Zayıf Dinlemenin Yaygınlığı

 

Gözlemler, öğrenim çağındaki hemen her kademede zayıf dinleyicilerin var olduğunu gösterir. Zayıf dinleyiciler:

  • Yönergeleri karıştırır,

  • Düşünceleri çarpıtır,

  • Önemsiz ayrıntıları hatırlar,

  • Kanıları yanlış anlar,

  • Olayları yanlış yorumlar,

  • Yetersiz notlar tutar

  • Ana düşünceyi bulamazlar.


Tüm bunların sebebi onların nasıl dinleyeceklerini bilmemeleridir. Zayıf bir dinleyici olma durumu, genellikle konuya önem vermemekten kaynaklanır. Dinleyicinin konudan başka bir şeyle ilgilenmesi, konuşmayı anlamamasına sebep olur. Sözgelimi konuşmacının ceketine, mekânın düzenine, duvarın boyasına vs. takılıp kalan bir kişi konuyu dinlemiyor, konuşma dışındaki ilgisiz olgu ve durumlarla oyalanıyor demektir. Gerçek dinleme ise dikkati canlı tutup zihni, konuya verebilmektir.

Sizinle konuşan birini dinlemediğinizi -zihninizin ilişkisiz düşüncelerle meşgul olduğunu, konuştuğunuz kişinin gözlerinin şaşı bakışını veya dudak hareketlerini izlediğinizi- ansızın hiç fark ettiniz mi? Bu rahatsız edici bir farkındalıktır ve muhtemelen siz kendinizi zihnî olarak sarsarsınız ve konuşmacıya uyumda yoğunlaşırsınız. O, konuşmayı bitirir ve belki siz tepki olarak ne söyleyeceğiniz hakkında en ufak bir düşünceye sahip olmadığınızı fark edersiniz.

Konuşmacının konuşmasını bitirmesini sabırsızlıkla beklerken, sohbette bilinçli olarak gülerek ve başınızı sallayarak dikkatinizi etkinleştirir misiniz? Belki sahip olduğunuz “heyecan verici bir yaşantınızı zihninizde canlandırma oyunu”nu öğrendiniz; yüzünüzdeki ilgi ve gözlerinizdeki kıvılcım -sizi dinleme sıkıntısına maruz bırakmaksızın- konuşmacıya cesaret verir. Sohbet siz ve sizin özel ilgileriniz hakkında olmadığında çabucak sıkılır mısınız? Bu yanlışlıklardan sıklıkla suçlanırsanız -herkesin bazen suçlandığı gibi- zayıf bir dinleyicisiniz.

Öğretmen konuşurken derste neler olur? Not tutar mısınız? Ne yazarsınız ya da ne yazacağınıza nasıl karar verirsiniz? Öğretmenin sözlerini kâğıda geçirmeden önce söyledikleri hakkında düşünür müsünüz? Bütün derslerde aynı tarz notlar mı alırsınız? Haftalar sonra bu notlar ne kadar yararlı olur; onlar ayrıntılar, konular, genellemeler ve anlamsız kelimelerden oluşan karmakarışık bir yığın mıdır? Eğer öyleyse, zayıf bir dinleyicisiniz.

Konuşmacı bir problem hakkında düşündüğü tarzı size söylediğinde ne yaparsınız? Eğer o sizin düşüncelerinize saldırırsa heyecanlanır ve sinirlenir misiniz? Kravatının rengi ve deseni veya konuşma tarzını eleştirir misiniz? Kişisel ilgilerinizden o anki dünyanızın ötesinde bir konu hakkındaki herhangi bir ciddi konuşmadan sıkılır mısınız? Öyleyse siz zayıf bir dinleyicisiniz.

Zayıf dinleme yaygındır ve belki çoğu yanlış anlama, huzursuzluk ve çatışmanın fark edilmeyen sebebidir. Sınıf arkadaşlarınızla kavga, bozuşma, ailenize kızgın sözler, bir derste aldığınız kırık not -hepsi- en azından kısmen, yanlış dinlemeye bağlı olabilir.

 

Yrd. Doç.Dr. Mehrali CALP..............

 

DİNLEME BECERİSİNİN KAZANILMASI............................

 

ETKİLİ DİNLEME İLKELERİ.............................

 

İŞİTME VE DİNLEME ARASINDAKİ İLİŞKİ....

 

DİNLEMENİN ÖNEMİ........

 

 

 

 

Okuma Eğitimi Modeli


Duffy, G. G. ve diğerleri, okuma stratejilerinin okuma becerilerinden daha güvenilir olduğuna işaret etmektedirler. Böyle bir durumda, okuma öğretimi için önerilecek bir modelin de bilişsel yaklaşımlardan güç alması zorunludur.

Günümüzdeki okuma anlayışı bilişseldir. (cognitively oriented) Bu anlayışın özü, bir metni okuduğumuz sırada zihnî süreçlerimizin işleyiş tarzıyla ilişkili olmasıdır.

“Wright (1988, s, 27)’a göre 2000 yılında ana dili öğretiminde, ana dili öğretmenleri, karmaşık yapıların, karmaşık cümlelerdeki egzersizlerden değil,  karmaşık düşüncelerin ilişkisinden çıkarıldığını keşfedecekler, dil bilgisi çalışmaları azalacak ve düşünme becerileri önem kazanacak, öğrenciler bugünün çocuklarından daha bağımsız düşünecekler ve bağımsız okuryazarlar olacaklardır.

Bu özlü düşüncenin arkasındaki gerçek, ana dil eğitiminin öğretimi ile ilgili yaklaşımların artık bilişsel stratejilerle açıklandığı ve son yıllarda yapılan araştırmaların bilişsel odaklı ve kendi kendine öğrenme yöntemlerinin ürünleri olarak belirdiği üzerinedir. Bugün okuduğunu anlama becerilerinin özellikle davranışçı yaklaşımlarla temellendiği (Guthrie, 1973) ve bilişsel yaklaşımlarla geliştiği (Pearson, 1985) düşünülmektedir.” (Erginer)

Ana dil eğitimiyle ilgili literatür incelendiğinde, ana dil eğitiminin yetersiz olması özellikle “dil bilim-öğretim bilim” ilişkisinin iyi kurulmaması nedeni ile eleştiri almaktadır.

Ana dil eğitimi dil bilim üzerine kurulmakta, öğretim bilim üzerine yapılandırılmaktadır. Bu iki temel ögenin birbirinden ayrı düşünülmesi imkânsızdır. Bu süreç içinde “okuma” ayrı bir önem kazanmakta ve hem alma hem de ifade etme becerilerinin bütünleştiği oldukça kompleks bir yapı olarak belirmektedir. Bu özeliğiyle “okuma süreçleri” ana dil eğitiminin çatısını oluşturmakta ve formal öğrenmenin ilk koşulu olmaktadır.  Bu nedenle “ana dili öğretimi” yerine “okuma öğretimi” kavramını kullanmanın da daha uygun olacağı düşünülmektedir.” (Erginer, Eğitim Dergisi)

Mektup,Dilekçe,Telgraf

Mektup Nedir ?


Mektup : Başka bir yerde bulunan bir kişiye , bir kuruma ya da bir topluluğa maksadı bildirmek amacıyla yazılan yazıdır.

Mektuplar kullanılış amaçlarına göre iki ana gruba ayrılırlar :

1- Özel mektuplar

2- İş mektupları

1-Özel Mektuplar :


Yakınlara , arkadaş ve tanıdıklara yazılan  mektuplara özel  mektup  denir  .Çok çeşitlidir. Haberleşme , çağrı ( davet) , teşekkür , kutlama mektupları bunların başlıcalarıdır.  Bazı özel mektuplar ise anlatım güzelliği ve sanat değeri taşırlar . Özellikle ünlü kişilerin ( devlet adamları , sanatçılar ) yazdıkları mektuplara              edebi mektup diyoruz.

2- İş Mektupları :


Bir iş amacıyla kişi ya da kurumlara yazılan mektuplara iş mektubu denir.  “Dilekçeler , ısmarlama mektupları , resmi mektuplar” iş mektupları kapsamına giren mektuplardır.

Mektup Yazımında Uyulacak İşlem Basamakları:


•Mektup çizgisiz kağıda dolma kalemle yazılır.

•Mektubun sağ üst köşesine tarih ve mektubun yazıldığı yerin adı yazılır.

•Mektuba hitapla başlanır , hitaptan sonra virgül konur.


•Sağ alt köşeye isim yazılır , imza atılır.

•Mektubun giriş bölümünde mektubun yazılış nedeni belirtilir.

•Gelişme bölümünde düşünce ve duygular açıklanır.

•Sonuç bölümünde selam , sevgi ve saygılar iletilir.



Mektup zarfı yazımı:


•Zarfın sol üst köşesine mektubu gönderenin adı soyadı ve adresi yazılır.

•Mektup zarfının sağ alt köşesine mektubu alacak  kişinin adı soyadı ve adresi yazılır .

•Mektup zarfının sağ üst köşesine pul yapıştırılır.

•Mektubun yazıldığı kişiye ulaşabilmesi için adres bilgilerinin tam ve doğru olarak belirtilmesi gerekir.

 DİLEKÇE YAZIMINDA UYULACAK İŞLEM BASAMAKLARI :


•Sol üst köşeye dilekçenin yazıldığı kurum ya da kişinin bulunduğu şehrin adı yazılır ve virgül konur.

•Dilekçenin yazılma nedeni belirtilir.

•Sol alt köşeye adres yazılır.

•Sağ alt köşeye tarih ve isim yazılarak , imza atılır.


Telgraf yazımı:



•Beyaz dosya kağıdının üst kısmına telgrafı göndermek istediğimiz kişinin adı soyadı ve adresi yazılır.

•Kağıdın orta kısmına iletilmek istenen mesaj ya da haber yazılır.

•Kağıdın alt tarafına telgrafı gönderen kişinin adı soyadı ve adresi yazılır.




Diğer Akımlar

EKSPRESYONİZM (DIŞAVURUMCULUK)



  • Dışavurumculuk 20. yüzyılın başlarında Almanya’da Empresyonizme bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.

  • Dış dünyada ne varsa  bir kenara bırakılmalı , eserlerde insanın ruhu konu edilmelidir, fikrini savunurlar.

  • Dış dünyanın her şeyinden  kaçmak ve insanın saf halini, özünü, ruhsal durumlarını yansıtmak amaçtır.

Temsilcileri


Franz Kafka, James Joyce, T. S. Eliot

KÜBİZM



  • Empresyonist Akımına  tepki olarak doğmuştur.

  • Kübizmn Akımı Daha çok resim ve heykelde etkili olmuştur.

  • Düşünceler, fikirler  geometrik şekillerle ifade edilmiştir.

Temsilcileri


Picasso, Max Jacop, Apollinaire

FÜTÜRİZM (GELECEKÇİLİK)



  • Fütürizm Akımı 1909′ da İtalyan şair Marinetti tarafından kurulmuştur.

  • Geçmişten gelen alışıldık, geleneksel sanat değerlerini yok saymışlar, özgürce davranarak  yeni biçimlerle eserler vermişlerdir.

  • Hemen hemen sanatın bütün dallarında makineyi ve hızı yansıtmak is­terler.

Temsilcileri

Marinetti, Mayakovski

Türk edebiyatında: Nazım Hikmet (ilk dönemlerinde)

DADAİZM (KURALSIZLIK)



  • Dadaizm 1916′da Tristan Tzara tarafından kurulmuştur.

  • Her türlü kuralsızlığı kural edinen, her türlü ahlak, dil ve estetik ku­ralını yok etmeyi, yıkmayı amaçlayan bir akımdır.

  • Şiirlerini bir anlam kaygısı olmadan rasgele bir araya getirdikleri sözcüklerle yazmış­lardır.

Temsilcileri

Tristan Tzara, Andre Breton


Klasizm Akımı


Realizm Akımı


Romantizm Akımı


Hümanizm Akımı


Naturalizm Akımı


Parnasizm Akımı


Sembolizm Akımı


Empresyonizm Akımı


Egzistasyanizm Akımı


Sezgicilik

Empresyonizm (İzlenimcilik)



  • Empresyonizm (İzlenimcilik) Akımı 19. yüzyılın sonlarında Fransa’da ortaya çıkmıştır.

  • Empresyonist sanatçılar doğayı, olduğu gibi değil sanatçıda bıraktığı izlenimlerle anlatmaya çalışmışlardır

  • Şiirde kişiselliğe, öznelliğe önem verilir.

  • Empresyonist sanatçılar eserlerini oluştururken sanat için sanat anlayışıyla hareket etmişlerdir.

  • Sembolizmin bazı özelliklerini görmek mümkündür, fakat şairler  sembolizmden farklı olarak , biçime ve uyağa önem vermezler.

  • Empresyonizm de ; Sembolizmden farklı olarak izlenimler semboller,imgeler yapılmaz.

  • Empresyonizm de nesnelere değişik anlamlar yüklenir.

  • Sanatçılarda, sembolizm özellikleri ve empresyonizm özellikleri genellikle bir arada görülür.

Temsilcileri

Rimbaud, Verlaine, J. Joyce Rilke

Türk edebiyatında: Tamamıyla bu akıma bağlı sanatçı yoktur, Ahmet Haşim, Cenap Şahabettin ve A. Muhip Dıranas’ta etkileri görülür.




Klasizm Akımı


Realizm Akımı


Romantizm Akımı


Hümanizm Akımı


Naturalizm Akımı


Parnasizm Akımı


Sembolizm Akımı


Empresyonizm Akımı


Egzistasyanizm Akımı


Sezgicilik

Sembolizm (Simgecilik)

 Özellikleri:



  • Sembolizm Akımı realizme ve realizmin şiirdeki yansıması olan Parnasizme bir tepki olarak 19. yy’da yayılmaya başlamıştır.

  • Sembolist yazarlara göre  gerçeği olduğu gibi anlatmak imkânsızdır. Dış dünyadaki her şey  duyuların yanıltmasıyla ulaşır insana. O halde şu sonuca ulaşırız:  Her insan dış dünyayı farklı algılar. Dolayısıyla SEMBOLİST  şair şiirde izlenimlerini anlatmalıdır.

  • Sembolist yazarlar İzlenimlerini sembollerle anlatılır.

  • Duru, saf,açık bir anlatımdan ziyade kapalı bir anlatım söz konusudur.

  • Semboılist şairler şiirlerde musiki ve ahenge çok önem verilir.

  • Sembolistler şiirde biçim kusursuzluğu ararlar.

  • Sembolizm özellikle şiirde sonra da tiyatro dalında  gelişmiştir.

Temsilcileri


Baudelaire, Rimbaud, Mallarme, Verlaine, Vallery

Türk edebiyatında: Ahmet Haşim, Cenap Şahabettin (Kısmen Etkilenenler: Cahit Sıtkı, A. Hamdi Tanpınar, N. Fazıl Kısakürek, Ahmet Muhip Dıranas)


Klasizm Akımı


Realizm Akımı


Romantizm Akımı


Hümanizm Akımı


Naturalizm Akımı


Parnasizm Akımı


Sembolizm Akımı


Empresyonizm Akımı


Egzistasyanizm Akımı


Sezgicilik

Parnasizm (Şiirde Gerçekçilik)

 Özellikleri



  • Parnasizm akımı 19. yy’da ortaya çıkmıştır.

  • Realist akımın şiirdeki  tezahürüdür; diğer bir ifadeyle duygu­sal, içe dönük olan romantik şiire bir  tepki olarak doğmuş, realist çizgide  şiir akımıdır.

  • Parnasizm sadece şiirde görülen bir akımdır.

  • Şair, şiirde kişiliğini gizlemiştir.

  •  Şair gözlemlerini olduğu gibi  nesnel bir şekilde okuyucuya yansıtmıştır.

  • Şiirlerde konu olarak  felsefi düşünceler ve  bilimsel görüşler işlenmiştir.

  • Parnasizmde  de “Sanat sanat içindir” felsefesiyle yazılan şiirlerde, “kuyum­cu titizliği” (kılı kırk yararcasına) görülür; natüralist şairler  sözcük seçimine, ölçü, kafiye ve redif gibi şiirin şekilsel unsurlarına büyük çok verilmiştir.

  • Parnasizmde biçim olarak En çok “sone”  kullanılmıştır.

  • Klasizmde olduğu gibi Eski Yunan ve Latin kültüründen tarihi’ olaylardan ve efsanelerden etkilenilmiştir.

  • Dil süsten mecazdan uzak , açık ve yalındır.

  • Şiirdeki betimlemelerle adeta resim çizilmiştir.

  • Sanat için sanat felsefesinden yola çıkıldığından şiirin güzelliği, topluma yararlılığına tercih edilmiştir.

  • Türk edebiyatında Servet-i Fünun şairleri parnasizmden  et­kilenmişlerdir.

Temsilcileri


Theophile, Gautier, Jose Maria de Heredia, Thedore, Banville, François, Coppe, Leconte de Lisle

Türk edebiyatında: Cenap Şahabettin (ilk temsilci), Tev­fik Fikret (en önemli temsilci), Yahya Kemal (kısmen)


Klasizm Akımı


Realizm Akımı


Romantizm Akımı


Hümanizm Akımı


Naturalizm Akımı


Parnasizm Akımı


Sembolizm Akımı


Empresyonizm Akımı


Egzistasyanizm Akımı


Sezgicilik

Natüralizm (Doğalcılık)

 Özellikleri



  • Naturealizm 19. yy’da realizmin gerçeklik için tek başına yeterli olamadığı düşün­cesiyle, realizm akımıyla aynı dönemde ortaya çıktı.

  • Natüralizm akımının  kurucusu Fransız yazar Emile Zola’dır.

  • Naturalizmde Realizmdeki gözlemciliğin yanında, determinist (gerekircilik) görüş ve bilimsel deneylerden yararlanmak önemli edilmiştir.

  •  Naturalizmin en önemli yuapıtı: Emil Zola yirmi ciltlik “Deneysel Roman”ını yazmış, bunda bir ailenin genetik tarihini anlat­mıştır.

  • Naturalist yazarlar “Sanat için sanat” anlayışını savunmuşlardır.

  • Naturalizmde Soyaçekim(Annenin kaderi kıza) ve içgüdülerin insan davranışındaki önemi vurgulanır.

  • Naturalist Eserlerin savunduğu bir “tez” vardır.

  • Naturalistler “Sanat, doğanın kopyasıdır.” düşüncesini savunurlar.

  • Naturalist Yazarlar eserlerde kişiliklerini gizler.

  • Eserlerin dili süsten uzak yalın ve doğaldır, eserlerde yer yer argoya yer verilir. Naturalist sanatçılar eser oluştururken ahlaki bir amaç gütmezler.

  • Naturalist yazarlar eserlerinde hayatın kötü yanlarını anlatmışlar ve bunu yaparkende  kişilerin çirkin özelliklerini belirgin olarak vurgulamışlardır.

  • Çevrenin insan kişiliğinin oluşumundaki etkisini önemli gördüklerinden sıkça çevre ve insan tasvirleri yapılmıştır.

  • Natüralizm, öykü , roman ve tiyatro türlerinde gelişmiştir.


Temsilcileri


Emile Zola, Goncourt Kardeşler, Alphonse Daudet, Guy de Maupassant, J. Steinbeck, Henrik İbsen

Türk edebiyatında: Nabizade Nazım (ilk izler), Hüseyin Rahmi Gürpınar (asıl temsilci)

 

Realizm Akımı...........................


Klasizim Akımı..........................


Romantizm Akımı......................



 

 

Romantizm (Çoşumculuk)

 Özellikleri



  • Romantizm akımı  Almanya’da 18. yüzyılda Klasisizme tepki olarak doğmuştur.

  • Romantizm Fransız İhtilalı’nın etkisiyle gelişim göstermiştir. 19.yy’dan sonra ise Fransa’da sistematik ilerleyerek sistemli  bir edebi akım haline gelmiştir.

  • Romantizmin genel kurallarını Fransız yazar Victor Hugo, “Cromwell” adlı eserinin önsözünde açıkça ifade etmiştir.

  • Romantik yazarlar eserlerinde hayal ve duyguya büyük önem verilmiştir.

  • Romantik sanatçılar eserlerinde  daha çok aşk, ölüm, doğa konuları işlenmiştir.

  • Konuların özünde  din duygusuna vardır.

  • Romantik sanatçılar “Toplum için sanat” anlayışını savunmuşlardır.Sanat topluma fayda vermeli.

  • Bireyin  değil toplumun düzeltilmesi amaçlanmış, kişiler değerlendirilirken  içinde bulundukları çevreyle birlikte dikkate alınmışlardır.

  • Romantizmde ,Klasisizmde ihmal edilen “doğa”ya önem verilmiştir.

  • Romantik sanatçılar eserlerinde doğa tasvirlerine çok yer verilmiştir.

  • Eserlerinde sanatlı ve süslü  bir dil kullanılmıştır.(Sık sık mecazi ifadelere yer verilmiştir)

  • Romantikler eserlerine kaynak olarak Yunan ve Latin edebiyatları yerine, milli hikâye ve efsaneler  almışlardır.

  • Sanatçı eserlerinde kendini gizlememiş, sanatçı kişiler arasında, konular arasında,görüşler arasında taraf tutmuş ve eserlerinde okura yol göstermiştir.

  • Eserlerde iyiler ya hep iyi, kötülerse ya hep kötüdür. Şahıslar tek yönlüdür.

  • Yazarlar her zaman , “iyi” den yana olmuşlardır.

  • Eserlerinde olaylar anlatırken, tesadüflere ve olağanüstülüklere sıkça başvurmuşlardır.

  • Roman türünde yaygınlaşmıştır.

Temsilcileri


Victor Hugo, J.J. Rouesseau, Voltaire, Goethe, Schiller, Lamartine, Shelley, Chateaubriand, Alfred de Musset, Alexandre Dumas, Puşkin

Türk edebiyatında: Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Abdülhak Hamit Tarhan, Recaizade Mahmut Ekrem (şiirleriyle)


Klasizm Akımı


Realizm Akımı


Romantizm Akımı


Hümanizm Akımı


Naturalizm Akımı


Parnasizm Akımı


Sembolizm Akımı


Empresyonizm Akımı


Egzistasyanizm Akımı


Sezgicilik

Klasizim (Kuralcılık)

Özellikleri:



  • Klasizim 17. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkmıştır.

  • Akımın kuramcısı Boillea'dır.

  • Bu akımda Eski Yunan ve Latin kaynakları esas alınmıştır.

  • İnsan aklına ve mantığına çok önem verilmiştir.

  • İnsan doğasına uyan , gerçeğe, akla, mantığa uygun konular seçilmiştir.

  • Eserler yazılırken doğa örnek alınmıştır.

  • Konudan ziyade konunun işleniş biçimine önem verilmiştir.

  • Seçkin ve olgun kişiler(krallar,soylular) anlatılırken  iç dünyalarıyla konu edilmiştir.

  • Eserlerinde erdeme, ahlaka büyük önem verilmiştir.Ahlak dışı şeyleri esere almamışlar.

  • Yazarlar, eserlerine kendi kişiliklerini yansıtmamışlardır.

  • Soylu kişilerin konuşma dili esas alınmıştır.

  • Özellikle tiyatrolarda kaba sözlere yer verilmemiştir.

  • Mükemmeliyetçiliklerinden dolayı biçimce kusursuz eserler ortaya koymaya çalışmışlardır.

  • Sade, süssüz ve açık bir anlatım esas alınmıştır.

  • Bu akım sanatçıları dini konulara yer vermemştir.

  • Klasisizm akımının ana türleri trajedi ve komedidir.

Temsilcileri


Descartes, La Bruyere, Pascal, Corneille, Racine, La Fontaine, Madam de La Fayette, Moliere

Türk edebiyatında: Şinasi ve Ahmet Vefik Paşa


Klasizm Akımı


Realizm Akımı


Romantizm Akımı


Hümanizm Akımı


Naturalizm Akımı


Parnasizm Akımı


Sembolizm Akımı


Empresyonizm Akımı


Egzistasyanizm Akımı


Sezgicilik

Sözlü Edebiyat

Sözlü Edebiyat dediğimiz dönem , Türklerin henüz yazıyı kullanmadıkları dönemdeki edebiyatıdır. Bu dönem edebiyatı yazı kullanılmadığından  sözlü olarak üretilmiştir. Bu dönem eserleri kulaktan kulağa yayılarak, dilden dile söylenerek  varlığını devam ettirmiştir.

Bu dönemde edebiyatımıza baktığımızda farklı inançların etkisini görmekteyiz. Örneğin: Maniheizm(uygurlar),Şamanizm, Budizm gibi...

İslamiyet öncesi Türk edebiyatı dediğimiz dönem , M.Ö. 4000′li 3000′li yıllardan başlayarak Türklerin İslamiyeti kabul ettiği XI. yüzyıl ortalarına kadar süren süren dönemdir. Bu uzun dönemin KökTürkler’e ait yazılı anıtların ortaya konduğu M.S. VI. yüzyıla kadar olan kısmı türk edebiyatında  sözlü edebiyat dönemi olarak adlandırılır.

Bilindiği gibi söz her zaman yazıdan önce gelmiştir. Bu nedenledir ki henüz yazılı eser ortaya çıkmadan önce sözlü eserler edebiyatımızdaki yerinin almıştır. Bütün milletlerin edebiyatında olduğu gibi Türk edebiyatında da da sözlü edebiyatın doğuşunu oluşturan ana öğe dindir. Sözlü edebiyat ürünleri, henüz yazının icat edilmediği dönemlerde, dinsel ayinlerde üretilmeye başlanmıştır.Kulaktan kulağa gelerek kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.

Edebiyat türleri içinde ilk doğan tür;  şiirdir. Şiir sözlü edebiyatın anlatımında önemli bir yeri vardır. İslamiyet öncesi Türk edebiyatında da şiirin çok önemli bir yeri vardır.

Sözlü Dönemin Özellikleri


1. Siirler  “Kopuz” adı verilen sazla dile getirilmiştir.
2. Şiirlerde ölçü olarak ulusal ölçümüz olan “hece ölçüsü” kullanılmıştır.
3. Şiirin nazım birimi “dörtlüklerden oluşur
4. Dönemine göre arı, saf bir dili vardır.
5. Dizelerdee genel olarak yarım uyak hakimdir.
6. Şiirlerde genellikle doğa,aşk ve ölüm temalar işlenmiştir.
7. Bu döneme yönelik elimizdeki en eski kaynak Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügat-it

İkinci Yeni Hareketi

 

Türk şiirinde 1950 yılından sonra Orhan Veli tarafından oluşturulan Garip Akımına ayrıca da 1940 neslinin toplumsal gerçekçi şairlerine bir tepki olarak doğan, değişik çağrışım, imge ve soyutlamalarla yeni bir söyleyişi amaçlayarak oluşturulan şiir akımıdır. Garip akımı sanatçılarına tepki olarak 20. yüzyılın ikinci yarısı doğmuştur. Özellikle şiirde anlamdan ziyade ses güzelliğine önem veren ikinci yeniciler, Batı'da gerçeküstücülerin kullandıkları bilinçaltını harekete geçirme yöntemini kullanırlar. Sözcükler arasındaki anlamsal bağlaları kopararak yeni yeni imgeler yaratma yolunu seçerler. İkinci Yeni akımının en önemli, ön plana çıkan ismi Cemal Süreya'dır.

Edebiyatımızda İkinci Yeni adını ilk kez MUZAFFER ERDOST kullandı.

İkinci yeni şairleri; şiirde öykü öğesini kaldırarak imgeye, hayal gücüne ve duyguya,hisse ağırlık verdiler.

Şiirlerinde daha çok bireyin toplumdaki yalnızlığı, çektiği sıkıntıları, kişinin çevreye uyumsuzlukları gibi konulara ağırlık verdiler.Dönemin siyasi baskısından kaçmakla ve biçimcilikle eleştirildiler.

Belli başlı isimleri:


CEMAL SÜREYA

EDİP CANSEVER

TURGUT UYAR

ECE AYHAN (İKİNCİ YENİNİN KEŞİŞİ DERLER)

OKTAY RİFAT

METİN ELOĞLU

TURGAY GÖNENÇ

SEZAİ KARAKOÇ

ÖZDEMİR İNCE

ÜLKÜ TAMER

AHMET OKTAY


KEMAL ÖZER



İkinci yeni şiirde görülen özellikleri şöyle sıralayabiliriz:


İkinci yeniciler, çok hayalcidirler.

Günlük dile, konuşma diline sırt çevirmişlerdir. Sürrealist akımın getirdiği serbest çağrışıma dayanan şiirleri kopuk kopuktur. Tesadüfen bağlantısı bulunmayan kelime veya cümlelerin alt alta sıralanmasıyla şiirin oluşturulduğu görüşünü savunurlar.

Genelde cümle yapıları bozuktur. Bir umursamamazlık, boşvermişlik durumu hakimdir.

 

Edebiyat Tarihi


 

Yorum: Edebiyat tarihi bir milletin edebi eserlerde yaşayan tarihidir. Bizde XIX. yüzyılın sonuna kadar edebiyat tarihi sayılacak eser yoktur. Bu alandaki ihtiyaç şairler tezkiresi adlı eserlerle karşılanır. Tezkirecilik edebiyatımıza İran Edebiyatından gelmiş bulunmaktadır.

Edebiyatımızda ilk edebiyat tarihi Tanzimat şairlerinden Ziya Paşa tarafından kaleme alınmıştır.(Harabat Mukaddimesi) İlk edebiyat tarihi adını taşıyan eser Abdulhalim Menduh’un “Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye”sidir. Edebiyat Tarihçiliğimizi ortaçağ anlayışından kurtarıp modern çağ anlayışına kavuşturan Ziya Gökalp’tır. Türk uygarlığının asırlar boyunca geçirdiği dini, hukuki, ahlakî, ekonomik, politik ve kültürel süreçleri edebiyat tarihine başarıyla uygulamıştır. 

 

Edebiyat tarihi, bir milletin yüzyıllar boyunca meydana getirdiği edebi eserlerle onları yaratanlara ‘’tarihi gelişimi içinde inceleyen bir bilim koludur.’’ Bu inceleme işi estetik, psikolojik, jenetik vb. metotlardan yararlanılarak yapılır.

Türk edebiyatında XIX. yüzyılın sonuna kadar bugünkü anlamda edebiyat tarihi sayılabilecek eserler yoktu. Edebiyat tarihi ihtiyacını ‘’tezkire-i şuara –şairler tezkiresi’’ adı verilen eserler karşılardı. Bu eserlerde, belli bir dönemde yaşamış olan şairlerin hayat hikâyeleri anlatılır, eserlerinin değerleri üzerinde durulur ve divanlarından seçilmiş olan şiirleri yer alırdı.

Tezkirecilik bir tür olarak İran edebiyatından gelmiş bulunmaktadır. İlk tezkire XV. Yüzyılda Çağatay lehçesiyle Ali Şir Nevâi’nin düzenlediği Mecâlis ün Nefâis adlı tezkiredir. Anadolu Türkleri edebiyatında tezkirecilik XVI. Yüzyılda başlar. İlk eser, Edirneli Sehi Bey’in “Heş Behişt” idir.

Şimdi yüzyıllara göre önemli tezkirelerden bazı isimler sıralayalım:

XVI. yüzyıl:  

1 ─  Latifi Tezkiresi ……….. ……. ….Kastamonulu Lâtifi

2 ─ Ahdi Tezkiresi…………. ……. ….Bağdatlı Ahdî

 

XVII. yüzyıl :

1 ─  Zübde – tül Eş’ar …….. ………...Kafzâde Hizi

 

XVIII.  yüzyıl :

1 ─ Safai Tezkiresi ………. ………… Safai

2 ─ Şeyhi Tezkiresi………. …… ….. Şeyhi

 

XIX. yüzyıl:

1 ─ Şefkati Tezkiresi …. …. .. . . . …. Bağdatlı Şefkati

 

Edebiyatımızda ilk ”edebiyat tarihi” denemesi Tanzimat şairlerinden Ziya Paşa’nın manzum olarak yazdığı  “Harabat Mukaddimesi” dir. Mukaddime-i Harabat.

Ziya paşa, (1874) yıllarında, Arap, Acem, Çağatay ve Osmanlı şairlerinin şiirlerinden beğendiklerini bir araya toplayıp bir antoloji meydana getirmiş ve bu antolojinin başına da “Harabat Mukaddimesi” adlı manzum bir önsöz koymuştur ki, şair bu önsözde Divan şiirimizi bazı dönemlere ayırmış ve eserlerini aldığı şairler hakkında görüşlerini ileri sürmüştür. Bu mukaddime uzun bir mesnevi olup şu sırayı takip eder:

1 – Tevhid-i Bari ve Münacat.

2 - Na’t-ı Nebevi.

3 – Sebeb-i Tertib-i Harabat.

4 – Ahval-i Eş’ar-ı Türkî.

5 - Meşrut ve Ahval-i Şâiri.

6  -  Ahval-i Şuara-yı İran.

7 – Ahval-i Şuara-yı Arap.

8 – Tahdis-i nimet ve İhtar ü Ma’zeret.

Bizde, “Edebiyat Tarihi” adını taşıyan ilk eser, Abdülhalim Menduh’un 1905’te yayınladığı “Tarihi Edebiyatı Osmaniye” adlı eseridir.

Fuat Köprülü’ye gelinceye kadar bir hayli edebiyat tarihi yazılmıştır. Ancak batı metodu ile ilk edebiyat tarihi eserlerini veren, Fuat Köprülü olmuştur.

Ziya Gökalp’ın: Türk tarihi gibi Türk uygarlık tarihinin de bir bütün olarak incelenmesi gerektiği görüşünden hareket ederek, Türk edebiyat tarihini batı yöntemiyle araştıran ilk bilgin oldu. Türk uygarlığının tarih boyu yaşadığı dil, hukuk, din, iktisat, musiki, sanat, etnoloji, politika, tarih, edebi eleştiri, kültür ve her türlü bireysel ve toplumsal yönlerini bir bir gözden geçirmekle kalmadı, bulduğu sonuçları edebiyat tarihine başarıyla uyguladı. Edebiyat tarihçiliğimizi ortaçağ anlayışından kurtarıp, modern çağ anlayışına kavuşturdu. Türkiye’de Türkoloji araştırmalarının yorulmaz öncüsü, edebiyat tarihimizi şuarâ tezkireciliği anlayışından kurtaran, Batı’nın Türkologlarının yanlışlarını binlerce yerli ve yabancı belgenin ışığı altında, başlangıçtan zamanımıza değin gelen Türk uygarlık tarihini bir sanatçı sezişi ve heyecanıyla aydınlığa çıkaran odur.

Köprülü edebiyat tarihi konusundaki düşüncesini şöyle açıklar:

Edebiyat tarihi umumiyetle tarihin daha sarih bir ifade ile medeniyet tarihinin çok mühim bir kısmıdır.  Bir milletin uzun asırlar esnasında geçirdiği fikri ve irsi tekâmülü gösteren bütün fikir mahsullerini tetkik ederek onun manevi hayatını şe’niyette (gerçekte) olduğu gibi yahut ona en yakın bir şekilde yaşatmaya çalışan bir tarih şubesidir.
Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp......





 

EDEBİ ESERDE ÖZ VE BİÇİM SORUNU



Her edebi eserde bir biçim ve bir öz düşünülür. Ancak biçimden tamamen ayrı bir öz ve özden tamamen ayrı bir biçim olamaz. Çünkü edebi eserlerdeki bu iki unsur birbirini devamlı olarak tamamlayıcı bir roldedir. Eserlerin incelenmesi sırasında kolaylık sağlanabilmesi için böyle bir ayrılığın kabulü uygun görülmüştür.


BİÇİM(ŞEKİL):


“Sanat eserleri incelenirken bir öz ve biçim ayrılığı yapılır. Öz, eserdeki düşüncelerin, duyguların bütününü; biçim ise bu duygu ve düşüncelere sanatçının verdiği düzen, sanatına göre, eserin göze, ya da kulağa hitaben dış yapısıdır.” Eserin dış yapısına verilen önem, sanatçıdan sanatçıya değişir; sanatçı kah kendinden önce kullanılmış, gelenek olmuş biçimlere uyar, kah bunları düşüncesini anlatmağa yeter bulmayarak yeni kalıplar yaratmağa çalışır.

Edebiyatta biçim, dar ve geniş birçok anlamlarda kullanılabilir. Bir romanın uzunluğu, kısalığı bir biçim meselesi olduğu gibi yazarın dili ve anlatım özellikleri de biçim adı altında toplanabilir.

Bir şiirin biçimi dediğimiz zaman, biçim kavramının içine o şiirin kompozisyonu, mısralarının tertiplenişi, kafiye düzeni, vezin ( ölçüsü ), dil ve anlatım özellikleri girer.

ÖZ


      Öz bir edebi eserdeki düşünce ve duyguların bütünüdür. Edebi bir eserin düşüncelerinden ibaret tarafına “anlam”, duygu ve heyecanlardan oluşan tarafına “ruh” denir.

Bu terimleri daha somut hale sokabilmek için bir örnek vererek anlatalım:

Henrik İbsen’in ( 1828 -1906 ) Nora adlı piyesini “anlam” ve “ruh” bakımlarından kısaca inceleyelim:

Piyesteki tez: “kadınla kocanın aynı haklara sahip bulunması halinde ailenin mutlu olabileceği, aksi takdirde felaketin başlayacağıdır.” İşte bu tez, “anlamdır”.

Nora piyesi insanı yakından etkiler. Piyesi seyrederken duygulanırız. Bu duygularımızı bazen haz biçiminde bazen de elem halinde dile getiririz. İşte duyulan bu haz ve elem piyesin “ruhu”dur.

Duygu ve düşüncelerimizi anlatma işi ve biçimine “ANLATIM”denir. Bunun iki yolu vardır: 1- Nesir, 2- Nazım.



    Yorum: Türk Dili’nin tarihini ve tarih içinde gelişimi hakkında bize bilgi veren dönemin Abbasi hükümdarına takdim edilmek üzere Kaşgarlı Mahmut, tarafından yazılmıştır. Divan-ı Lügat al- Türk dönemi içinde Türkçe’nin zengin ve anlaşılır bir dil olduğunu ortaya koymuştur. Gerek bu eserin tekrar basılarak Türk Dili’ne kazandırılması, gerekse Fuat Köprü’lü başta olmak üzere İsmail Habip Sevük, Agah Sırrı Levent gibi Edebiyat Tarihçilerinin vermiş oldukları eserler Türk Dili’ni daha zengin kılmıştır. Yazının icadından önce var olan yuğ törenleri ve şölenler Türk toplumu içinde edebiyatın şifahi olarak var olduğunu ve geliştiğini göstermektedir. Verilen eserlerde biçim ve öz ayrı ayrı düşünülebileceği gibi bir bütün olarak da ele alınabilir. Bu şekilde biçim ve öz ruh-beden bütünlüğü gibi birbirine anlam katmakta  ve esere hayat vermektedir.



Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp...

ABDÜLHAK HAMİT TARHAN

HAYATI:


Abdülhak Hamit, 1852 yılında İstanbul’da doğdu. Öğrenimine İstanbul’da başladı. 1861’de Paris’e giderek öğrenimine devam etti. Bir süre sonra memuriyet hayatına başladı ve 1866’da Tarhan’a elçi tayin edilen babasıyla İran’a gitti. Babasının ölümü üzerine İstanbul’a döndü. 1871’de Fatma Hanım ile evlendi. 1876-1878 yılları arasında Paris sefareti ikinci katipliğiyle Paris’te bulundu. 1882’de Bombay başkonsolosu oldu. Fatma Hanım’ın verem hastalığının ilerlemesi üzerine İstanbul’a gelmek zorunda kaldı. Beyrut’a geldiklerinde Fatma Hanım öldü. Bir süre sonra Londra başkatipliğine tayin edildi. Londra’da bulunduğu sırada ikinci evliliğini yaptı.

1928’de İstanbul milletvekili oldu. 13 Nisan 1937 yılında İstanbul’da vefat etti.

 

Hamit’in İçinde Yaşadığı Dönemin Özellikleri :


 

Abdülhak Hamit Tanzimat dönemi sanatçılarındandır. İçinde yaşadığı dönem Türkiye’nin kapılarını batı medeniyetine açtığı bir dönemdir. Batı ile kültürel ilişkilerin hızlandığı bir dönemdir. Bu devrin edebiyatçıları çalışmalarını şu konular üzerinde topladılar: Sosyal hayat, edebiyat, eğitim. Abdülhak Hamit’in içinde bulunduğu Tanzimat edebiyatı, ferdin hürriyeti prensibini kabul eder.

Bu dönem edebiyatçıları için batı edebiyatı demek Fransız edebiyatı demekti. Fransız edebiyatını tanıtan yazılar yapılan tercümeler bu devrin gazete ve dergilerinde yer almıştır. Tanzimat döneminde Osmanlıcılık, Türkçülük gibi akımlar yanında realist ve materyalist fikirler de belirmeye başlamıştır.

 

ESERLERİ


Abdülhak Hamit’in şiirleri, manzumeleri, mensur yazıları ve tiyatro eserleri vardır.

Şiirleri ve şiir kitapları: Hamit, şiire batılı bir anlayışla nazım yeniliklerini getiren ilk şairdir. Tanzimat şiiriyle didaktizme yönelen Türk şiirine gündelik hayat, aşk, tabiat, yurt sevgisi, ölüm ve metafizik düşünceler onunla girdi. Şiirlerinde kendilerine has bir dil ortaya koydu. Daha önce sadeleşmeye yönelen edebiyat dili, onun şiirlerinde sadelikten uzaklaştı.

Tarhan’ın şiirlerinde dil ve muhteva bakımından bir karışıklık göze çarpar. Hem Doğu’ya hem Fransız şiirine özgü nazım şekilleri kullanmıştır. Hamit’in divan şiiri etkisinde yapılmış manzumeleri, divan nazım şekliyle yazılmış şiirleri vardır. Şairin bizzat bir araya topladığı şiirleri şunlardır:

BELDE: Divaneliklerim diye adlandırılan bu şiir mecmuasında Tanzimat devri için büyük yeniliklerle örülmüş şiirler vardır. Hamit, bu şiirlerinde mısralarında istediği gibi sıralamış, kafiyeleri mısraların sonuna yerleştirmiştir. Bu şiirlerinde zaman zaman Fransızca kafiyelere yer vermiştir. Bu şiirler yazıldığı tarihten 10 yıl sonra neşredilmiştir.

SAHRA: Bu eser, yeni Türk edebiyatında Pastoral şiirin ilk örneği olarak tanınmıştır. Hamit, bu eserinde kır hayatını, bu hayatın dinlendirici güzelliklerini çeşitli manzumeler halinde yazmıştır.

Sahra’yı oluşturan manzumeler şekil ve kafiye bakımından Belde’deki gibi serbest ve yenidir. Aynı manzumede aruzun değişik vezinlerini kullanmak ve ya mısralara Fransızca kafiyeler koymak veya gölün kenarında demek yerine Lak’ın kıyısında demek o devir yeniliklerindendir.

MAKBER: Hamit’in ölüm karşısındaki feryatlarını yansıtır. Bu eserin mısralarında Leyla vü Mecnun ve Hüsn ü Aşk tesiri hissedilmektedir.

Makber, Hamit tarafından, ilk karısı Fatma Hanım’ın ölümünün ardından yazılmıştır. Bu eser kısmem Beyrut’da yazılmıştır. Eserlerde yer yer vicdan azabına benzer ızdıraplar ve sevilen bir kadından ayrılışın acısı duyulmaktadır.

ÖLÜ: Yine Fatma Hanım’ın ölüm acısıyla yazılmıştır. Ölü, kaside şeklinde ve 16’şar beyitlik 10 manzume halinde yazılmıştır.

HACLE: Şair, bu eserinde eşinin ölüm acısı karşısında kendini avutmaya başarır. Eşinin ölümü artık bir hatıra haline gelmeye başlar ve şair metafizik düşüncelerinden sıyrılır. Bu eserde Hamit, yeni bir evlilik düşünmektedir.

BİR SEFİLENİN HASBİHALİ: Mesnevi şeklinde yazılmıştır. Hamit, bu eseri Victor Hugo’nun, Sefiller adlı romanından ilham alarak yazmıştır. Eser, bir genç tarafından aldatılan bir köylü kızın yaşadıklarını anlatır.

TİYATRO ESERLERİ:

Hamit’in tiyatrolarında yaşayan insanlar kadar ölülere ve ruhlara da yer verilmiştir. Bu tiyatrolarda dünya tarihinin büyükleri yeniden hayata dönmüşlerdir. Cinler, periler, ruhlar, hayaletler, konuşan mezarlar, savaşan ordular tiyatro eserlerinin konularındandır.

Hamit, eserlerinin bir kısmını Aruz; bir kısmını da Hece vezniyle yazmıştır. Hamit’in eserleri ağır bir dille yazıldığından sahneye elverişli değildir.

Macera-yı Aşk; Hamit’in ilk tiyatro eseridir. Diğer bir eseri Sabr ü Sebat’tır. Ayrıca İçli Kız, Liberte, Sardanpal gibi tiyatro eserleri vardır.

Tarhan’ın Tarık adlı mensur piyesi Endülüs’ün Emeviler tarafından fethi olayını sahneye taşımıştır.

 Nesteren: Hamit’in Corneille’i yakından tanıdıktan sonra kaleme aldığı manzum bir dramdır. Zalim bir hükümdara karşı halkın başkaldırışını anlatır. Hamit bu eserden dolayı Abdülhamit’in emriyle görevden alındı.

Tezer: Bu yapıtı Müslümanlık ve Hristiyanlık arasındaki mücadeleyi anlatır. Hamit, bu eserini diğerlerine nazaran daha uygun bir teknikle yazmıştır.

 Eşber: Corneille‘nin Horace isimli eserlerinden izler taşıyan yapıt, baştan sona kadar kahramanlık teması içerir.

 Finten: Hamlet’i, Otello’yu andıran bazı sahnelerine rağmen, Finten insan karakterlerini bir araya getiren bir eserdir. Bu eserdeki dil ağırdır ve seyredilirken değil, okunurken bile anlaşılması zordur.

Vicdan Azabı: Bu eser, Şehzade Mustafa’yı Hürrem Sultan’ın, kendi oğlunu iktidar yapabilmek için ortaya attığı iftiralar yüzünden öldürten Kanuni’nin yaşadığı vicdan azabını anlatır.

Sayıları yirmiyi bulan piyeslerin hepsi dramdır. Olağanüstü olaylara yer vermesi, kahramanların karakterinde aşırılığa kaçması ve parlak konuşmalara yer vermesi açısından romantik dramın etkisi altındadır. Shakeskpeare’den etkilenen yazar doğaüstü olaylara yer verir.

İlk piyeslerinde tiyatro tekniğine uyan Hamit, sonraları piyeslerini okunmak için yazmaya başlamıştır. İlk piyeslerinde konuşma diline ve üslübuna yaklaştığı halde sonraki eserlerinde bu dilden uzaklaşmaya başlamıştır.

Alıntıdır...............

 

 

 

Ayaz İshaki

Kazan Türkleri’nin tanınmış edebiyat, fikir ve siyaset adamlarındandır. Genç yaştan beri Şehabeddin Mercani, Abdülkayyum Nasıri gibi yenilikçi fikir adamlarının etkisinde kalmıştır.Ceditçilik akımının en mühim savunucularından biridir. Çağdaş Kazan Edebiyatı’nda yazdığı roman, hikaye ve tiyatro eserleriyle önemli bir yer tutar.

Ayaz İshaki,Kazan Türkleri’nin istiklali için çalışmalarını çıkardığı gazetelerde sürdürür. Bu yıllarda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği inşa edilirken kendisi de Almanya’da İstiklal Savaşı’nı kazanan Türkiye’ye eserleriyle destek olmuştur. Hayatı büyük mücadelelerle geçen Ayaz İshaki, 1878’de Tataristan’da doğmuştur ve 1954 yılında Ankara’da rahmete varmıştır.

 

Eserleri



1) Hikayeleri:


Takkeci Kız,
Zindan,
Ulug Beyrem,
Sünnetçi Balbay,
Familye Saadeti,
Lokman Hekim,
Tövbekar Hatun.

2) Romanları:


Mulla Bubay
Üyge Taba
Ulug Muhammed
Tatarın Kızı
Tilenci Kız

3) Oyunları:

İki Aşık
Kıyamet
Kadın ile Hayat
Muallim
Hayat Yolunda
Dalga İçinde

4) Anıları:


Anı Defteri
Otuz Yıllığım

 

Tatarlar’ın milli şairi Abdullah Tukay, Ayaz İshaki’nin en çok etkilendiği,saygı beslediği insanlardan biridir.

 

Üyge Taba (Eve Doğru):


Ayas İshaki’nin elliye yakın eseri arasında Türkiye Türkçesi’ne tercüme edilen tek romanı Üyge Taba’dır. 1922 yılında Berlin’de kaleme aldığı bu roman, İstanbul’da iki kez basılmıştır.
Romanın konusu, milli kimliğini bulmaya çalışan Kazan Türk aydınlarının İstiklal Savaşı ile mücadele eden Türkiye Türkleri’ne girerek destek olmalarını anlatır.

 

Alıntıdır.....

 

 

CAHİT KÜLEBİ


HAYATI


1917’de Zile’nin Çeltek köyünde doğdu.
Antalya ve Ankara’da edebiyat öğretmenliği yaptı.Eğitim Müfettişliği ve Kültür Bakanlığı Müsteşarlığında bulundu.
SODEP ve SHP’nin kuruculuğu ile politikaya atıldı.1997’de Ankara’da öldü.




SANATI



Şiirlerinde Anadolu, Külebi’nin ilham perisidir.Köy hayatını sever ve şiirlerinde
işler.Boyun eğme ve isyan şairde görülmez. Doğa ile içiçedir.Halk türkülerine aşıktır.Herhangi bir akıma mensup değildir.

ESERLERİ



Adamın Biri -Rüzgar -Yeşeren Otlar
Atatürk Kurtuluş Savaşında -Süt -Yangın
Türk Mavisi -Güz Türküleri -Sıkıntı ve Umut -Bütün Şiirleri -Şiir her zaman-
İçi Sevda Yolculuk


HİKAYE


Senin dudakların penbe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!


Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!


Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!


Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı,
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!



FECR-İ ATİ EDEBİYATI

1901’de Servet-i Fünun dergisinin kapatılmasıyla dağılan topluluk II. Meşrutiyet’in ilanından sonra 1908 yılında “Ahmet Haşim, Emin Bülent, Ali Canip, Yakup Kadri, Hamdullah Süphi, Fuat Köprülü, Celal Sahir” gibi bir kısım genç sanatçılar bir araya gelerek bir edebiyat grubu oluşturdular. Gruplarına “Fecr-i Ati” adını verdiler.
1909’da ilk toplantılarını yaparak bildiri yayınladılar. “Fecr-i Ati Encümen-i Edebisi” adıyla edebiyatımızda edebi bildiri yayınlayan ilk grup olarak tarihe geçmişlerdir.

 

 

FECR-İ ATİ GRUBUNUN SANAT GÖRÜŞLERİ


-“ Sanat, şahsi ve muhteremdir.” görüşünü savunmuşlardır. Sanata ve edebiyata hizmet etmek amacıyla eserler yazmıştır.
-Sanatı ve edebiyatı boş vakitlerin verdiği sıkıntıyı giderecek bir araç olarak görmediler. Sanatın, toplumun eğitimine katkı sağladığına inandılar.
-Fransız edebiyatını örnek aldılar. Daha çok Fransız Sembolistlerden etkilendiler.
-Edebiyatın önemini halka anlatmak için çaba gösterdiler.
-Şiirlerini aruz ölçüsüyle yazdılar, serbest müstezatı geliştirerek kullandılar.
-Eserlerinde genellikle aşk ve doğa temasını ele aldılar. Romantik bir aşkı dile getirdiler, gerçekten uzak bir doğa betimlemeleri yaptılar.

-Eserlerinde ağır ve süslü bir dil kullandılar. Servet-i Fünuncularda olduğu gibi Arapça, Farsça kelime ve tamlamalara sıkça yer vermişlerdir.

-Servet-i Fünun Edebiyatına bir tepki olarak ortaya çıkmalarına rağmen edebiyata bir yenilik getirmemişlerdir. Yazdıkları eserlerle Servet-i Fünun Edebiyatını devamı niteliğinde olduğunu göstermişlerdir.

-1912’de dağılan topluluğun birçoğu Milli Edebiyat akımı içinde yer almış, bazıları da edebiyat yaşantılarına bağımsız olarak devam etmişlerdir.

FECR-İ ATİ EDEBİYATINDA ŞİİR


-Şiirde, Sembolizm ve Empresyonizm akımları etkili olmuştur.
-Şiirde daha çok aşk ve doğa temaları işlenmiştir. Duygusal söyleyiş ağır basmıştır.
-Şiirde ölçü aruz ölçüsüdür.
-Şiir dili Arapça-Farsça sözcük ve tamlamalarla doludur.
-Ahmet Haşim, Fecr-i Ati şiirinin en önemli şairidir.

FECR-İ ATİ GRUBU SANATÇILARI


AHMET HAŞİM (1884-1933)
-Fecr-i Ati topluluğunun en büyük şairidir. Bağdat’ta doğdu.
-Şiirlerinde psikolojik durumunun yansımaları görülür.
-küçük yaşta annesini kaybetmiş, bu durum onu karamsarlığa, yalnızlığa, sıkıntılara itmiştir.
-“Sanat sanat içindir.” görüşüyle şiirler yazmıştır.
-Sembolizmin edebiyatımızdaki en önemli temsilcisidir.
-Nesneleri değil, nesnelerin kendinde bıraktığı izlenimleri anlatması onu Empresyonizme (İzlenimcilik) yaklaştırır

-Şiirde anlamın kapalı olmasını, her okuyucunun şiiri farklı biçimde yorumlamayabilmelidir. Şiir asla düzyazıya çevrilemez.

-Hayale önem veren sanatçı, toplumsal sorunlara hiç yer vermemiştir.
-Kızıl gün batımları, sararmış yapraklar, ay ışığı altındaki doğa, loş karanlıklar… onun başlıca şiir temalarıdır.
-Sembolist şiirin esas öğesi olan “Sembol” şiirinde pek yoktur.
-Şiirlerini arzu ölçüsüyle yazmıştır.
-Şiirde muskiye önem verir. Şiirin “ sözden çok musikiye yakın bir dil” olduğunu söyler.

-Şiir dışında fıkra, gezi türünde de eserleri vardır. Düzyazı dili sade ve konuşma havasındadır.

-“Bize Göre, Gurabahane-i Laklakan” adlı eserlerindeki kimi yazılar, edebiyatımızın ilk deneme örnekleri sayılır.

ÖLÇME- DEĞERLENDİRME


Aşağıdaki cümlelerin karşısına yargılar doğru ise (D), yanlış ise (Y) yazınız?
Türk edebiyatının ilk edebi beyannamesi Fecr-i Ati Topluluğuna aittir. ( )
Fecr-i Ati Topluluğu sanatçıları Tanzimat dönemi Edebiyatından etkilenmişlerdir. ( )
Fecr-i Ati topluluğu sanatçılarından bazıları daha sonra Milli Edebiyat hareketine katılmışlardır. ( )
Aşağıdaki cümlede boş bırakılan noktalı yere uygun ifadeyi yazınız.
Fecr-i Ati Topluluğu slogan olarak “Sanat, şahsi ve muhteremdir.” sözünü kullanmışlardır.()

Aşağıdakilerden hangisi Fecr-i Ati Beyannamesinde adı bulunan sanatçılardan biri değildir?
Ahmet HAŞİM B) Mehmet FUAT
C) Celal SAHİR D) Şahabettin SÜLEYMAN
E) Yahya Kemal BEYATLI

CEVAP: E

“1909’DA Fecr-i Ati Topluluğuna katıldı. Bu topluluğun dağılmasından sonra da şiirler yazmayı sürdürdü. Şiirlerinin hepsi de aruzla yazılmıştır. Aşk ve doğa temalarını işlediği, sembolizm akımı anlayışına uygun olarak yazdığı şiirlerinde hayale ve müziğe büyük önem verdi. Güçlü şiirleri yanında değişik konuları yoğun bir dille anlatan fıkraları da vardır.”
Burada sözü edilen sanatçı aşağıdakilerden hangisidir?
Ahmet Haşim B. Cenap Şahabettin
C. Süleyman Nazif D. Faruk Nafiz Çamlıbel
E. Yahya Kemal Beyatlı
CEVAP:A

Eleştiri

Bir edebiyat veya sanat eserini her yönüyle değerlendirerek onun anlaşılmasını sağlamaktır.
Yunancadan gelen kritik veya Arapça tenkit kavramlarıyla da karşılanır.
En önemli görevi eseri derinlemesine tahlil ederek okuyucuya yol göstermektir.
Bir kitap okunmadan ya da bir film izlenmeden önce onunla ilgili eleştiriler okunduğu için eleştirmene büyük bir sorumluluk yüklenmektedir.
Bu sebeple eleştirmen değerlendirmelerini yaparken olabildiğince tarafsız olmalıdır.

ELEŞTİRİ TÜRÜNÜN ÖZELLİKLERİ


-Makale gibi giriş, gelişme , sonuç bölümlerinden oluşur.
-Yazar , ele aldığı konuyu değerlendirir ve bir sonuca ulaşır.
-Açık bir anlatımı vardır.Sanatlı ifadelerden,mecaz ve yan anlamdan kaçınılır.
-Yazar tarafsız olmalıdır.

KONULARINA GÖRE ELEŞTİRİLER


Okura dönük eleştiri: Bir eserin ya da edebi türün okuyucu tarafından nasıl okunması ve yorumlanması gerektiğini bildiren eleştirilerdir.Yazar , okuyucuya tavsiyelerde bulunur.
Topluma dönük eleştiri:Toplumun geneline yapılabileceği gibi toplum içindeki belirli tiplerle ilgili de yapılabilir.

Sanatçıya dönük eleştiri:Sanatçının kişiliği ve kişiliğinin esere yansımasını konu alan eleştirilerdir.Bu eleştirilerde yazar sanatçıyı değişik ölçülere göre değerlendirebilir ya da onu diğer sanatçılarla karşılaştırabilir.
Esere dönük eleştiriler:Bir esere dönük eleştirilerdir.Eseri konusu, anlatım biçimi , üslubu ve kullanılan simgeler…gibi eserin türüne göre değişen ölçülere göre yapılan değerlendirmelerdir.

ELEŞTİRMENİN TAVRINA VE TUTUMUNA GÖRE ELEŞTİRİLER


Öznel eleştiri(izlenimsel):Eleştirmenin kendi zevk ve ölçülerine göre yaptığı eleştiri türüdür.Okuyucuya ve sanatçıya dönük eleştiriler bu gruba girer.İlkelerini Fransız Anatole France belirlemiştir.

Nesnel eleştiri(bilimsel):Topluma ve esere dönük eleştiriler bu guptadır.

ELEŞTİRİNİN TARİHİ GELİŞİMİ


-Halk edebiyatında taşlama , Divan edebiyatında hicviye türleri eleştirinin bizdeki ilk örnekleridir.
-Tanzimatla birlikte ise Batılı anlamda örnekler verilmeye başlanmıştır.
-Özellikle Tanzimatçılar Divan edebiyatını aralıksız eleştirmişlerdir.Bu, türün gelişmesine büyük katkı sağlamıştır.
-Tanzimat döneminde;Şinasi, Namık Kemal,Recaizade M.Ekrem,A.Hamit Tarhan,S.Sezai,Beşir Fuat, Nabizade Nazım,Mizancı Murat
-Servet-i Fünun döneminde;C.Şehabettin,H. Ziya, Mehmet Rauf,H.Cahit Yalçın
-Cumhuriyet döneminde Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’le başlar.
-İsmail Habip Sevük Ve Ahmet Hamdi Tanpınar eleştiriyi edebiyat tarihi içinde ele alırlar.

Çağdaş eleştirmenler ;Mehmet Kaplan, Tahir Alangu,Memet Fuat,Nihat Sami Banarlı,Cemil Meriç,Kenan Akyüz,Berna Moran,Attila Özkırımlı, Fuat Köprülü

İYİ BİR ELEŞTİRMENİN ÖZELLİKLERİ


-Geçmişin ve çağın sanat olaylarını iyi bilmeli
-Geniş bir bilgi ve kültür birikimi olmalı
-Dünya edebiyatı, sanatı ve kültürüyle ilgili genel bilgilere sahip olmalı
-Eleştirdiği eseri, konuyu veya olayı bütün olarak kavramalı

Sinemalarda gösterime giren film yönetmenin önemli yapımlarından biri.Filmde bu zamana kadar pek kimsenin işlemeye cesaret edemediği konular tüm açıklığıyla işlenmiş.Yönetmen , filminin sadece kuru bir söylevden ibaret olmasını istemediği için de içerisine bir aşk hikayesi koymuş.Bu hikaye,filmin hemen başında başlayıp ana konunun içerisine ustaca yedirilmiş bir olay örgüsüne sahip.
Bu parça aşağıdaki eleştiri türlerinden hangisinden alınmıştır?

A)Çağdaş eleştiri

B)Topluma dönük eleştiri

C)Sanatçıya dönük eleştiri

D)Esere dönük eleştiri

E)Okura dönük eleştiri