geçmesine rağmen savaştan dönmemiştir. Çocukluk aşkı , yeğeni Kara ise aşkını itiraf ettiği için evden kovulmuş ve fakat  on iki yılın  rdından İstanbul’a dönebilmiştir. Dönmesi ile beraber Şekure ile evlenmenin yollarını aramaya başlaması bir olur .

Babası ve iki çocuğu ile yalnız kalan Şeküre’nin kalbi hem Kara’da hem de eşinin  kardeşi Hasan’dadır. Şeküre’nin babası yani Kara’nın eniştesi Padişahın isteği ile gizli bir kitap hazırlatmaktadır . Kitabın gizli yönü  Avrupai yöntemler kullanarak resmedilmesinden ileri gelir. Enişte Efendi Kelebek , Leylek ve Zeytin adındaki Osmanlı Sarayı'nın meşhur nakkaşlarını bu kitabı resmetmekle görevlendirir . Zarif Efendi de Tezhip işini yapmaktadır . Erzurumlu Hocaefendi ve taraftarları dini konularda çok tutuculardır ve geleneklere aykırı bir işler yapıldığını hissetmeye başlamışlardır  ve Zarif Efendi de bu fikirdedir . Nakkaşlar ve Hattatlar her gece bir kahvehaneye toplanarak Erzurumlu Hocaefendi ile alay ederler . Nakkaşlardan biri Zarif Efendinin işlerine taş koyacağını anlayarak onu öldürür .

Romanın bundan sonraki bölümleri katilin aranması , nakışta üslup ve imzanın önemi , doğu ve batının durumu  üzerine kahramanların fikirleri  ile örülüdür. Bu şekilde kitap birçok ilginç ve merak uyandırıcı unsuru bir arada barındırmaktadır .

Hat ve Nakış sanatı ile ilgili türlü bilgiler  İstanbul'un eski zamanları ve dar sokaklarında gezintiler , incili yastıklar,  bohçacı kadınlar, kırmızı yelekler , fıstık yeşili feraceler, hoşaflar, kuru kayısılı pilavlar, tarhana çorbaları… Tabii bu gibi ilginç ve eğlenceli ayrıntıların yanı sıra  kafa  uçurmalar, gözlere iğneler batırmalar ve daha çeşitli kan kokulu sahneler de bulunmakta . Katilin kimliğini ortaya çıkarmaya çalışmak bile kitabın sonuna kadar fazlasıyla oyalayıcı. Eski resim ve süsleme sanatı ile Osmanlı tarihine pek ilgi duymuyorsanız bazı bölümleri çok uzun ve gereksiz bulabilirsiniz .

SONUÇ :

A.    KİTABIN ANA FİKRİ :

Hayatımız boyunca başımıza gelebilecek olumlu ya da olumsuz her olaya rağmen yaşama ümüdimizi ve sevincimizi kaybetmemeliyiz .

B. KİTABIN HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER :

Bu roman diğer Orhan Pamuk kitaplarına göre farklı bir tarzda yazılmıştır ve yazar tarafından " en renkli ve iyimser romanım " olarak tanımlanmıştır .

C. KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER :

Osmanlı Tarihi ve tezhip , hat , Nakış gibi eski resim sanatları ile ilgisi bulunmayanlar bazı bölümleri çok sıkıcı bulabilir . Bu küçük ayrıntı dışında zevkle ve heyecanla okunan bir roman olduğunu söylememiz mümkün .
* Kitap özetlerindeki düşünceler  bu fikri belirten kişinin öznel bakış açısı ve beğenisini yansıtmaktadır.

D.      YAZARI BİYOGRAFİSİ
 ORHAN PAMUK:
1952 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir . Ortaöğrenimini Robert Kolej’ de tamamlamıştır . Bir süre İstanbul Teknik Üniversitesi’ ne gitti , daha sonra girdiği İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Yüksekokulu’nu  1977yılında bitirdi .

ESERLERİ

1979 Milliyet Roman Yarışması’nda birincilik ödülünü Karanlık ve Işık adlı romanıyla Mehmet Eroğlu ile paylaştı. Daha sonra Cevdet Bey ve Oğulları ( 1982 ) ismiyle yayımlanan bu roman ayrıca 1983 Orhan Kemal Roman Armağanı’ nı da kazanmıştır . 1984 Madaralı Roman Ödülü’ nü İkinci kitabı Sessiz Ev ( 1983 ) ile kazandı. Bunu Beyaz Kale (1985), Kara Kitap (1990), Yeni Hayat (1994), Benim Adım Kırmızı (1998) izledi . Gizli Yüz filminin senaristliğini yaptı . Bu eserini  1992 yılında kitaplaştırdı .


Aşk-ı Memnu Romanı Kitap İncelemesi

Aşkı Memnu Romanının İncelemesi ve Kitap Özeti 

1) KİTABIN KONUSU:

Behlül ve Bihter'in yasak aşkı konu edilmektedir . Bihter 22 yaşında bir genç kız Adnan Bey ise 45 yaşında bir adamdır . Evlilikte aradığı mutluluğu bulamayan Bihter ve Adnan Bey'in yeğeni Behlül arasındaki yasak aşk anlatılmaktadır . Aşk-ı Memnu da "Yasak Aşk" anlamına gelmektedir .



2) KİTABIN ÖZETİ: 

            Roman Nihat Bey ve Peyker'in evlilikleri ile başlar . Peyker ve Bihter’in validesi  Firdevs Hanım duldur ve Adnan Bey'e gizliden bir aşk hissetmektedir . Fakat Adnan Bey Bihter'e karşı yoğun bir aşk  hissetmektedir . Adnan Bey ile Bihter evlenirler . Adnan Bey zengin  , soylu  bir aileden gelmiştir. Annesi bu izdivacı hiç kabullenemez .

             Bir gün hepberaber pikniğe giderler, tüm  aile pikniktedir . Adnan Beyin yeğeni Behlûl Peyker’den çok etkilenir ve  dayanamayarak  onu ensesinden ateşli bir biçimde öper. Peyker buna çok sinirlenir çünkü eşine çok bağlı birisidir. Behlûl Bihter’e aşık olur . Bihterden  çok hoşlanır, onun dış  görünüşü Behlûl’u çıldırtma düzeyine getirir. Bihter’in de  kendisinden hoşlanmasını sağlar ve o günden sonra her gece birlikte olurlar.

             Behlûl ve Bihter’in mektuplaşmalarınıı Nihal yakalar . Nihal bu olayı kabullenemez  çünkü Behlûlle evlenmeyi hayal etmektedir . Nihal’in tam saadeti  düşündüğü bir esnada bu olaya şahit olması  hayatını yıkmıştır. Adnan Beyin bu aşkı  öğrenmesiyle her şey değişir.

             Adnan Bey ve Nihal eskiden olduğu  gibi birlikte  yaşamaya karar verirler. Bu olaydan sonra hayatlarında artık ne Behlül ne de Bihter olacaktır .



KİTABIN ANA FİKRİ:

             Yasak bir aşk bir yuvanın yıkımına sebep olabilir, gerçekleri vaktinde fark etmek  sevdiklerinin daha fazla üzüntüye düşmesine  engel olur .

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

             Bihter: Harika bir fiziğe sahip, çok güzel, erkekleri zorlanmadan  elde edebilen cazibeli bir kadındır. Annesine karşı kin duymaktadır .

             Adnan Bey: Bihter’in eşidir . Orta yaşlı, zengin , iki çocuk sahibi , soylu  bir ailenin tek evladıdır.

             Nihal: Adnan Bey’in kızı. Akıllı , güzel ve çalışkan bir şahsiyettir . Behlûl’e aşk  duymaktadır. Annesini kaybetmesi  onu derinden etkilemiştir.

             Behlûl: Adnan Bey’in yeğenidir . Kadınlara karşı zaafı vardır. Bu onda bir aşırı ilgi  haline dönüşmüştür .  


 5) KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

             Kitaptaki olaylar barındırdığı entrika ve iş içe geçmiş düzenli bir sıra içerisinde anlatıldığı için okuyucuda merak ve heyecan uyandırmaktadır . Kitapta kahramanların  ruhsal  ve psikolojik tahlillerine ve tasvirlerine  yer verilmiştir. Fakat kitabın dilinde düzeltme yapılması özgünlüğünü bozmuş ama  yalın ve sade bir hale getirilmiştir. Anlamı bilinmeyen kelimelere çok fazla yer verilmemiştir . Kitap kaleme alındığı  dönemin insan ve aile ilişkilerini olduğu gibi  yansıtmaktadır.



KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:

HALİD ZİYA UŞAKLIGİL

             Türk edebiyatının  en tanınmış ve mühim  yazarlarından Halit Ziya Uşaklıgil, 1866 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir . Bir süre Fatih Askeri Rüştiyesi’nde eğitim görmüştür . 1896 senesinde İstanbul'a dönerek dönemin popüler akımı olan Servet-i Fünun topluluğuna katılmıştır . Meşrutiyet’in ilanının ardından  bir süre Darülfünün’da Batı edebiyatı dersleri okutan  Halit Ziya , hükümet tarafından yurtdışı vazifelerine  gönderildi. Halit Ziya, 1945 senesinde İstanbul'da hayata gözlerini kapadı .

Çoğu eleştirmen tarafından Türk Edebiyatında bir milat olarak kabul edilen Halit Ziya'nın , baş yapıtı olan Aşk-ı Memnu romanında kullandığı roman tekniği günümüzde bile yakalanamamıştır . Halit Ziya, 150'nin üzerinde hikaye ile altı roman yazmış , tiyatro, şiir, anı , makale ve çevirileriyle geride  altmış kadar kitap bırakmıştır.

             Başlıca eserleri: Mai ve Siyah, Bir Ölünün Defteri , Aşka Dair, Ferdi ve Şürekası,   Aşk-ı Memnu  ve Hepsinden Acı.


Ateşten Gömlek Romanının Kitap İncelemesi

Ateşten Gömlek Romanının Kitap İncelemesi


KİTABIN KONUSU:

İzmir’in işgali üzerine şehri kurtarmaya amaçlayan milli mücadele hareketlerinin hedeflerine nasıl ulaştığını anlatıyor.

 KİTABIN ÖZETİ:

 İzmir’in işgali sırasında Yunan kuvvetlerin , eşini ve oğlunu şehit etmeleri  üzerine önce İstanbul’a gelen ve yüreğindeki  Türklük şuuru  , mücadele kuvvetiyle İstanbullu gençlerin bilinçlenmesini sağlayan Ayşe’nin meydana çıkardığı  heyecana kapılan subaylar Anadolu’ya hareket ederler . Düzensiz birlikler halinde düşman askerleri ile savaşılmaktadır . Bu mücadelede Peyami çevirici , Ayşe ise hasta bakıcıdır .  


İhsan Ayşe'ye kendisini sevdiğini söyler ve evlenmek istediğini bildirir . Ayşe İhsan'a cevabını İzmir düşman işgalinden kurtulduktan sonra vereceğini söyler . Peyami de Ayşe'yi sevmektedir ancak o duygularını Ayşe'ye açamamıştır . İhsan cephede Ayşe ise mücadele devam ederken gittiği ileri hatlarda şehit olur . Kafasına aldığı bir kurşunla da Peyami hastanede can verir .


Doktorlar Peyami'nin ölümü üzerine onun notlarını incelediklerinde İhsan adında bir alay komutanı ve kolordu da çalışan Ayşe adında biri olmadığını fark ederler .



KİTABIN ANA FİKRİ:

Bir milletin bağımsızlığını kazanması için kadın-erkek demeden herkesin birlik beraberlik içerisinde kanının son damlasına kadar mücadele etmesi gerektiğidir .
           
           
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Peyami: İzmir’in işgali esnasında cephede çevirici olarak vazife yapar . Hariciye ( dış işleri ) memurudur. Çok duygusal bir yapısı olan Peyami Ayşe'yi çok sevmektedir .

Ayşe: Savaş sırasında cephede hasta bakıcı olarak vazife yapar . İzmir’in işgalinde milli bilinci uyandırmak için çok gayret gösterir . Çok hırslı ve hoş bir bayandır .

İhsan: Subay olan İhsan Sakarya Savaşı'nda şehit düşmüştür . Ayşe ile evlenmek isteyen İhsan onu çok sevmektedir .

              
KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:

               Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının meşhur yazarlarındandır . Kitap okuma alışkanlığını çok küçük yaşlarda kazanan Halide Edip ilk başta Tanin gazetesinde yazmaya başlamış ve ilerleyen dönemlerde birçok gazetede makale, roman, sohbet ve hikaye türlerinde eserler yazmıştır . İlk romanlarında bireysel aşk temasını işlemiş, sonraki dönemlerde  belgeselci  ve toplumsal romanlara önem vermiştir.

               Başlıca romanları: Vurun Kahpeye, Sinekli Bakkal, Handan , Kalp Ağrısı ve Ateşten Gömlektir.

               Başlıca hikayeleri: Dağa Çıkan Kurt, Harap Mabetler,  İzmir’den Bursa’ya .

               Anı , tiyatro, çeviri ve düşünce  eserleri de vardır.



Üç Anadolu Efsanesi Kitabının İncelenmesi ve Özeti

Üç Anadolu Efsanesi Kitap Özeti
1-)Köroğlunun Meydana Çıkışı

Bir vakitler İstanbul padişahlık ile  Bolu ise beylik ile yönetilmektedir . İstanbul’da Osmanoğullarının hakimiyeti vardır . O dönemin  Bolu Beyi, Osmanlı padişahları gibi ünlü, onlar gibi itibarlı bir beydir . Bolu Beyi, Bolu'da dünyanın en güzel ve meşhur atlarını yetiştirmektedir . Onun yetiştirdiği atların namı tüm dünyaya ulaşmıştır . Ancak Bolu Beyinin ilişkileri Osmanlı Padişahlarıyla iyi gitmemektedir. Bolu Beyinin bu sorunu da ortadan kalksa dünyada ondan daha mesut kimse olmayacaktır. Bolu Beyini bu şana ulaştıran atları yetiştiren onun seyisbaşısı Koca Yusuf’tur. Koca Yusuf bol pınarlı, verimli topraklarda hayatını sürdürmektedir . Buradaki insanların tek işi at yetiştirmektir. Bir zaman sonra hiç beklenmedik bir biçimde bu topraklarda kıtlık başlar . Atlar diğer ovalara kaçarlar . Atların  ardından insanlar da dayanamayıp diğer ovalara kaçarlar . Köyde yalnızca Yusuf’un babası kalır . Onun da tüm atları kaçmış, yalnızca tek bir atı kalmış, bunun kederiyle yataklara düşmüştü r. Adam atının bu durumuna üzülmüş oğlu Yusuf’tan atı güzel bir memlekete götürüp orada bırakmasını istemiştir. Oğlu tam iki kez babasının bu dileğini yerine getirmiş, ancak eve geldiğinde atı yine kapıda görmüştür . Sonra babası oğlundan altın işlemeli gemi atın sırtına koymasını ve onu deniz kıyısına götürmesini istemiştir . Ancak bu defa beklenenin zıttına kırat geri gelmez . Yusuf’un babası bu üzüntüye ve fakirliğe daha fazla dayanamayarak ölür . Oğluna vasiyeti ise baba mesleğini sürdürmesi ancak hiç kimsenin emri altında çalışmaması olmuştur. Koca Yusuf hiçbir yakını kalmayınca babasının verdiği öğüdü unutup Bolu Beyinin emrinde seyisbaşı olarak çalışmaya başlar . Bir gün Koca Yusuf tüm  atları deniz kenarına götürür. Atlar yaylımdayken birden deniz coşar , yer gök birbirine karışır. Birdenbire her yer durulur ve denizi yararcasına bir at kıyıya doğru koşarak gelir . Bu at boz kısrağa aşar . Bunu gören Koca Yusuf mutluluğundan ne yapacağını bilememektedir . Diğer iki gün yine aynı şeyler olur ve at doru kısrakla, yağız kısrağa da aşar. Ve bu olay bir daha gerçekleşmez . Koca Yusuf bu kısraklara itina ile bakar. Boz kısrak koca Yusuf ‘un önlüğüne, doru kısrak kuma, yağız kısrak da taşa yavrular . Günler sonra Osmanlı padişahı Bolu Beyinden en değerli üç atını ister. Bolu Beyi de bunu iyi bir sulh yolu olarak görür ve Koca Yusuf’tan padişaha layık üç güzel at beğenmesini ister. Koca Yusuf düşünüp taşınır ve sonunda gözü gibi baktığı deniz kulununun üç tayını padişaha göndermeye karar verir. Bolu Beyi bu eti kemiğine yapışmış, çelimsiz tayları görünce çok sinirlenir . Bu sinirle önce Koca Yusuf’un öldürülmesini emreder , daha sonra Yusuf’u sevenlerin ısrarına dayanamayarak yalnızca gözlerine mil çekilmesini ister . Koca Yusuf’un gözlerine mil çekilmesiyle dünyası kararmıştır, ancak Bolu Beyinden mutlaka intikamını  alacağına söz vermiştir. Bu arada oğlu Ruşen Ali büyümüş, yaşı on sekize gelmiştir . Bolu Beyinden intikamını  almak isteyen Koca Yusuf’un tek ümidi oğlu Ruşen Ali’dir. Ancak oğlunun bu çekingenliği ve cesaretsizliği onu çok üzmektedir . Oğlu her gün ekmek almaya gitmekte ancak korkaklığından dolayı ekmeklerin yarısını yolda önünü kesen serserilere vermek mecburiyetinde kalmaktadır. Bir gün ekmek almaya gittiğinde yolda kendi yemeğini iri yarı köpeklerden kurtaran küçük bir köpek görür. Ve işte bu olay onun korkaklığını atmasındaki  en büyük etken olmuştur. Bir gün Koca Yusuf deniz kulununun üç tayını çok merak eder, oğlu da onun ısrarlarına dayanamayıp babasını gizlice Bolu Beyinin tavlasına girdirmeyi başarır. Koca Yusuf gözleri görmemesine rağmen bu üç atı anında bulur. Onların bu çelimsiz  halini görünce çok kederlenir . Daha sonra onların burada heba olup gitmesine dayanamaz ve oğlundan gidip kıratı oradan getirmesini ister. Bu çelimsiz atlardan bir an önce kurtulmak isteyen seyisler Ali'ye bütün atları vermeyi teklif ederler, ancak atların durumunu gören Ruşen Ali bunu kabul etmez. Babası Ruşen Ali’nin kıratı getirdiğini  duyunca çok mutlu olur .

2) Karacaoğlan

Karaca oğlan gurbete çıkar ve diyar diyar gezmeye ,vatan  edinmek için gayret göstermeye başlar . Yolda giderken beygirin yükü yıkılmış ve başında tek başına düzeltmeye uğraşan bir adamı görür ve ona yardımcı olur . Deli Hüseyin Karaca oğlanı bu iyiliğine karşılık obasına götürür ve Karaca oğlan burada sazıyla türküler söyler  ve obanın sevgisini kazanır . Deli Hüseyin ile Karacaoğlan kan kardeş olur . Oba ertesi gün göç etmeye başlar  beyin kızının devesi çöküp kalır . Oba halkı ne yapıp ettiyse deveyi kaldıramaz ve kalkmayacağını anlayınca da göçe devam eder . Deli Hüseyin Karaca oğlanın deveyi kaldırabileceğini düşünür ve Karaca oğlan sazıyla türkü söyleyerek deveyi kaldırır . Deli Hüseyin, Obaya deveyi Karaca oğlanın kaldırdığını söyleyince Karaca oğlan oba tarafından daha çok sevilmeye başlar . Burada Karaca oğlan ve kız arasında yakınlık olur. 

Karaca oğlan obadan ayrılır ancak kız ile buluşmaya başlar,  kıza türküler söyler birbirine deliler gibi aşık olurlar .İkisi de bir anda kaybolur . oba ve Deli Hüseyin meraklanır . Deli Hüseyin vaziyeti anlamıştır . Deli Hüseyin aramaya koyulur ve ikisini de mağarada bulur . Ancak ikisinin sağ salim kaçamayacağını bildiği için kızı farklı bir yere yollayıp kayboldum demesini ister. Daha sonra kızı kaçırmaya karar verirler . Deli Hüseyin bu durumu bir arkadaşına anlatır ve bu arkadaşı gider beye anlatır bu arada obanın bu olaydan haberi olur  herkes bu olayı konuşuyor bey hiddetle adamlarına onları öldürmesini söyler . Kız konuşulanları yan odada duyar ve gizlice kaçar ve durumu anlatır . Karacaoğlan ve kız obada saklanır halk yardımcı olur . Bey ne yapsa bulamaz.

Karaca oğlan, kız ve Deli Hüseyin arkadaşına Küçük Ali adını verir . Vaziyeti anlatır .Düğün hazırlıkları başlar bu arada karaca oğlanın namı yayılmaya başlar . Dillere destan bir düğünle evlenirler . Karaca oğlan ve kız çok mutludur  Karaca oğlan düğünlere gidip sazı ile eşlik eder .
Beyin bir yeğeni vardı gördüğü her kıza askıntılık ediyordu .Karaca oğlanın hanımı Elifi de rahat bırakmıyordu . Kız ne etse kurtulamıyordu. Bir gün kıza seninle birlikte yatarsam seni rahat bırakırım der . Ve akşam Halil Elifin yanına yatar  ve karaca oğlan bu sırada düğünde saz çalıyordur . Birden sazın teli kopar . Bu büyük bir uğursuzluğun habercisidir . Hışımla ayağa kalkar ve eve doğru hızlı adımlarla yürümeye başlar . Evdeki durumu görünce sakin bir biçimde üslerini örter ve sazını alarak evden çıkıp gider .

3) Alageyik

Bu efsane Gavur Dağının sarp kayalıklarında geçer .Halil geyik avına çıkmayı çok seven birisidir . Nişanlısının,  annesinin yalvarmalarına rağmen geyik avından vazgeçememiştir . Halil yine avda olduğu bir esnada yan köyün (Sarıca Köyü) ağası yoldan geçerken Halil’in nişanlısını görür ve kızı çok beğenir . Sarıca Köyü ağası Karaca Ali kıza musallat olmaya başlar . Sarıca Köyü ile Gök dereliler birbirlerini pek sevmezdi.

Karaca Ali kıza sevdalanır , o kızın kim olduğunu öğrenir . Kızın üç erkek kardeşini sıkıntı olarak görmeyen Karaca Ali Halil’i öldürmeyi kafasına kor . hemen Halil’in geyik avladığı dağlara gidip  ,adamları ile Halil’i aramaya başla r. Halil’in geçebileceği yola pusu atarlar ve ilerde Halil’in türkü söyleyerek geldiğini fark ederler . Ancak  küçük bir geyik yavrusu Halil’in karşısında durur . Halil geyiğe doğru yürüdükçe geyik kaçar . Halil böyle bir şeyle  ilk kez karşılaşmıştır ve çok şaşırır . Geyiği takip etmeye başlar . Bu arada pusudan kurtulmuş olur . Karaca Ali ve adamları bu işe hayret ederler .
Kızı istemeye karar verirler . Halil’de yavru geyiği tutamamıştır . Karaca Ali, Gök dere Köyünün ağasını devreye sokarak kızı kendisine istetir. Köyün ileri gelenleri bunu kabul eder. Ama Sultan Ana isimli bir kadın nişanlı bir kızın başka birine verilmesine ısrarla karşı çıkıyordu. Bu arada nişan yapılır kızın gönlü yok ve Halil’in olan bitenden haberi yoktur .

Sultan Ana düğüne az kala iki üç kişiyi Halil’i aramaları için dağa gönderir .Halil dağdan döndüğünde köyde ölüm sessizliği vardır . Halil yaşananları öğrenir ve diğer genç köylülerle Karaca Ali’nin evine varıp  nişan yüzüğünü atar . İki köy arasında düşmanlık  başlar. Köylüler diğer köylülerin hayvanlarını öldürürler .İki köyden de kimse diğer köye gidemez. Karaca Ali kurnaz bir plan yaparak Barış Teklif eder :Gök dereliler bunu kabul eder. Halil düğün gecesi gerdeğe girmeden geyik sesine dayanamaz. Gizlice ava gider .Karaca Ali pusu kurmuştur. Köylüler bunu öğrendikten sonra arkalarından gider. Halil Karaca Ali’yi ve bir adamını öldürür . Bu arada yine o yavru geyiği görür ve vurur .

Halil bu arada sarp kayalıkların kenarındadır . Halil uçuruma düşer. Köylüler ,Halil’in bu durumunu görüp Halil’e yardım ederler . Halil bağırırken birden sesi kesilir öldüğünü düşünürler, Zeynep de bu acıya katlanamaz kendisini Halil’in üstüne atar ve orada can verir Halil ve Zeynep’in öldüğü yerde biri kırmızı biri mavi çiçek açar. Tam kavuşacakları anda oradan bir geyik geçer hiçbir zaman kavuşamazlar .


Daniel Goleman Duygusal Zeka Kitabının Özeti

Daniel Goleman'dan psikoloji alanında derin etki yaratan bir kitap ...

Daniel Goleman bu kitabında EQ (duygusal zeka)'nun IQ'dan daha önemli olduğunu ispat ediyor .

Birr insanın duygusal zeka yoksunu olması onun aile yaşamı , okul yaşamı , iş yaşamı kısaca hayattaki başarısı üzerinde olumsuz etkiler yapıyor . 

Goleman duygusal zekanın doğuştan var olan bir özellik olmadığını çocukluktan itibaren yaşanılan tecrübeler sonucu alınan derslerle geliştiğini söylüyor . 

Eğitimciler ve anne babalar için mutlaka okunması gereken bir baş ucu kitap ...

Daniel Goleman Duygusal Zeka Kitap Özetini İndirmek İçin Tıklayın ...

Salman Khan Dünya Okulu Kitap Özeti İçin Tıklayın ...

Diğer Kitap İncelemeleri İçin Tıklayın ...

Salman Khan-Dünya Okulu (Eğitimi Yeniden Düşünmek) Kitap Özeti

Salman Khan'ın Dünya Okulu adlı kitabı eğitimde fırsat eşitliği , herkes için eğitim , gelecekte okullar nası olacak gibi konularda çok önemli bilgilere ulaşılabilir .


Kitap ile ilgili olarak Türkiye'den ve dünyadan birçok önemli insan çok olumlu düşünceler belirtmiştir .


Mesela Bill Gates bu kitabın eğitim üzerindeki etkisinin hesaplanamayacak kadar büyük olduğunu söylüyor .


All Gore Khan Academy'nin düşünceleri kökten değiştirdiğini söylüyor .


Salman Khan - Dünya Okulu ( Eğitimi Yeniden Düşünmek ) Kitap Özetini İndirmek İçin Tıklayın ...

Daniel Goleman Duygusal Zeka Kitap Özeti İçin Tıklayın ...

Diğer Kitap İncelemeleri İçin Tıklayın ...

Ömer'in Çocukluğu Kitabının Özeti

Özet : Kitap İncelemeleri, ömerin çocukluğu kitabının özeti, ömerin çocukluğu kitabı kısa özeti, ömerin çocukluğu kitabının yazarı kim, ömerin çocukluğu kitabının ana fikri


Ömer'in Çocukluğu 

Bu eserde Muallim Naci okuduğu mektepte yaşadıklarını , eski İstanbul semtlerini , hayatındaki önemli insanları anlatmaya çalışmıştır . Kendisi bu eseri için bir tür çocukluk yaparak yazdığını söylese de bize çok şeyler öğretiyor ...

Kitabın Adı: Ömer'in çocukluğu

Kitabın Yazarı: Muallim Naci

Kitabın Yazılma Yılı: 1992

Kitabın Yayınevi: BEYAN YAYINLARI

Kitabın Basım Yılı: 2004

Sayfa Sayısı: 94

Kitabın Konusu:  Eserde yazarın çocukluk yılları , içerisinde bulunduğu toplumun inançları , gelenekleri ; yaşadığı semt , ailesi ve arkadaşları başarılı bir biçimde anlatılmıştır .


Kitabın Özeti: 


Türk edebiyatının yenilikçi ve önemli  isimlerinden olan Muallim Naci'nin çocukluk anılarından  oluşan “Ömerin Çocukluğu” isimli eserinde , Muallim Naci kendine has çocuk dünyasını, arkadaşlarını,  mahallesini,  ailesini, hocalarını okuyucuya  anlatıyor. Fakat  anlattıkları o kadar güzel bir uslupla sunuluyor ki  zaman zaman Ömerle ağlıyor, bazen de Ömerle mutlu oluyoruz ve yaşadıklarıyla heyecanlanıyoruz. Yazar o kadar samimi bir dille anlatıyor ki çocukluğunu sayfalar arasında gezinirken adeta onun çocukluğunu yaşıyoruz . 

Çocuk edebiyatımız içerisinde Ömer ' in Çocukluğu " çocukluk anılarının anlatıldığı bi r eser olarak müstesna bir yere sahiptir . Bu eseri okuyanlar içerisinde beğenmedim diyenler yok gibidir her halde . Çünkü hem büyüklere hem de küçüklere hitap eden bir eser . Muallim Nacinin en bilinen eseridir “Ömerin Çocukluğu”. Yazarın canlı ve samimi anlatımı o kadar etkileyici ki büyükleri de çocukluk yıllarına götürmeyi başarıyor . Bizim kültürümüzde önemli bir yeri olan mahalle yaşamı , okulda geçen macera dolu günleri, yazarın babasının vefatı  sebebiyle ailesinin yaşadığı üzüntüyü, ağabeyinin bir manada  ona öğretmenlik yapmasını ve bir çocuğa has  yaramazlıklarını okurken kimi zaman eğleniyor, bazen de hüzünleniyoruz. Muallim Naci ' nin anlatım gücü bize o zamanlardan bu zamana çocukluğun tadının hep var olduğu hissini uyandırıyor . 

Abbas Sayar Yılkı Atı Romanının Özeti

Özet : Abbas sayar yılkı atı adlı romanıyla 5 syf özet, yılkı atı romanının özeti, yılkı atı romanının kahramanları, yılkı atı romanının ana fikri, yılkı atı romanının konusu 


Kitap Bilgileri

Adı: Yılkı Atı
Yazarı: Abbas Sayar
Sayfa Sayısı: 120
Yayınevi: Ötüken Neşriyat
Basım Yılı: 2010

Konu

Yarışlarda dereceler alarak sahibine çok kazançlar sağlamış , yaşlandığında arabaya koşulmuş ve nihayetinde işi bitmiş bir kısrak olan Doru ' nun hikayesi anlatılmaktadır .

Ana Fikir

Yılkı Atı Abbas Sayar ' ın uzun bir hikayesi . Yılkı , başıboş bırakılmış at anlamına geliyor . Yazar usta bir biçimde , bu hususta hiçbir şey bilmeyen okuyucusunu bilgilendiriyor . 

Şahıslar ve Olaylar

Romanın kahramanı olan Doru ve Çılkır isimli iki attır. Ayrıca Doru’nun sahibi ile bir de kurt olay örgüsünde bulunmaktadır.

Özet

Romanda atları yılkı atı yapan adam zaman zaman kendini kötü hisseder . Fakat doğayla haşır neşir olmuş bu kurnaz köylü bazı zamanlarda azan vicdanını susturur: “Sadece ben yapmıyorum ya. Ben icat etmedim  ya bu usulü. Hem Allah herkesin rızkını verir vb.”  sözler söyler .Kışın zor şartlarında hayatta kalmayı başaran atı yazın sahibi tekrar alacaktır . Sonraki kışa Allah büyüktür ! 

Doru yarışlarda başarılı olduğu için el üstünde tutulan bir attır . 

Kendini eve almamalarını köyden uzaklaşsın diye kendini boşlamalarını anlayamamktadır . Birkaç geri dönme çabasının ardından başını alır gider . Kırılmıştır . Ovada diğer yılkı atları ile karşılaşır .Yılkı atlarından Çılkır ile aralarında bir dostluk kurulmuştur . İki terk edilmiş at birbirini bulmuştur . Ardından  diğer yılkılıklara da rastlarlar. Aygır ovayı ve savaşmayı iyi bilmektedir . Kurtlar ve diğer tehlikelerle baş edebilecek güçte bir aygırdır . Ama diğerleri ...


Çılkır ve Doru ilk kez bir kurtla karşılaşınca Aygır ilk kez bu deneyimi yaşayan Doru ve Çılkır ' a karşı kendisinde bir sorumluluk hisseder . Yılkı atları ile kurdun mücadelesi romanın en hoş sayfalarındandır . 

Doru bu zor şartlara alışamaz ve hastalanır . Arkadaşlarından ayrılan doru bir köye gider ve bir köylü ona acıyarak bakar ve iyileştirir . Doru iyileşince Çılkır ' ın yanına gitmek ister ama Çılkır kurtlar tarafından parçalanmıştır . 

Kış tamamlanınca sahibi Doru’yu aramaya başlar . Belli etmek  istemese de ata karşı bir sevgisi bulunmaktadır . Ata karşı olan ilgisi yalnızca çıkara mı dayalıdır yoksa sevgi mi? Belki ikisi de olabilir . Yazarın karmaşık duygulan ifade ederken bu şüpheyi vermesi de güzel . Duyguların pek azı tamamen açık ve tek başınadır.

Doru’yu yakalamanın en basit yolu tayını getirmektir. Doru kışın ardından eski gücüne gelmiştir . Sahibi Doru ' yu yakalamak isterken Doru tayını da peşine takarak kaçar oralardan . Sahibi Doru ' yu yakalamak isterken taydan da olmuştur . 

Romanın bu masalsı  bitişinde insanı sevindiren de bir taraf var. Hikâyede Doru ve okuyucu adeta bütünleşmiştir  . Roman boyunca okuyucu dorunun sıkıntıları ile yaşarken sonunda Doru ' nun ahırına dönmesini de can-ı gönülden destekliyor .


Kimya Hatun Romanının Özeti

Kitabın  Adı : Kimya Hatun

Kitabın Yazarı : Saide Kuds

Kitap İle İlgili Yorumum : Kitap İran'da ilk yayınlandığı zaman uzun süre en çok satanlar listesinde yer almış ve prestijli bir ödül olan 2006 Pervin Etesami Edebiyat Ödülü'nü almıştır. Bir kadının gözü ile Mevlana ve Şems'in hayatından kesitlere yer verilen bu roman mutlaka okunmalı. 


Kitabın Özeti : Eşi ölen  Kerra Hatun güzelliği ve zarafeti  ile birçok kişinin evlenmek  istediği bir kadındır. Evlenmek  isteyenler  arasında Konya'nın birçok zengin ve varlıklı ailesi de vardır ancak Kerra Hatun bu tekliflerin hepsini geri çevirir.  Konya'nın çok sevdiği şeyhleri Mevlana eşini kaybetmiştir ve Kerra Hatun'la evlenmesi yönünde teklifler gelir. O güne kadar ki tüm teklifleri geri çeviren Kerra Hatun Mevlana ile evlenmeyi kabul eder. Kerra Hatun kızı Kimya ve oğlu Şemsettin ile birlikte Mevlana'nın evine taşınır. Kimya Hatun ilk zamanlar çevresi duvarlarla çevrili ve resmiyetin çok yoğun olduğu bu ortama hiç alışamadı. Ancak Mevlana'nın insanı etkileyen konuşmaları ve Mevlana'nın oğlu Alaaddin ile yakınlaşmaları bu ortamı sevmeye başlamasını sağladı.  Zamanla bu dostluk iyice gelişmeye başladı ve birbirlerini görmeden duramaz oldular. Herkes uykuda iken evin damında hemen hemen her gün sohbet etmeye başlarlar. Ancak Alaaddin'i çocukluktan beri yetiştiren dadısı bu durumu anlayınca Kimya Hatun'u hakarete varan sözlerle uyarır.  Kimya Hatun bu durum karşısında ağzını bile açmayan Alaaddin'e çok kızar ve çok uzun zaman görüşmez. Kimya Hatun'un günleri Mevlana'nın verdiği kitapları okumak ve yeni doğan kardeşleri ile ilgilenmekle geçer.


Bir zaman sonra Konya'ya bir adam gelir ve Mevlana'nın karşısına geçip çeşitli sorular sorar. Halk onun sorularını sapıklık olarak görürken Mevlana adı Şems olan bu adama adeta meftun olur. Öyleki günlerce aylarca yalnızca onunla sohbet eder.  Haremini bile artık ihmal etmektedir.  Halk sevgili şeyhlerinin aklını yitirdiğini ve bu sapık adam tarafından büyülendiğini düşünürler.  Bir zaman sonra Şems ortadan kaybolur ve Mevlana yemeden içmeden kesilir adeta yürüyen bir ölüye döner.  Konya halkı şeyhlerinin gözlerinin önünde perişan olmasına dayanamaz ve Şems'i arar bulur ve Konya'ya getirir.  Mevlana yeniden eski mutlu hallerine döner.  Şems kendini karşılayanlar arasında Kimya Hatun'u görür ve gönlünü kaptırır. Bunu Mevlana'ya nasıl söyleyeceğini bilemez ama anlatmaya da kesin kararlıdır. Bir gün evde kıyamet kopar ve Kimya Hatun Şems'in Mevlana'dan kendini istediğini ve Mevlana'nın da verdiğini öğrenir.


Herkes gencecik kızı istediği için Şems'i şehvet düşkünü bir azgın olarak görürken aslında Şems Kimya Hatun'da yaratanın güzelliklerini görmüştür ve bunu yalnızca Mevlana anlayabilmiştir. Evlendikten sonra Kimya Hatun kocasının kendinden şehevî manada bir şeyler beklemediğini be kendine çok değer verdiğini anlamıştı. Zaman geçtikçe daha da mutlu oluyordu. Ancak Alaaddin'in Konya'ya dönmesi ve sürekli haremin etrafında dolaşması Şems'in kıskançlık damarlarını kabartıyor ve tanrının bu imtihanını kaybetmekten korkuyordu.  Bu imtihan karşısında artık kendinin mürit, Mevlana'nın mürşit olması gerektiğini düşünüyordu. Şems Alaaddin'in hareme gelmesini yasaklatmış ve onu tehdit etmişti. Bu durum şehirde yayılınca herkes Şems'e düşmanlığa yeniden başlamıştı. Sonunda Şems kendini bu zahiri aşkta kandırdığını anlamış ve Allah'ı bulmak için her şeye terk etmesi gerektiğini ve  sil baştan başlaması gerektiğini düşünmüştü.  Kimya Hatun ise Şems'in kıskançlıklarını canı ile ödemişti.