Çocuklarda Okuma Bozuklukları

Okumayı öğrenmek, okul yıllarının başlarında, başarılması gereken temel gelişimsel görevlerden biridir. Eğitim süreci devam ederken öğrencinin bilgi edinebilme ve özgürce öğrenme yetisini kazanabilmek için okuma gittikçe daha büyük önem kazanır. Daha sonraları iş hayatına girebilmesi, toplumun taleplerine uyum sağlaması için önemli bir araçtır. Okuma ve yazmayı öğrenme çok kolay bir süreç değildir ve pek çok sorunla karşılaşılabilir.                                                        Algılama, dikkat (toplama), hatırlama (hafıza) ve dil (konuşma) gibi öğrenme süreçleri çok sayıda zihinsel rahatsızlığın bir parçasıdır. Öğrenme sorunu veya yetersizliği yaşayan çocuklar, okuma yetilerini etkileyebilecek, bir işle/faaliyetle yeterince ilgilenmekte güçlük çekerler, bir başka deyişle, dikkat eksikliği ya da konsantrasyon bozukluğu sorunu yaşarlar ki, bu da bir rahatsızlıktır. Aynı şey, hatırlama (hafıza) bozuklukları için de geçerlidir. Bu demektir ki, öğrenmenin temelini oluşturan hatırlama süreci içindeki herhangi bir bozukluk, genellikle kendini bir öğrenme bozukluğu ya da zihinsel rahatsızlık olarak gösterir. Tüm öğrenme güçlüğüne sahip çocukların yaklaşık %85’i okuma güçlüğü çekmektedir.Ormanlıoğlu’na göre (1999; 161) heceleme, yazma ve dil öğrenme gibi alanlarda başarısızlığı içeren öğrenme bozukluğunda en belirgin özellik okumayı öğrenmede gecikmedir. Pek zeki olmayan öğrenciler diğer derslerine oranla okumayı öğrenirken daha çok zorlukla karşılaşırlar. Okumadaki başarısızlıkla birlikte dikkat azlığı, çalışmalarını yardımsız yapamama, saldırganlık ve becerisizlik gibi haller de görülebilir.   Bu çalışmada öğrenme güçlükleri, okuma-yazma güçlükleri, bu güçlüklere neden olan faktörler ve rahatsızlıklar konuları ele alınmıştır. Bu konu ile edinilen bilgilerle, öğrencilerin okuma yazma problemleri ve bunlara nelerin sebep olabileceği konuları incelenerek öğrencilere yardımcı olabilmek hedeflenmiştir.

Metinler Arası Okuma

 

Ana dil becerileri, büyük ölçüde metinler aracılığıyla öğrencilere kazandırılmaya çalışılır. Bilindiği üzere çocuklara kazandırmayı öngördüğümüz davranışlar eğitim programları aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Metinler arası okuma, ana dil becerilerinin kazandırılmasında içeriğin düzenlenmesi ile yakından ilişkilidir. Programlar, içerik düzenlemesini “dil beceri merkezli yaklaşım, konu merkezli yaklaşım, belirli alan merkezli yaklaşım ve sarmal bir yaklaşım” gibi farklı anlayışlarla öngörmüş olabilir.

Sarmal bir yaklaşımla, aynı konu veya ana düşünceyi işleyen metinler veya benzer türleri art arda okutmak öğrencilere karşılaştırma yapma imkânı verir, ayrıca konuların tekrarlanması bilgilerin pekiştirilmesine katkıda bulunur.

Bir hikâyenin ardından başka bir hikâyenin ve/ya bir roman parçasının okutulması, metinler arasında ilişki kurulmasına; tür, biçim ve konu bakımından benzerlik ve farklılıklara dikkat çekilmesine; olay, yer, zaman ve şahısların karşılaştırılmasına; anlatımdaki farklılığın tespit edilmesine imkân sağlar

Böyle bir yaklaşım, bir bakıma aynı tema, teknik, üslup ve tür özelliklerine sahip metinlerin art arda gelmesi sonucunu doğuracaktır. Bu durumun öğrencilerde bıkkınlık, doygunluk hissine yol açacağı ileri sürülebilir. Ancak durum, öğretimde toplulaştırma ilkesi çerçevesinde düşünülürse, kazanılacakların sakıncalarından daha baskın olduğu söylenebilir. Öğretmenler okutacakları metinleri bu yaklaşıma uygun olarak önceden tespit etmeli, ders kitabı yazarları da bu tür metinlerin art arda gelmesine dikkat etmelidir.

Orhan Veli Kanık

 

13 Nisan yılında İstanbul'da doğdu. Cumhurbaşkanlığı armoni orkestrası şeflerinden Mehmet veli bey'in oğlu,Adnan veli kanıkın ağabeyidir. Galatasaray'da başladığı öğrenimini kısa bir süre sonra babasının atandığı Ankara'da Ankara gazi lisesinde sürdürdü. Lise yıllarında Oktay Rıfat ve Melih Cevdet'le tanışıp arkadaş oldu. Liseyi bitirince İstanbul'a giderek edb.fak.felsefe bölümüne girdiyse de bir süre sonra öğrenimini yarım bıraktı.1936 da Ankara'ya döndü ve askere gidene kadar Ptt genel müd. Memurluk yaptı. Yedek subaylığını tamamlayınca iki yıl kadar milli eğitim bakanlığında tercüme bürosunda çalıştı.1947 de,bu kurumda "antidemokratik bir hava" esmeye başladığını söyleyerek istifa etti. 1 ocak 1949 da yayımlamaya başladığı on beş günde bir çıkan iki sayfalık"yaprak"dergisini 15 haziran 1950 yılına kadar yirmi sekiz sayı çıkardı.dergiyi çıkaramayacağını anlayınca Ankara'dan ayrılıp İstanbul'a gitti.gene o yılın kasım ayı içerisinde bir haftalığına geldiği Ankara'da bir gece yolda tamirat için kazılmış çukura düşerek ayağından yaralandı, İstanbul!a döndükten bir gün sonra bir arkadaşının evindeyken birdenbire fenalaşarak kaldırıldığı Cerrahpaşa hastanesinde 14 kasım 1950 de beyin kanamasından öldü.


         Orhan veli`nin ilk şiirleri, lisede öğrencilik günlerinde sesimiz adlı okul dergisinde çıkan denemeleri sayılmazsa, 1936 yılında varlık dergisinde yayımlanır. Orhan veli`nin ilk şiirlerini iki kümeye ayırabiliriz.

1-eski şiirler 

2- yeni şiirler

          Birinci gruba girenler eski anlayışa giren şiirlerdir.eski şiirlerde yalnız, mutsuz, karamsar bir kişinin üzüntüleri, aşkları, özlemleri dile getirilir.bu kişi içinde bir yalnızlık duygusu taşır. Geçmişe özlem, sevgiliyi bekleme, çocukluk günleri, yalnızlık, umutsuzluk, sıkıntı ana temalarıdır.

        Şiirlerinde doğayla ilgili sözcükler geniş yer tutar.fakat doğa ötesine, ruhsal durumlara ilişkin sözcüklerin de sayısı az değildir. Özellikle sıfatlara başvurur. Orhan veli  sözü geçen kişinin toplumsal çevreyle olan ilişkilerine hiç değinmez. Buna karşılık kişisel yaşayışla doğa arasında  sıkı bir bağ kurar.

         Eski şiir akıldan çok duygu şiirleridir. Gerçeklikten çok romantikliğe, toplumsallıktan çok bireyselliğe yakın düşmektedir. Sonradan yayımlayacağı şiirlerin tersine, bunlar kafadan çok yüreğe, gözden çok kulağa seslenen, teşbih ve istiare ile beslenen lirik şiirlerdir.

         Eski şiirlerde dil ve biçim yönünden hececiler izlenir. O. Veli hece ölçüsünü kullanır, kafiyeye önem verir, dörtlüklerle yazar, temiz bir Türkçeye ulaşmak ister, eski şiirlerin oldukça yalın, rahat bir deyişi vardır. Her ne kadar bu deyiş baştaki şiirlerde yabancı sözcüklerle, zorlama uyaklara, ölçü gerekleriyle yer yer yaralanırsa da zamanla arınıp düzelir.                                                                             

ilk yeni şiirler   bunlar 1937-1941 yılları arasında yazılmış şiirlerdir.bu şiirler, ilerde garip`te yer alacak yıkıcı ve yadırgatıcı şiirlerin ilk ve aşırı örnekleridir. Orhan veli bu şiirleriyle yeni bir döneme girer:eski şiirindeki daha doğrusu o günün şiirindeki öz ve biçim anlayışından ayrılmaya karar verir.                         

Yirmi yaşımızı dolduralı bir iki seneden fazla olmamıştı; beylik kalıplar, beylik oyunlar, beylik dünyalar içinde bunalmış kalmış olan şiire yeni imkanlar arayalım dedik. `` bu istekle garip`in ön sözünde belirlenen anlayışın temellerini kazmaya koyulur. Vezniyle, kafiyesiyle, kitaplardan öğrenilmiş çeşitli sanatlarıyla bütün bu geleneğin fakat dar görünüşlü bir geleneğin getirdiği kalıplardan, klişelerden kurtulmaya kalkar.     Bunun için ilkin ölçüyle uyağı atar. Geleneğin getirdiği sınırlamalara, kolaylıklara başkaldırır. Benzetme, istiare mecaz, mübalağa vb. Edebi sanatlara sırt çevirir. Şiiri müzikten,  resimden ayırır. Şairaneliğe karşı çıkar. Hayale ve tasvire boş verir. Süsten, karmaşıklıktan, zeka oyunlarından vazgeçer. Duygudan çok akla dayanır. Şairin artık yüksek zümreden kişilerin zevkine değil, çoğunluğa seslenmesini ister.     Orhan veli halktan kişileri, küçük insanları,işçileri şiirlerinde anlatmayı sever.

güzel kadınları severim                                                                                            

işçi kadınları da severim

 güzel işçi kadınları daha çok severim

(quantitatif)            

      Orhan Veli en kötü durumlarda bile alaya sapmaktan, kendisiyle ya da anlattığıyla alttan alttan eğlenmekten geri durmaz. Orhan veli`nin şiirlerinde duyularla yaşanan bir hayat, bin bir ayrıntısıyla, bir bütün olarak okuyucuya aktarılır. Hayat güzel ve yaşanmaya değerdir. Bu şiirlerle hayat arasında çok kuvvetli bir bağ kurulmuştur.

deli eder insanı bu dünya                                                         

bu gece, bu yıldızlar, bu koku                                 

bu tepeden tırnağı çiçek açmış ağaç     

       Orhan veli sahteliklerin üstündeki şairanelik örtüsünü  sıyırıp atar. Kuvvetli ironisi sosyal hayatın kalıp haline getirdiği birçok şeyi yıkmaya yarar.

neler yapmadık şu vatan için                                                  

kimimiz öldük                                                                                               

kimimiz nutuk söyledik

                                                                                                             

     Orhan veli`nin sonraki eserlerinde onun vaktiyle tenkit ettiği halk edebiyatı geleneğine dönüşünü gösterir.``yol türküleri`` lerinde Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları’ndaki gibi yol izlenimlerini halk türkülerinden yararlanarak dile getiri.    Orhan veli başını çektiği garip hareketine en bağlı olandır. Garip hareketi, adına uygun şekilde yadırganır ve birçok hücumlara uğrarken, onu savunan tek sadık temdilcisi Orhan Veli’dir.Garip hareketinin en önemli yanı , şiiri günlük tartışmalar arasına sokmasıdır. Bir süre toplumda, şiir herkesin konuştuğu ortak bir konu olur. 1950 yılında Orhan Veli’nin ölümünden sonra Oktay RIfat ve Melih Cevdet’te önceden başlayan garip’ten uzaklaşma eğilimi artar. Bundan sonra garip akımı , yaratıcılarının değil, taklitçilerinin elinde kalır ve yozlaşır.

 

Plân Yapmanın Yararları

Plân Yapmanın Yararları

Eğitimde amaç, çocukta bilgi, beceri, alışkanlık ve değer-takdir duygusu (apprication) yönünde olumlu davranışlar geliştirmektir. Bu amaca ulaşmak için plân yapmak kaçınılmazdır. Plânsız olarak bu amaçlara ulaşmak mümkün değildir.

Başarının, öğrenme sürecinin her aşamasında etkin bir hazırlık ve uygulanabilir bir plânlamaya bağlı olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.

  Plânlı çalışmanın yararları:

1. Öğretimin plânlanması, öğretmenin, eğitim-öğretimde neyi, niçin ve nasıl okutacağını düşünmesini sağlayarak verimi artırır.

2. Konuların ne zaman, ne kadar süre içinde işleneceğinin zaman sırasına göre düzenlenmesini, ayrıca programların süresi içinde tamamlanmasını sağlar.

3. Plânlı çalışma öğretmen ve öğrencileri dağınıklıktan kurtarır, onlara güven kazandırır.

4. Amaçları gerçekleştirecek en uygun metot, teknik araç ve gereçlerin seçilmesini; derslere hazırlıklı girilmesini sağlar.

5. Plânlama öğrencilerin ilgi, ihtiyaç ve yeteneklerine göre yetiştirilmesini sağlar.

6. Plânlı çalışma, eğitim-öğretimin değerlendirilmesinin sağlam ve güvenilir olmasını sağlar.

7.  Plânlı çalışma, öğretmen ve öğrencilere düzenli ve birlikte çalışma alışkanlığı kazandırır.

8. Plânlı çalışma, eğitim faaliyetlerinde düşünceye açıklık kazandırır.

Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp

 

Fiiller Çalışma Kağıdı

1. Çizelgedeki çekimli fiilleri örneklerdeki gibi çözümleyiniz.











ÇEKİMLİ FİİL


MASTAR


FİİL TABANI


ZAMANI


ZAMAN EKİ


ŞAHIS EKİ


ŞAHSI

okudukokumakokudi’li geçmiş-du-k1. çoğul
gidiyoruz
söyleyecek
görmüşüm
yanacaksın
çalışıyorlar
uzattım
üzülmüşler
atlayacağız
uçtu
geziyoruz
buluruz
kalktık
dikmişiz
kalacakmışız
bulacaklar
tanıştınız
düşünüyoruz
öreceğim
gösterecekler
hoşlanırız
yazarım
çalıştın
istemiş
öğrenmişsin
yıkacağız
severim
gezecekler
uyursun
aramışlar
yiyelim
çizsin
baktın
okusam
geliyorsunuz
çalışmalı



2. Aşağıdaki fiillerin kipini uygun boşluklara örnekteki gibi işaretleyiniz.




































































































































































































































































FİİL


HABER KİPLERİ


DİLEK KİPLERİ


Miş’li geçmiş zaman


Di’li geçmiş zaman


Şimdiki zaman


Gelecek zaman


Geniş zaman


Dilek şart kipi


Gereklilik


İstek


Emir

görüyor
X

gelmeli
X

yatacak
alacak
geçmiş
bildi
kaçıyor
alır
kalırsa
sönmüş
durmalı
bileyim
yazacak
tutsunlar
bakayım
susuyor
oynamış
kızdılar
durmalı
tutuyor



3. Aşağıdaki fiillerin olumsuz soru şekillerini karşılarına yazınız.



Fiiller                                   fiillerin olumsuz soru şekli

geldi                                     gelmedi mi?

gezdik                                  …………………………………..

baktı                                     …………………………………..

gördü                                   …………………………………..

bildim                                   …………………………………..

buldular                              …………………………………..

yaptınız                                               …………………………………..

kaldın                                   …………………………………..



4. Aşağıdaki cümleleri uygun fiillerle tamamlayınız.

Günde en az sekiz saat …………………………………..

Dün, sizi iki saat durakta …………………………………..

Öğretmen, yarın sınav …………………………………..

Dün kırlara …………………………………..

Postacı, beklediğim mektubu …………………………………..

Onlara gitmelerini …………………………………..

Bizi dün telefonla …………………………………..



5. aşağıdaki fiillerin başına uygun şahıs zamirlerini getiriniz.

………………………………….. yazıyorum.

………………………………….. kaçırdık.

………………………………….. çalışmalıyız.

………………………………….. söylediniz.

………………………………….. koşacaklar.

………………………………….. arayacaksın.



6. Aşağıdaki fiillerin kiplerini belirleyiniz.































































































EYLEMLER


GEREKLİLİK KİPİ


ŞART KİPİ


İSTEK KİPİ


EMİR KİPİ

söylemelisin
X

yazsın
anlatsak
dinleyeyim
dök
bilseniz
okumalıyım
bırakasınız
buluşsalar
alalım
kalkmalı
getirin















8. Aşağıdaki fiillerin kiplerini yanına yazınız.
























































EYLEMLER


KİPİ

duymalısınızgereklilik kipi
susun
tanısalar
bekleyelim
tutmalısın
şaşırsan
sorasınız
al
kazanmalıyım
uyusa
gelsinler
gidelim

Öğretme Öğrenme Süreci ve Öğretim Araçları

 

Öğretme öğrenme süreci, oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu yapı içerik, plânlama, amaçlar, davranışlar, öğrenme yaşantıları, ölçme ve değerlendirme gibi unsurları kapsar. Burada öğrenme süreciyle ilgisi bakımından öğrenme ortamında işe koşulacak araç gereçler üzerinde durulacaktır.

Öğretim amaçlarının belirlenmesi: Öğretimde sistem yaklaşımı sürecinin ilk aşaması analizdir. Bu aşamada, öncelikle belli bir düzeyde, belli bir dersin, kursun ya da konunun öğretim amaçları belirlenir. Belli bir ders, kurs ya da konu düzeyinde iki tür amaçtan bahsedebiliriz: (1) Öğretim sonunda öğrencilere kazandırılması plânlanan amaçlar, (2) bu amaçlara ulaşmak için öğrencilerin öğretim sırasında kazanması gereken önkoşul davranışlar (enabbling objectives).

Örneğin, Türkçe dersinde “okuduğu bir metni anlayabilme” ifadesi, belirli bir öğretim süreci sonunda öğrencinin kazanması gereken nihaî amacı niteler. Bu amaca ulaşmak için öğrencinin, “okuduğu metnin ana fikrini çıkarma”, “okuduğu metinde bilinmeyen bir kelimenin anlamını konudan çıkarma”, “okuduğu metni özetleme”, gibi davranışları önceden kazanmış olması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, öğretim sırasında öğrenciye kazandırılması gereken davranışlar öğrencinin genel amaca (okuduğu metni anlayabilme) ulaşması için önceden sahip olması gereken önkoşul öğrenmelerdir. Bir bakıma bunlara genel ve alt amaçlar denebilir.

Davranışların öğrencilere nasıl kazandırılacağının belirlenmesi: Bu aşamada ikinci olarak, belirlenen davranışların öğrencilere nasıl kazandırılacağı üzerinde durulur. Hangi öğrenme etkinlikleri, öğretim materyalleri, öğretim yöntem ve teknikleri öğrencilerin istenen davranışları kazanmasını sağlar? Bu kararlara dayalı ortaya çıkacak ürünler ders plânlarıdır.

Amaçlar ve davranışlar, uygun öğretim teknikleri, materyalleri ve yöntemleri ile öğretme-öğrenme ortamlarının seçim ve düzenlenmesine yardımcı olur.  

Öğrenme yaşantıları ve eğitim durumlarının belirlenmesi: Hedefler tespit edilip davranışlara dönüştürüldükten sonra bu davranışların ne yolla gerçekleştirileceği kararlaştırılır. Yani belirli seviyedeki öğrencilerin belirli özellikleri kazanabilmesi için hangi tür yaşantılar içerisine sokulması, bu süreç içerisinde öğretici ve öğrenicinin rolleri ve karşılıklı etkileşimleri, eğitim durumlarını oluşturur.

“Öğrencilerin hedeflere ulaşmaları için geçirmeleri gereken öğrenme yaşantılarını sağlayacak dış koşulların düzenlenmesine eğitim durumları denir. Bu amaçla çeşitli öğretim yöntem ve tekniklerinden ve bunları destekleyen öğretim materyallerinden yararlanılır. Yöntem ve tekniklerin seçiminde hedefler, öğrencilerin ve öğretmenlerin özellikleri, kapsam ve eldeki imkânların göz önünde bulundurulması gerekir.” (Erden, 1998, s. 3)

       Öğretim araçlarının seçilmesi: Tasarım ve geliştirme aşamasında son olarak plânlanan hedeflere ulaşılmasında yardımcı olacak öğretim araçları seçilir, gereçler tasarlanır ve geliştirilir.

Öğretim teknolojisi, öğretmen, uzman gibi canlı kaynaklar; kitap, yazı tahtası, tebeşir, pano gibi araçlar; televizyon, filmler, tepegöz projektörleri, bilgisayarlar, çeşitli donanım ve yazılımları kapsar.

Eğitimde araç ve gereçler hedeflere daha kısa zamanda ulaşmayı ve öğretmenin kalıcı izli olmasını sağlama açısından çok önemlidir. Öğretmenlerin bu amaçla, çeşitli öğretim materyallerinden yaralanmaları ve sınıf içinde çoklu ortamı oluşturmaları gerekmektedir.

Kullanılan öğretim materyalleri ile başarı arasında doğrusal bir ilişki olduğu gözlenmektedir, bu nedenle öğretmenlerin araç ve gereç kullanmaya özen göstermeleri ve bu araçların seçiminde duyarlı olmaları beklenmektedir.

Seçilecek materyallerin, planlanan davranışları kazandırmaya yönelik, öğrenci seviyesine uygun, ilgi çekici, kullanışlı ve ekonomik olması gibi özellikleri taşıması gerekir.

Öğretimde araç ve gereçler iki kaynaktan sağlanmaktadır. Bunlardan birincisi Millî Eğitim Bakanlığına bağlı Eğitim Araçları ve Donatım Dairesi Başkanlığı ile FRTM (Film Radyo Televizyon Merkezi) gibi kurumlar ve özel sektöre ait kuruluşlardır. Her iki kuruluşun da ürettiği araç ve gereçler eğitim-öğretimin hizmetine sunulmaktadır.

 

Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp

 

 

Anlatma

 

Anlatma; duygu, düşünce, davranış, hayal, olay veya olguları açıklama, konu ile ilgili sözlü ve yazılı bilgi vermedir.

Türkçe’yi doğru olarak, bilinçle ve güvenle kullanmayı alışkanlık hâline getirmenin en etkili yolu, derslerde öğrencilere, sık sık düşüncelerini sözlü ve yazılı olarak anlatma imkân ve şartlarını sağlamaktır. Öğretmen, öğrencileri, bir sistem içinde ve kendi seçeceği konularda ne kadar çok konuşturur, yazdırırsa ve bu etkinlikler üzerinde ne kadar çok düşündürür, onların eleştiri yapmalarını sağlarsa, olumlu sonuç almayı o kadar kolaylaştırmış olur.

“Birbirimizle anlaşmamızda bize söylenenleri, okuduklarımızı anlamamız, olayın yalnız bir yanını oluşturur. Anlaşmanın sağlanabilmesi için bizim de karşımızdakilere düşündüklerimizi, duygularımızı, gördüklerimizi, istediklerimizi sözle ya da gereğinde yazı ile anlatmamız gerekir. Karşımızdakilerle anlaşabilmemiz için bize söylenenleri tam ve doğru olarak anlamamız ne kadar önemli ise, onların bizim söylediklerimizi tam ve doğru anlayabilmeleri için, düşünce, duygu ve dileğimizi aynı biçimde tam, doğru ve amacımıza uygun olarak anlatmamız da o kadar önemlidir. Çağımızdaki toplumsal yaşayış, demokratik düzen, başkalarını anlama kadar, kendimizi anlatmamızı da zorunlu kılmaktadır.

Anlaşmanın en yaygın ve doğal biçimi konuşmadır. Bunun içindir ki, çocuklarımıza, her şeyden önce, doğru ve düzgün konuşma, anlatmak istediklerini en kısa yoldan, en açık ve karşımızdakilerin zihinlerinde karanlık bir nokta bırakmayacak biçimde anlatma beceri ve alışkanlığını kazandırmak gereklidir.

Yazılı anlatım, sözlü anlatımdan biraz farklı ve karmaşıktır. Konuşurken dinleyenin göstereceği tepkiler (yüz ifadesinin değişmesi, soru sorması…) bizi hemen etkileyerek amacımız yönünden konuşmamızı şu ya da bu doğrultuda değiştirebilmeye yönlendirmesine karşın, yazıda böyle bir imkân yoktur. Yazıda her şeyi önceden iyice hesaplayarak, yazımızı okuyacak kimsenin düşünce ya da duygularımızı tam bizim istediğimiz biçimde anlamasını sağlayıcı önlemleri önceden almamız gereklidir. Çünkü yapacağımız yanlışları sonradan şu ya da bu biçimde düzeltemez, eksikleri tamamlayamayız. Ayrıca yazılı anlatımın belli ve kesin kuralları vardır. Yazı yazarken bunlara uymamız, düşüncelerimizi kurallara uygun cümleler durumuna getirmemiz, bu cümleleri en etkili ve amacımıza en iyi varacak biçimde sıralamamız gerekir.

Bunun içindir ki, yazma öğretimi ve yazılı anlatım, öteden beri Türkçe dersinin en önemli etkinliklerinden biri olagelmiştir; böyle olmayı da sürdürecektir.

Ancak, sözlü anlatımın, günümüzün koşulları içinde kazandığı büyük önem göz önünde tutularak Türkçe derslerinde yazılı anlatım etkinliği yanında, sözlü anlatım etkinliklerine de bu önemine uygun bir yer vermek zorunluluğu vardır.” (22.09.1981 tarihinde yürürlüğe giren İlköğretim Okulları Türkçe Eğitim Programı-Açıklamalar, s. 2, 3)

İşaret, sembol ve beden diliyle duyguları ifade etmenin dışında anlatmanın iki temel yönü/türü vardır: konuşma, yazma.

Yrd.Doç.Dr. Mehrali CALP

 

Çalışma Kağıdı (SES OLAYLARI, ÖZNEL-NESNEL YARGILAR)

ÇALIŞMA KAĞIDI


(SES OLAYLARI, ÖZNEL-NESNEL YARGILAR)



 Tablo 1’deki ses olaylarını bulunuz. Örnek cümledeki gibi adı geçen ses olayından kaç tane varsa tablodaki uygun bölüme o kadar (X) işareti koyunuz. Daha sonra Tablo 2’deki uygun yerlere bu sözcükleri yerleştiriniz.

 























































































    TABLO 1.

Ünlü daral.



Ünlü düş.



Ünsüz yum.



Ünsüz benz.


Çocuğa sertçe bağırmıştı, ağzından çıkanı kulağı duymuyordu

X



X



XX



XX


Bana: “Sabrım taştı artık!” diyor.    
Yalnız eriği sevmiyor meyvelerin içinde.    
Tavuğumuz ne zamandır yumurtlamıyor.    
Derdini anlattı ve: “Bunlar kulağına küpe olsun!” dedi.    
Yolculuğumuz başlıyor ve yemeğimizi yiyoruz.    
Gönlüm bir sevdanın peşine düşmüş; aklı fikri tükenmiş.    
Suskun yüreğinde çokça fırtınalar kopmaktaydı.    
Atatürk’tür bu yurdu size emanet eden.    
Elleri titriyordu yorgunluktan.    
“Aşkın gözü kördür” demişler.    




















    TABLO 2. 

ÜNLÜ DARALMASI OLAN SÖZCÜKLER



ÜNLÜ DÜŞMESİ OLAN SÖZCÜKLER



ÜNSÜZ YUMUŞAMASI OLAN SÖZCÜKLER



ÜNSÜZ BENZEŞMESİ OLAN SÖZCÜKLER


duymuyordu

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
ağzındançocuğa             kulağısertçe           bağırmıştı

 

 

Aşağıdaki yargıların öznel mi nesnel mi olduklarını yanlarındaki kutucuğa (X) işareti koyarak belirtiniz.

 































































TABLO 3.

ÖZNEL



NESNEL


Bahar mevsimi ruhumuzu dinginleştiriyor.

X



 


Karanlık sokaklarda tedirgin olur insan.  
Ağrı Dağı, Erciyes’ten yüksektir.  
Yıllarca gurbet ellerde ailesini geçindirmek için çalışmış.  
Soğan salatasının tadına doyum olmaz.  
Araba sürmenin zevkini bisiklet sürmenin zevkine değişmem.  
Yağışlı havalarda yollar daha kaygan olur.  
Başarılı olmak için sürekli ders çalışmak gerekir.  
Bakışlar insanın duygularını ele verir.  
Akdeniz Bölgesi yurdumuzun güneyinde yer alır.  
Bu şiiri okurken bir başka coşkuludur öğrenciler.  

 

Edebiyat ve Mantık

 Edebiyat ile mantık arasında nasıl bir ilişki vardır? Edebiyatın temeli güzellik, mantığın temeli ise doğruluktur.

            Türk Dil Kurumunun  BSTS / Eğitim Terimleri Sözlüğünde:

“mantık   İng. logic Fr. logique

1. Gerçeği aramaya yönelen zihin işlemlerinden hangilerinin doğru, hangilerinin yanlış yola çıktığını açıklayan ilkeleri yöntemli olarak inceleyen bilim. 2. Çıkarım ve kanıt gösterme bilimi. 3. Gereklik, erek ya da yargı ile iş, araç ya da kanıt arasında var olan tutarlık. 4. Olguların ve düşüncelerin düzenli biçimde sıralanması. 5. Öğrencilere doğru düşünme ilkelerini ve yollarını öğreten derse verilen ad.”

Bir edebî eser meydana getirmek için dikkat edeceğimiz husus, ruhta bir bediî heyecan meydana getirebilmektir. Mantığa uygun söz söylemek için de göz önünde tutacağımız esas, söylenecek sözün gerçeğe uygun olmasıdır. Mesela “İki kere iki dört eder.”, “Su 100°C’da kaynar.” sözleri gerçeğe uygun, bundan dolayı mantığa da uygundur. Ancak bu sözde ruhumuzda bediî bir heyecan meydana getirecek hiçbir yön yoktur.

O halde, edebiyat ile mantığın doğrudan bir ilişkisi olmadığını kabul etmek gerekir. Yalnız edebiyatın bir dalı olan hitabet ile mantık arasında oldukça yakın bir ilişki vardır: Hitabette en çok dikkat edilecek nokta, söylenen sözde bir ikna gücünün bulunmasıdır. Bundan dolayı hitabet, edebî eserlerde olduğu gibi mantığa kesin olarak kayıtsız kalamaz. Aslında hatibin aynı zamanda gerçeğe yakın olan sözlerinde ikna gücü yüksek bir dereceye varmak için fikirlerin sanatkârane bir tarzda, süslü bir surette ifade edilmesi lazım gelir; ancak hiçbir zaman mantığa kayıtsız kalamaz.

EDEBİYAT İLE TARİH


EDEBİYAT İLE AHLAK


EDEBİYAT İLE HİTABET


Edebiyat ve Hitabet

 Dikkat edersek söz vasıtası ile ruh üzerinde bir bediî heyecan meydana getirmenin iki türlü olduğunu görürüz: Biri, güzel söz söyleyen bir adamın kendisini dinleyen dinleyicisine karşı bir “nutuk” irad etmesi, diğeri eline kalemi alan birisinin yazdığı satırlarla ruhlarda bir bediî heyecan meydana getirmesidir.

O halde söz sanatı, yani edebiyat tebliğ (anlatım) bakımından ikiye ayrılır: Sözlü, yazılı... Acaba bunların her ikisi de edebiyat mıdır? Aslında edebiyatın tanımına göre her ikisinin de edebiyat olduğu kabul edilirse de, her iki tebliğ (anlatma) tarzı arasındaki fark bunları ayrı ayrı isimlerle adlandırmaya sebep olmuştur; sözlü tarza hitabet, yazılı tarza da edebiyat; söz sanatında sözlü olarak başarı gösterene hatîp, yazılı olarak başarı gösterenlere de edîp adı verilir.

Hitabet nedir?

“Umumi yerlerde söylenen konuşmalar mugalâta ve safsatanın çalıştırılması, Allah vergisi bir "nimet" ve "belagat" olmadığına göre, hatibin söylemek istedikleri, söyledikleri ve nasıl konuştuğu ile ölçülür ve değerlendirilir. Olumlu yönlerinden bakıldığında, umumi yerlerde söylenen konuşmalardan şunu anlıyoruz: dinleyicilerle hatip arasında bir "muhavere, sistemli bir konuşma; dinleyicilerin söylenenleri anlamalarını mümkün kılmak ve onların hareket ve tavırlarına tesir etmek için söylenen sözler.” (Mullimoğlu, Nejat, Hitabet Yolunda İlk Adım, Hitabet, Avcıol Matbaası, s. 10, 1994İstanbul

Yrd.Doç.Dr. Meharali Calp

EDEBİYAT İLE TARİH


EDEBİYAT İLE AHLAK


EDEBİYAT İLE HİTABET


Edebiyat ile Tarih

Güzel sanatların özellikle edebiyatın tarih ile çok yakın bir ilişkisi vardır. Geçmiş zamanlarda yaşayan toplumların hayat mücadelesinde birbirlerine karşı almış oldukları tavırları, bize tarih öğretir.

Türk Dil Kurumunun  BSTS / Eğitim Terimleri Sözlüğünde:

Tarih: Toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyetleri, kendi iç sorunlarını inceleyen bilim.”

Fakat toplumların nasıl düşündüklerini, nasıl hissettiklerini, nasıl bir ahlak seviyesinde bulunduklarını öğretecek şey, bıraktıkları sanat eserleridir. Özellikle bu konuda edebiyatın büyük bir önemi vardır. Tarihin bir döneminde yaşamış insanların nasıl bir ruh halinde bulunduklarını, bugün biz onların bıraktıkları edebî eserler sayesinde pek kolay anlayabiliyoruz. Bundan dolayı sanatın ve özellikle edebiyatın tarih ile bu görüş noktasından olan ilişkisi oldukça önemlidir.

EDEBİYAT İLE TARİH


EDEBİYAT İLE AHLAK


EDEBİYAT İLE HİTABET


Sanat ile Mizaç

Her toplumun, her ülkenin kendisine özgü bir sanatkârlık yeteneği vardır. Bu böyle olduğu gibi, her şahıs için de ayrıca az çok bir sanat yeteneği vardır diyebiliriz. Bundan dolayı sanat şahsîdir. İşte bu bakış açısını dikkate alan Emile Zola sanatı tarif etmek için “Sanat, bir mizaç arasından görülmüş olan tabiattır.” demiştir. Gerçekten bu, oldukça doğru bir tanımdır. Fakat bu sanat tanımının ne olduğunu göstermekten çok, sanat ile şahsî mizaç ilişkisini açıklamaya hizmet eder.

Sanatkâr bir sanat eseri meydana getirmek için, bir dereceye kadar, hayat ve tabiatı taklit edecektir. İşte bu taklidi yaparken, sanatkâr, mizacının etkisi altında kalmaktan kurtulamaz.

Bütün mizaçlar arasında bir takım farklar vardır. Bundan dolayı iki sanatkârın aynı tabiat ve hayatı taklit etmeleri, aynı eserin vücuda gelmesini gerektirmez. Sanatkârın mizacını renkli bir gözlüğe benzetirsek, her sanatkâr taklit edeceği şeyi bu renkli gözlüğün arkasından görür. Çeşitli mizaçlar değişik renkte gözlüklere benzeyeceğinden, aynı esası taklit ederek bir eser meydana getirmek isteyen sanatkârlar da mizaçlarının etkisi altında kalarak tasvir etmek istedikleri şeyi, hiçbir zaman aynen yansıtamazlar.

Bundan dolayı sanat ile mizaç arasındaki ilişkiyi açıklamak için şu sözler yeterlidir: Her sanatkâr tabiat ve hayatı olduğu gibi değil; kendi mizacının, kendi ruhunun, kendi hissî durumunun gösterdiği gibi görür. Bu da sanatkârı taklitten kurtarıp orijinal eserler vücuda getirmesine imkân verir. Bunun bir yansıması olarak, böyle bir sanatkârı, eserinde imzasını görmesek de kolayca tanırız. Denilebilir ki mizaç, sanatkârı mukallit olmaktan kurtarır. Mizaç, sanatkârın orijinal kişiliğinin sanat eserine yansımasının en önemli etkenidir.

Şüphesiz sanatkâr içinde bulunduğu toplum ve çevrenin etkisi altındadır. Ancak bir sanatkâr eserini meydana getirirken bir fotoğrafçı sadakatiyle hareket etmekten kurtulup kendi mizacını eserine yansıtabildiği ölçüde başarılı olabilir. Sanat esas olarak şahsîdir. Bir sanat eseri, sanatkârın dünya görüşünün, değer yargılarının hayata hangi pencereden ve nasıl baktığının izlerini taşır, bir başka ifade ile sanatkârın mührünü taşır.

Mizaçtaki farklılıktır ki aynı konuyu işleyen sanatkârların değişik renk, ses, tat ve çeşnide eserler vücuda getirmesine yol açmış; bu sayede insanlık renkli ve zengin bir kültür birikimi elde edebilmiştir.

Sanatkâr, mizacının izlerini eserine öylesine işler ki eser ile müessir (sanatkâr) aynileşir (özdeşleşir). Eser, sanatkârın bir elçisi, hatta tâ kendisi olur. Sanatkârın mizacı eserine öylesine yansır ki siz eseri sanatkârdan ayıramazsınız. O eserde sanatkârın ruh halini, hayat tarzını bütün ayrıntılarıyla bulursunuz. Mesela sanatkâr; hayata umutla, şevkle ve heyecanla bağlanmışsa; siz onun eserlerinden neşe, sevinç, şen ve şakrak bir havayı solursunuz, bunun tersi de doğrudur. Karamsar ve kötümser bir sanatkâr en olumlu, en neşeli durumlara bile kasvet, karamsarlık ve kötümserlik bulaştırır. Şayet sanatkârların farklı mizaçları olmasaydı, sanat kısır bir döngü içerisinde boğulup giderdi denilebilir.

Her sanatkârın farklı bakış açısı vardır. Adeta bir prizma misali, varlığı, eşyayı her sanatkâr değişik tarzda ele alır, işler ve yansıtır. Mesela Haşim’in sanat anlayışını ve bir dereceye kadar mizacını yansıtan aşağıdaki dörtlüğe bir göz atalım:

Seyreyledim eşkâl-i hayâtı

                     Ben havz-ı hayâlin sularında

                     Bir aks-i mülevvendir anun-çün

                     Bana arzın cemâd u nebâtı

(Ahmed Haşim)


 

Bu mısralarda Ahmed Haşim kendi hayalini bir havuza benzetiyor. Eşkâl-i hayât (hayatın şekilleri, hayatın çeşitli görünümleri) diye belirttiği dış dünyadan aldığı duyumları, okuyucuya aynen yansıtmadığını ifade ediyor. Söz konusu dış dünya ile ilgili duyumlarını, şair, adeta, bir prizma gibi olan hayal havuzundan geçirerek farklı bir tarzda yansıtıyor.

Sanatkârın bu yaklaşımında, onun benimsediği sanat akımı, geçirmiş olduğu hayat serüveni ve kişiliğinin bir parçası olan mizacının önemli bir etkisi vardır. A. Haşim realist bir sanatkâr değil, empresyonist ve sembolist bir sanatkârdır. Bunun içindir ki dış dünyadaki eşya, varlık ve olguları olduğu gibi değil, dış dünyadan kendisinin edindiği izlenimler olarak yansıtmaktadır. Yani, eserlerinde kendi psikolojik durum ve anlayışını ortaya koymaktadır. Diğer taraftan sanatkârın çocukluk yıllarının acılı ve sıkıntılı geçmiş olması, ailesi ile birlikte İstanbul’a yerleştikten sonra bile uygun sosyal ortam içinde yer alamaması gibi faktörler, sanatkârın hayata ve topluma karşı belirli bir bakış açısı geliştirmesine yol açmıştır. Bu bakış açısını ana hatları olarak toplumdan kaçma, başka âlemlerin özlemini çekme, kendi içine kapanma gibi özellikler olarak sayabiliriz. Haşim’in hemen hemen bütün şiirlerinde bu özelliklerin yansımalarını görebiliriz. Bütün bunlar zaman içinde oluşan mizacı ile ilgilidir.

 

Ahmed Haşim’in “Başım” şiirine de müracaat edelim...

 

A Haşim, ‘’Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kandilsine.” sözü ile anlatılabilir. Şiirleri kadar huylarının, kültürünün, nüktelerinin, nefret ve sevgilerinin, hülasa mizacının da bambaşkalığı dillere destan olmuştur.

Başım

 

Bîhaber gövdeme gelmiş konmuş

Müteheyyic,[1] mütekallis[2] bir baş

Ayırır, sanki o baştan etimi

Ömr-i ehrama muadil bir yaş

 

Ürkerim kendi hayâlâtımdan

Sanki kandır şakağımdan akıyor

Bu kızıl çehrede âteş gözler

Bana güyâ ki içimden bakıyor

 

Bu cehennemde yetişmiş kafaya

Kanlı bir lokmadır ancak mihenim[3]

Âh, yâ Rabbi! Nasıl birleşti?

Bu çetin başla, suçsuz bedenim.

 

Dişi, tırnakları geçmiş etime

Gövdem üstünde duran ifritin[4]

Bir küçük lahzâ-i arama[5] fedâ

Bütün âlâyişi nâm u sıytin

 

Haşim’in içinde sanki bir demon (cin) gizli idi. Bu demon (cin) kendisine hem azap hem de ilham veriyordu.

Haşim, vuslat zevkini değil hep ayrılmanın acısını düşünen bir mizaca sahiptir. Nitekim hicran duygusunu ifade ettiği “Şafakta” şiiri buna tipik misal teşkil eder:

 

Şafakta

 

“Dönsek mi bu aşkın şafağından

Gitsek mi ekalim-i leyâle

Bizden daha evvel erişenler

Ağlar bu gün evvelki hayale”

 

Dönmek mi? Ne mümkün geri dönmek

Düştüyse gönüller bu melâle?

Bir eldir ufuklardan uzanmış

Zulmet bizi çekmekte visale...







[1] Müteheyyic: Heyecana gelen, coşan, coşkun




[2] Mütekallis: Gerilen, çekilip toplanan, gerilmiş




[3] Mihenim : Eziyetler, sıkıntılar, meşakkatler




[4] İfritin: Zararlı ve korkunç mitolojik yaratık




[5] Aram: İstirahat etme, durma, dinlenme

 

Yrd.Doç.Dr Mehali Cap

 

 


SIFAT

Sıfatlar varlıkları niteleyen ya da belirten sözcüklerdir:
Sıfatlar isimlerin önüne gelerek isimleri niteler ve belirtir.

Örnekler:


Kırmızı kalem (Kalemin niteliği kırmızı olması)

Uzun adam (Adamın niteliği uzun olması)

Güzel kız (Kızın niteliği uzun olması)

Sıfat Çeşitleri


Sıfatlar niteleme ve belirtme olmak üzere ikiye ayrılır.
I- NİTELEME SIFATLARI
İsmin  rengini, biçimini, durumunu belirten sözcüklerdir. Genellikle, isme yöneltilen "nasıl" sorusuna yanıt olurlar. "Biçim", "durum-nitelik", "renk" gibi özellikleri anlatırlar:

sivri uç (biçim),

kötühava (durum),

maviperde (renk),

dürüst insan (nitelik)…

II- BELİRTME SIFATLARI
Varlıkları  işaret, soru, sayı yönünden belirtir ve belli belirsiz belirtirler. Bu özelliklerine göre dört başlık halinde incelenir:
1) İŞARET SIFATLARI: Varlıkların yerlerini işlaret ederek gösterirler.
"Bu yol
şu sokak
o arsa

2)BELGİSİZ SIFATLAR:  Önüne geldikleri ad› tam olarak de¤il de belli belirsiz belirtirler:

Tüm sorunlar
Herhangi biri
Birkaç gün
Hiçbir duygu
Kimi kitaplar,

3)SORU SIFATLARI:  Önüne geldikleri varlıkların durumunu, sayısını, yerini…
soru yoluyla belirtirler. Böyle cümlelerde yanıt sıfat olur.
Nasıl insan bunlar?
Kaçıncı katta oturuyorlar?
Sınavda hangi soru zordu?

4)SAYI SIFATLARI: Varlıkları sayı yoluyla belirtirler.
a) Asıl sayı sıfatları: Varlıkların sayılarını tam olarak belirtir: on iki yıl,yirmi dört sayfa

b) Sıra sayı sıfatları: Varlıkların sıralarını belirtir: 17. Sayfa, on yedinci sayfa, 17'nci sayfa,  ortanca gelin…

c) Üleşltirme sayı sıfatları: Varlıklarla ilgili paylaşlma oranlarını belirtir: yüzer dekar, 15'ersayfa

d) Kesir sayı sıfatları: Varlıkların kesir türünden sayılarını belirtir:  1/3hisse, çeyreksaat, yarımekmek,

5)UNVAN SIFATLARI
Özel adlarla birlikte kullanılırlar; onlardan hem önce hem sonra gelebilirler ve
özel adlarla ilgili "meslek, rütbe, sayg›, toplumsal konum" anlatırlar.
Kiziroğlu Mustafa Bey, Kör Ali,

Başarılı Okumanın İncelikleri

 

Başarılı bir okuyucu, okurken karşılaştığı kavramların daha önce özümlediklerine uyup uymadığını sorgular. Yani yazarın metinde kendisine iletmek istediği mesaj ile daha önceki yaşantılarını karşılaştırarak bir sonuca ulaşır ve metni yeniden anlamlandırır.

“Sorular ortaya atan, hipotez oluşturan, okuyan bulgu toplayan ve bulduklarının doğru olup olmadığını kontrol eden bir okuyucu, etkin bir sorgulama ve araştırma yapıyor demektir.

Piaget’ye göre sorgulama zihnin doğal bir fonksiyonudur. Çocuk, çevresinden elde ettiği bulguları kavramsallaştırmakla uğraşır. Çevre ile etkileşim, formal eğitimden çok önce başlar ve çocuğun zihninde bir takım şemalar oluşmasına yardım eder. Karşılaşılan olaylar bilinen kavramlardan farklı değilse, kolaylıkla özümleme oluşur. Özümlenen kavramlara uymayanlar için yeni şemalar oluşabilir; buna yerleştirme denir. Sorgulama, tamamlayıcı rolünde, özümleme ve yerleştirmenin ikisini de kapsar.”

“Sorgulama yapamayan bir okuyucunun okumasının düzene konması gerekir. Bu okuyucu, tam anlamıyla bağımlı bir okuyucu ve bağımlı bir öğrenendir. Böyle bir okuyucunun desteklenmesine ihtiyaç vardır. Onun için okuma parçasıyla ilgili sorular hazırlanmalı; okuma ve anlama düzeyi belirlenmeli, varılan sonuç okuyucuya bildirilmelidir.

...Sorgulama yani inceleme ve araştırma, okuma için temel oluşturur, okuma öğretiminin sorgulamayı sağlaması gerekir.

Birisine okuyacak bir şeyler vererek ve nasıl okuyacağını göstererek onda kavramsal değişiklikler oluşturmaya çalışan kişi, okuma öğretimi yapıyor demektir.” (Sağlamer, Çağdaş Eğitim Dergisi, Sayı: 208)

Başarılı bir okuma yani anlayarak, eleştirerek, sorgulayarak ve yorumlayarak okuma için şu hususlara dikkat etmek gerekir:

  • Okumanın amacı iyi tespit edilmeli; neyin, niçin okunduğuna dikkat edilerek okunmalıdır.


ı. Genel kültür edinmek için okumak, kişilerin dünyaya bakış açılarını oluşturmasına, köklü bilgiler ve yararlı davranışlar edinmesine yardımcı olur. (gazete vb. okumak gibi)

ıı. Anlamak ve kavramak için okumak, insanın ilgi alanında olgunlaşmasına, hayata hazırlanmasına ve başarısına yardımcı olur. (ders kitabı vb. okumak gibi)

ııı. Eğlenmek ve zevk almak için okumak, yararlı ile yararsızı belirledikten sonra insanın ruhsal açlığını gidermesine yardımcı olur. (şiir, roman, hikâye vb. okumak)

  • Okuma stratejisi belirlenmelidir.

  • Okurken seçici olunmalıdır. Her yazarı rastgele okuyan ve hepsinden etkilenen kişi ne düşündüğünü, neye inandığını bilemeyeceğinden sağlam ve tutarlı bir kişilik geliştiremez.

  • Parçadaki başlık ve alt başlıklar gözden geçirilmelidir.

  • Ele alınan metni önce okuma akışını kesmeden, göze çarpan temel noktaları tespit edip tarayarak ön okuma yapılmalıdır. Bu yöntemle önemsiz sayılabilecek ayrıntılarla zaman kaybetmeyip gerçekten kavranması gerekenlerle ilgilenme kolaylaşacaktır.

  • Okurken anahtar kelimeler ve önemli cümleler belirlenmelidir. Anlaşılmayanları çözmek için duraksamayıp bir süre beklenmelidir; muhtemelen sonra gelen satırlar zihindeki soru işaretlerini ortadan kaldıracaktır.

  • Bir okuma materyalindeki gizli ve açık bütün sırlar kavranmaya çalışılarak anlam zihne yerleştirilmelidir.

  • Anlaşılması zor ve karmaşık okuma materyalleri sık sık gözden geçirilmeli, önemli kısımları not alınmalı; gerektiğinde bunlarü, öğretmen konu alan uzmanıyla tahlil edilmelidir.

  • Okuduktan sonra öğrenilenler tekrarlanıp değerlendirilmeli, bu yolla kavrama yeteneği geliştirilmelidir.


Okuma hangi çeşit olursa olsun okunan metnin ana düşüncesini iyi anlamak dil ve üslubunu kavrayabilmek, eleştirel bir tavır takınmak ve anlaşılmayan bölümü atlamayıp tekrar okumak, sonunda not alıp özet çıkarmak yararlı okuma teknikleridir.

               


Tablo: Güçlü Okuyucularla Zayıf Okuyucuların Karşılaştırılması



























Güçlü Okuyucular



Zayıf Okuyucular



Okuma öncesi




  • Önceki bilgilerini harekete geçirir.

    • Okuyacağı metnin amacını ve işaret ettiği mesajları anlar.

    • Okuyacağı metin için uygun strateji seçer.

    • Kendini okumaya hazırlayamaz.

    • · Amaçsızdır.

    • Metne nasıl yaklaşacağını /   yöneleceğini bilmez.





Okuma süresince




  • Dikkatini odaklar.

    • Metnin sonucu hakkında tahmin yürütür.

    • Anlayamadığı durumlarda belirli bir stratejisi vardır.

    • Yeni kavramları anlamak için kavram (bağlam) analizi yapar.

    • Yeni bilgileri birleştirir ve örgütler.




 

 

  • Kavramak için metnin yapısal özeliklerini bilir, kullanır.

  • Neyi kavradığının farkındadır ve kendini kontrol eder.

  • Anlam çıkarmada çoğunlukla yanılır.

  • Okumasını bilinçsizce sürdürür.




  • Anlayamadığı durumlarda ne yapacağını bilemez.

  • Önemli sözcükleri tanıyamaz.


 

  • · Yeni bilgileri birleştirip üretmek yerine arttırıp çoğaltır, yeni bilgiler ile ön bilgilerini bütünleştiremez.

  • · Metindeki anlam kurgusu ve örgütlenmeyi göremez.

  • · Anlayamadığını fark edemez.


 

Okuma sonrası




  • Okuduğundan etkilenir ve metin üzerinde düşünür.

  • Anlama başarısı//düzeyi, kendi çabasının bir sonucudur.

  • Önemli olgu ve fikirleri özetler.

  • Dış kaynaklı bilgileri fark eder ve araştırır.

  • Tutuktur, tereddüde düşer.




  • Anlama durumu/düzeyi, eksik becerilerinin sonucudur.

  • · Özet yapamaz.

  • · Yeni bilgilere karşı kapalıdır.


İRSÂD


 

            Seci’li  ya da  uyaklı  bir sözde, seci’nin ve uyağın nasıl olacağını ya da seci’ ve uyağın kılavuzluğuyla sözün sonunun nasıl biteceğini bir sözcükle önceden belirtme ve “îmâ” etmektir. Bu sanata teshim de denir. Örneğin, Sünbülzâde Vehbî’nin:

 

Şol müstaîn-i lutf-ı celâlim ki def’aten

Feth-i kelâma kudretimi Müste’ân verir

 

beytinde, birinci dizedeki “müstaîn” (yardım dileyen) sözüyle ikinci dizenin uyaklı sözcüğü olan ”Müste’ân” (yardımı istenen, Tanrı) sözcüğüne işaret edilmiştir.

 

Elemin Kays’a kıyâs etme dil-i mahzûnun

Yok idi aklı ne derdi var idi Mecnûn’un

(Bakî)

 

Bakî’nin yukarıdaki beytinde de, birinci dizede “Kays” adının geçmesi ve ikinci dizede de “yok idi aklı ne derdi var idi” denilmesi, sözün sonunun “Mecnun” olacağını anımsatmaktadır.

Birinci örnekte görüldüğü gibi, irsâd, iştikak sanatıyla birlikte kullanılmıştır. Ancak bunu iştikakla karıştırmamak gerekir. Çünkü iştikakta uyağa işaret olmadığı gibi, kökteş (müştak) sözcükler de beyit içinde rast gele yerlerde bulunur. Örnekler:

Kâbiliyet eserin mahv edelim kâbil ise

Biz dahi câhil-i mukbil gibi makbûl olalım

                                               (Sünbülzâde Vehbî)

 

                                                           Gazel

Nice bir hizmet-i mahlûk ile mahzûl olalım

Sâil-i Hak olalım nâil-i mes’ûl olalım

 

Akalım pâyına bir bahr-i hamiyet bulalım

Sıla-i himmetine mâ gibi mevsûl olalım

 

Biz de sûret verelim kendimize kâbil ise

Girelim ehl-i safâ bezmine makbûl olalım

 

Getir ey sâki yeter eyledin işgâl bizi

Bir zaman mey gibi gışşile meşgûl olalım

 

Kalmadan hâk-i mezellette hemen ey Âsım

Âzim-i sû-yi semâsâ-yı Stanbûl olalım

(Mütercim Asım)

Yrd.Doç.Dr.Mehrali Calp