Ömer Seyfettin'in "Bomba" Adlı Kitabının Özeti

Ömer Seyfettin'in "Bomba" Adlı Kitabının Özeti

1.KİTABIN KONUSU:
Milli kültürüne ve diline yabancı kalan birisinin benliğini bulmasıdır .

2.KİTABIN ÖZETİ:
               Serin ve karanlık eylül gecesinin yıldızsız gökyüzü altında Selanik, adeta gündüzki heyacanlardan, gürültülerden yorgun düşmüş gibi, baygın ve sükunet içerisinde uyumaktadır .Rıhtım ıssızdır . Olimpos Palas’ın, Kristal’in, Splandit Palas’ın,obür küçük gazinoların ışıkları çoktan sönmüştür. Tramvay yolunu onarmak için yığılmış parke taşlarının ötesinde , denize inen küçük merdivenin başlangıcında , kıpırdamayan bir gölge dimdik durmaktadır .Gölgenin sahibi öğrenimini Paris’te tamamlayıp daha sonra iyi bir maaşla İzmir’e giden ve orada aşık olduğu güzel bir İtalyan kızı olan Grazia ile izdivaç kuran genç mühendis Kenan Bey’dir . Kenan Bey Türklüğe, yani medeniyetsizliğe karşı olan aşırı Avrupalılara, onların eleneklerine, ananelerine, terbiyelerine,toplumlarına hayran olan ve bunları kendi hayatında da yaşayan kişiliği ile tanınmaktadır.Nazik ve neşelidir . savaşa tümüyle karşıdır. İşte bu gece Kemal Bey kırk sekiz saat süresince duydukları ,gördükleri gazetelerde okuduklarının tesirindedir. Son derece huzursuzdur . Çünkü savaş başlamıştır. İtalya Trablus’a hücum etmiştir. Hayran olduğu, insanlığa hizmet ettiğine inandığı Avrupalıların eskiden önem vermediği hatta ara sıra çok normal bulduğu davranışları aklına gelmektedir. İlk Frasa’yı düşünür . Sürekli fazilete, insanlığa hizmet ettiğini bağıran bu millet, yüz yıldır Afrika’yı kana boyamakta, suçsuz, silahsız insanları öldürmekte onları esir edip yaşamlarını, ruhlarını hapsetmektedir . Sonrasında ingiliz’leri düşünür ve ispanyol’ları, almanla’rı hatta belçika ve portekiz’lileri en nihayetinde da italyan’ları düşünür. Tüm bunlar aynıdır. Kenan bey yıllarca ruhunu zapteden bu toplumun, avrupalıların naçiz bir kulu, hizmetcisi bulunduğunu düşündükce kahrolmaktadır. Düne gelinceye kadar kendisine bile türküm demeye sıkıldığını ve bu memlekette kendisi benzer biçimde tarihinin efsunklüğünü, mazisinin şerefini, dedelerinin şanını bilmeyen, inkar eden, milliyetinden uzak ve hatta utanan nekadar avrupalılaşmış renksiz olduğunu düşünerk yürür. Evine gitme düşüncesinden uzaktır. şuursuz bir halde splandi palas’ın önüne gelir. Bir odaya çıkar ve yatağa uzanır. Yaşadığı vakalar onu şaşırtmış, mevcudyetini perişan etmiştir. Hakaretin, tecavüzün, itisafın şiddetinten ansızın uyanan millet, italyan mektebinin, acentasının, hastanesinin, hatta konsolosluğunun armalarını parcalamış, bayrak direklerini kırmış, sancaklarını yırtmıştır. Ne kadar italyan var ise şüphsiz kovulacaktır. Italyan dostu görünecek bir türk şüphesiz lanetler, nefretler, arasında tahkir olunacak, memleketten dışarı çıkarılacaktır. Başı ağrımakta başını arısından gözleri yaşarmaktadır. Yüzükoyun yatar gözünün  önüne zevcesi, çoçuğu, evi gelir. O hiç böyle bigünü düşünmemiş bu ana kadar mesut yaşamıştır. Avrupadan geldiği yılı, gençlik ve bekarlık zamanlarını hatırlar. Bir İtalyan’la evlenmek , hayatını birleştirmek ona normal görünmüş, hatta övünülebilecek bir mumtazlık gibi gelmiştir. Gerçi Grazia ile izdivaç kurmak istediğinde Grazia’nın babası Kenan Bey’in Türk olmasından dolayı bir barbar, bir medeniyet düşmanına kızını vermeyi kabul etmemişti . Daha sonra ise gerek kişisel çıkarları gerekse kızıyla yaptığı bir görüşme sonrasında Kenen Bey’i Rumeli ve Anadolu’da Türk adı altında yaşayan onyedi milyon Rumdan biri olarak değerlendirir. Öykü, gençliğini Makedonya’da yaşamış eski bir zabitin anılarından alınmıştır. Sene 1903 , yer Pirbeçik, genç zabit durumundan ve içinde bulunduğu ortamdan oldukça rahatsızdır. Bu duruma rağmen kendine verilen vazifeleri yerine getirmeye uğraşmaktadır . Genç zabit, sürekli İstanbulu düşünmekte, o güzel İstanbul günlerinde yaşadığı hovardalıkları hatırlamaktadır . Şuan içinde bulunduğu hali  o eski günlere ne kadar karşıt olduğunu, çekilmez olduğunu düşünmektedir. Oysa kendisi Hayat-ı Askeriye ye girmeden  önce hayallinde mükemmel, düzenli , şık bir ordu vardır. Taburun tüfekçisi Agah Usta da, genç zabitin bu halinin  farkındadır. Agah Usta bir akşam genç zabiti odasında ziyaret ederek  ona bozuk İstanbul şivesiyle öğüt  vermeye başlar. Ona artık İstanbul düşlerini bir kenara bırakması gerektiğini yaşananları fazla kafasına takmamasını, gerektiğinde gülüp geçmesini hatta akşamları gerektiğinde bir tek atmasını ve kendisinin de buna katılabileceğini  söyler. Agah Usta gittikten sonra genç zabit onun sözlerinde doğruluk payı olduğuna inanır . Bir süre sonra genç zabitin Velmefçe taraflarındaki keşif görevine istekli olur . Genç zabit kendisine verilen keşif vazifesi esnasında , düşmana ait boş erzak ambarları ve birkaç köyden toplanan yüz-yüzelli kadar silahtan başka bir şey bulamamışlardır . Etrafta bir çete olabileceği olasılığına karşı müfrezesiyle birlikte köyde kalır.

İlk günler çok zordur. Yerleştiği kırık dökük , pislik içinde olan ev ve bulunduğu ortam adeta bütün varlığını yok etmiş, elini kolunu bağlı  bırakmıştır. Ta ki bir sabah penceresinden bakarken fark ettiği Bulgar kızına kadar. Bu kız genç zabiti çok etkiler . Ona ilk görüşte aşık olmuştur. Yaşadığı bütün aksilikleri ve kötü olayları ona unutturmuş adeta aklını başından almıştır. Bütün her şeyi bırakıp başka diyarlaragitmeyi bile düşünmeye başlamıştır. Fakat  kendisinin bir Türk zabiti olması, ailesini ve ülkesini kötü bir hale sokmak istemediği için , uzaktan uzağa kendi içinde bir aşk yaşamaya başlar. Bulgar kızı da bu durumu hissetmiştir . Genç zabitin sürekli onu izlediğini ve gözlemlediğini  bilmektedir. Bulgar kızı da genç zabiti her gördüğünde şu şarkıyı söylemektedir.
‘Naş, naş
Çarigrad naş..
Raz-va-tri’
Bu şarkının kendisi için söylenen bir aşk şarkısı olduğuna inanan ve bundan çok etkilenen zabit şarkıyı kendince tercüme eder.
‘Seni çok seviyorum
Seni çok seviyorum
Balkanlar’dan Şıka’dan
Aşıp geldim sana

Genç zabit şarkı sözlerini bu şekilde tercüme ettikten sonra, genç kızın söylediği biçimde mırldanmaya başlayarak, kızın her geçişinde ona doğru söyler. Ne yazık ki genç zabit için ayrılık vakti gelmiştir. Askerler manastıra tekrar dönmeleri için çağrılmaktadır. Oysa genç zabıt güzel Bulgar kızıyla bir tek sözcük bile konuşamamıştır. Ona bu şekilde veda etmeden ayrılmak istemez. Çantasında hiç kullanmadığı kolonyayı ayrılacağı sabah hancının çırağı ile kıza vermeye karar verir. Böylece genç zabitin yolladığı  hediyeyi genç kız ne reddedebilecek ne de teşekkür edebilecekti. O gün sabah zabit pencereden dışarı baktığında Bulgar kızı göremez. Yine de çırağı yanına çağırır ve kolonyayı tarif ettiği kıza vermesini  söyler, çırak da ona kızın isminin Rada olduğunu söyleyerek odadan çıkar . O anda hancı içeri girer ve zabitin hazırlanmasına yardımcı olmaya başlar. Artık zabıt daha fazla dayanamaz ve Rada’yı tanyıp tanımadığını sorar. Hancı da kendisini pek tanımam ,ama babası kötü adamdı kilisede papaz iken kalktı bir gün komite oldu, geçen yılda Velmefce’de vuruldu diye yanıt verir. Zabit daha sonra o çok merak ettiği şarkı sözünün anlamını sorar. Duyacağı yanıt onu yıkacak, kendisinden nefret etmesine sebep olacak vicdanını rahatsız edecektir. Aşk şarkısı sandığı şarkının Türkçe manası şudur. ‘Bizim olacak, bizim olacak İstanbul bizim olacak’

HÜRRİYET BAYRAKLARI
Öykünün  kahramanı olan Türk , sıcak ve yorgun geçen bir günün akşamında Demirhisar’dan Cumayıbala’ya vararak bir otele yerleşir. Sabahleyin zurna ve davul seslerine karışan bağırmalar , türkülerin gürültüsü ile uyanır.Gerinirken, bu kansız ve hakikate ancak manasız alkış tufanlarından ibaret olan zavallı düzme Türk inkılabının ikinci yılı  olduğunu hatırlar. Milli bir bayram olduğunu “Ama, acaba hangi milletin bayramı? “ diye düşünerek kalkar.Pencereden bakar,dışarıda karmakarışık bir kalabalık,kaynaşarak yürümektedir . Bulgar dükkanları açıktır. Sahipleri bu memlekete yeni gelmiş hakim yabancılar gibi önlerinden geçen sırma cepkenli Türk delikanlılarına tebessüm ederek bakmaktadırlar.Bir süre bu geçiş törenini , On Temmuz şenliklerini izler.Dalmıştır, Türkiye’nin, ülkesinin ,bu kesinlikle  öleceğine inanılan hasta adamın yaşamını düşünür, üzüntüye pek benzeyen acı bir hisle bütün zihniyetinin büzüldüğünü,işlemez bir duruma geldiğini duymaktadır.Odanın kapısı açılır, Rum otelci atlarının hazır olduğunu söyler.Razlık’a gidecektir. Giyinir,yola koyulur . Bir saat sonra Papaz Bayırı’nı çıkan dik yokuşu tırmanmaktadır . Atından iner,tepeye çıkar.Biraz ötede bir atlı görür,kılıcının parıltısından bir zabit olduğunu anlar.Oda dinlenmektedir.yanına gider.Türkiye’de takdim ve takatdümebinced olmadığına Selam verir.Nereye gittiğini sorar. Gülümseyerek yanıt verir.
‘Razlık’a efendim siz?’

‘Ben de’
‘O halde birlikte gideriz’
Konuşmaya başlarlar. Konu siyasetten açılır. Kahramanımız On Temmuz’un buralarda bile takdir olunduğunu der . Mülazım kahramanımızın şaşkınlığına canı sıkılmış gibi bir tavırla ‘On Temmuzu takdir etmek...’ bu da söz mü ? Bu bizim en büyük en kutlu  günümüz, en kutsal milli bayramımız keşke bir gün değil de üç gün olsa der. Kahramanımız iddaaların aksini diyerek sinirli munakaşacıları kızdırmak hoşuna gittiğinden ekler.
‘Hem bu nasıl milli bayram? Hangi milletin bayramı?’
‘Osmanlı milletinin.....’
‘Osmanlı milleti demekle Türkleri mi kasdediyorsunuz?’
‘Hayır, asla ... tüm Osmanlıları... ‘
‘Bütün Osmanlılar kimlerdir?’
‘Tuhaf sual! Araplar,Arnavutlar, Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Yahudiler, Ermeniler, Türkler...kısacası hepsi...’
‘Bunlar demek hep bir millet?’
‘Kesinlikle...’
‘Ama ben şüpheliyim’ der.
Bu mümkün değildir ve bu imkansızlık nasıl riyazi ve bozulmaz bir kural ise birbirlerinden tarihleri , gelenekleri ,  meyilleri, kurumları , dilleri, mefkureleri ayrı milletleri toplayıp  hepsinden bir millet yapılamayacağını, bunları bir sayıp Osmanlı demesinin yanlış olacağını belirtir .  Mülazım şaşırmıştır. Onun kuşkusuz ilk kez  duyduğu , bu kadar basit ve adi bir hakikaten şaşalamasını sersemliğe dönüştürmek için sözlerine devam eder. Osmanlılık kelimesinin duveli bir ifadeden başka bir şey olmadığını , Rumlar’ın, Bulgarlar’ın, Sırplar’ın, bütün o eski esirlerimiz olan bugünkü uyanmış  milletlerin, Türkler’den intikam almak ve kendi öz kardeşleriyle, Balkan hükümetleriyle birleşmekten daha doğal  daha akla yatkın , daha haklı idealleri olmayacağını anlatır. Fakat mülazım anlamadığını, gözlerinden, birden parlamasından anlaşılmaktadır. Mulazım ‘sizinle tartışamam’ der. Çünkü düşüncelerimiz taban tabana zıt...! Ayağa kalkarlar, atlarını yedeğe alarak yayan gitmeye  başlarlar. Bir süre sonra mülazım ‘ah, bakınız azizim...’ diye bağırır , ‘bakınız işte Osmanlılığın şahidi’.
Parmağıyla bir kilometre kadar ileride uçurumlu bir yarın kıyısındaki  küçük bir Bulgar köyünü işaret eder. Köydeki sallanan kırmızı kırmızı hürriyet bayraklarının bugünkü Osmanlıların birbirleriyle en samimi ve gerçek kardeş olduklarını dünyaya haykırdıklarını , bu kutsal  On Temmuz gününü alkışlayan kırmızı bayrakları gösterir. Bulgar köyündeki insanların, Osmanlı vatanına düşmanlar saldırdıkları zaman kendilerinden önce onların koşacaklarını, Osmanlılık adına kanlarını dökeceklerini iddia eder. Kahramanımız kendini tutamaz ve ‘Bu Bulgar’lar ha?...! diye bağırır .
‘Evet bu Bulgarlar en samimi Osmanlılardır. Komitacılarla hiç ilişkileri olmamıştır . Fakat siz tutucusunuz inanmazsınız. Daha sonra yollarından bir buçuk saat kaybedecek olmalarına karşın  kahramanımız mulazımın ısrarlarına dayanamaz ve köye uğramaya  karar verirler. Köye vardıklarında  mulazımın en samimi  dost dediği Bulgar’ların, tam tersine  vurdumduymaz halleri , hain ve kızgın bakışları ile karşılaşmışlar ve en mühimi de mülazımın hürriyet bayrakları sandığı şeylerin aslında hava aldırmak üzere güneşe asılmış kırmızı biber dizeleri olduğunu hayret  ve acı içinde görmüşlerdir.


3.KİTABIN ANA FİKRİ:
Türklük , Türkçülük ve milli şuur bilincidir .


4.KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

KENAN BEY;Avrupa’da iş yapan  bir mühendistir. Sonradan  Avrupa’ya gittiği için pişman olmaktadır . Vatansever bir şahıstır .

GRAZİA;güzel ve kendi kültürüne düşkün bir kadındır .Kenan bey’in hanımıdır . Türklerin hasmı olarak sayılır.

PRİMO;Kenan beyin çocuğudur . Türk olmasından  gurur duyardı,ama Türkçe konuşmayı ve Türk kültürünü öğrenemedi . Kenan beyin tesiriyle öz  kültürüne sarılıyor.


5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSI GÖRÜŞLERİ:
Kitapta mübalağalı bir anlatım yok . Gerçeğe uygun bir kitaptır.Yabancı bir devlette yaşamak ne kadar zordur konusu işleniyor . Vatanımıza her daim saygı ve sevgi duymalıyız .

6.YAZAR HAKKINDA BİLGİ:

28.2.1884 tarihinde Gönen'de dünyaya gelmiştir . Eğitimine Gönen'de başlayan Ömer Seyfettin, Ayancık'ta ve validesiyle  birlikte geldiği İstanbul'da Aksaray'daki Mekteb-i Osmaniye'ye gitti , Eyüp'teki Baytar Rüşdiyesi'ni tamamlayıp  asker çocuğu olduğu için Kuleli Askeri İdadi'sine kayıt oldu (1893), bir süre sonra da Edirne Askeri İdadisi'ne geçerek  öğrenimini burada bitirdi . Daha sonra İstanbul'da Mekteb-i Harbiye'ye başlayan Ömer Seyfettin, piyâde mülâzımı sânisi rütbesiyle bu okuldan  mezun oldu. Teğmenlikle İzmir'de (1903-1910), daha sonra üsteğmen olarak Rumeli'de vazife  yaptı (1908-1910). Askerlik'ten ayrılıp Selanik'e giderek , Genç Kalemler dergisinde yazmaya başladı. Balkan Savaşında tekrar subay olarak orduya girdi , Yunanlılar'ın elinde bir yıl kadar esir oldu . Esareti esnasında da öykü yazamaya devam ederek bunları Halka Doğru, Türk Yurdu ve Zakâ dergilerinde yayımladı. İstanbul'a gelince  ordudan ikinci kez ayrılıp, ölümüne kadar Kabataş Lisesi edebiyat öğretmenliği yapan Ömer Seyfettin, 6 Mart 1920 tarihinde İstanbul'da vefat etti ..


Öykü Kitapları

Sağlığında, Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür (1910), Harem (1918), Efruz Bey (1919) adlı hikâye kitapları yayımlandı. Bilgi Yayınevi Bütün Eserleri adıyla yazarın tüm çalışmalarını 16 kitapta topladı. Ömer Seyfettin'in bu seriden basılan öykü kitapları şunlar: Kahramanlar, Bomba, Harem, Yüksek Ökçeler, Yüzakı, Yalnız Efe, Falaka, Aşk Dalgası, Beyaz Lale, Gizli Mabet.


0 Comments:

Yorum Gönder

Deneme