Methiye

 

Din ulularını, padişahı, sadrazamı, şeyhülislâmı, zamanın diğer büyüklerini övmek için yazılan manzumelerdir. Şâirler bu konuyu daha çok kaside biçiminde işlemişlerdir. İki türlüdür: birincisi padişah, vezir, şeyhülislâm gibi yaşayan devlet büyükleri için yazılır. İkincisi 4 halife ve başka din ve tarikat uluları için yazılanlardır. 4 halife için yazılan medhiyelere medh-i çihâr-yâr-ı güzîn denir.

Medhiyelerde çok zaman “gerçekten” çok uzaklaşılır. Çünkü medhiyelerin sonunda çok kez bir çıkar vardır. İşte bu çıkarı elde etmek için şâir, kişileri olduğundan fazla yani mübalağalı göstermekten, olayları aksi biçimde yorumlamaktan çekinmez. Söz gelişi Nef’î  bile 2. sman’nın başarısız Lehistan seferi için şunları yazmaktan çekinmemiştir:        

Örnek:1

 

            Aferin ey rüzgârın şehsûvar-ı safderi

Arşa as şimden geru tığ-i sûreyya-cevheri

Tığına nola yemin eylerse ruh-u Mûrteza

Bir gaza ettin ki hoşnud eyledin peygamberi

 

Başka bir deyişle; medhiye, Çehar yâr-i güzin, ashâb-ı kiram ve evliyaullah haklarında medh ü senâyı ve ruhâniyetlerinden istişfâ ve istimdâdı hâvi şiirlerdir. Tarikat müessislerinin medhiyelerini hâvi şiirler de bu kısımdandır. Halk bu nev’i şiirlere ilahi, aruz şâirleri istigâse ismini vermektedir. Pek eski bir mecmuada yakarış kelimesini görmüştüm. Bu kelime lisanımızda yalvarmak, yakarmak suretinde müstameldir. Niyaz ve tazallüm mânâsını müfiddir. Tamimi arzu olunur bir kelimedir. İstigâseye saz şâirleri medhiye diyorlar.

 

Şâir medhiye bölümünde sultanlık, vezirlik, müftülük örneği yüksek makamlardan birinde bulunan kişinin o makamın gerektirdiği erdemlerin en yücesine sahip olduğunu söyler, böylece onu övmüş, fakat diğer taraftan o erdemlere gerçek anlamda sahip olmaya da teşvik etmiş olurdu. Bunlar adalet, bilgelik, eli açıklık, düşkünleri korumak, sanat ve bilim adamlarına el uzatmak, merhamet cesaret gibi her türden idarecide bulunması  mutlak olarak gerekli niteliklerdi.

Bir arada bir cimriyi cömert, bir zalimi merhametli, elini kılıç kabzasını dokundurmamış birini en büyük kahraman diye tarif etmek gibi tuhaflıklar da az değildir. Bir şâirin göz göre göre gülünç olmak istemeyeceğini kabul etmek akla ve mantığa uygundur. Dolayısıyla istisnaları saklı tutarak, bu tuhaflıkları yapan şâirlerin devlet adamlarında ideal nitelikler aradığını veya onları adı geçen ideal nitelikleri edinmeye teşvik ettiğini kabullenmek herhalde pek de yanlış olmayan insaflı bir davranıştır. (Kaside konusundan alınmıştır)

  Medh-i Çehâr-yâr


Hz. Muhammed’in dört yakını, dört dostu, dört halifesi, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Hz. Ömer, Hz. Ali için övgü. Kimi mesnevîlerin giriş bölümlerinde şâir “na’t”ten veya varsa buna bağlı olan “mi’râc” ve “mü’cizât” başlıklarından sonra dört halife övgüsüne geçebilir. Bu şiirlerde Ebû Bekir’in dürüstlüğü ve cömertliği, Ömer’in adaleti, Osman’ın edebi ve kur’ân’ı yazdırması, Ali’nin cesareti başlıca üzerinde durulan noktalardır. (Mesnevi konusundan alınmıştır.)

Aşağıdaki medhiye, 17.yüzyıl bilginlerinden ve Mesnevi’ nin en iyi şerhini yaptığından dolayı Hazret-i Şârih  sıfatıyla anılan İsmail–i Ankaravî için yazılmış müseddes-i mütekerrir biçiminde bir medhiyedir:

Örnek: 2

 

Müseddes Der-Vasf-ı Hazret-i Şârih Dede  Efendi

 

Ey  şeyh-i şüyûh sırr-ı min-Allâh için olsun

Sânında olan himmet-i  her-gâh  için olsun

Hâkim nazar et pîr–i felek–câh  için olsun

Mahrûm  koma mahrem et ol şâh için olsun

Yâ hazret-i Şârih meded Allâh için olsun

Şerh eyle benim sadrımı bir âh için olsun

Sen şârih-i Kur’ân-ı hakîkatsin efendim

Sen fâtih-i genç-i ahadiyetsin efendim

Sen vâris-i  sultân-ı risâletsin efendim

Sen sırr-ı elem neşraha  âyetsin efendim

Yâ Hazret-i şârih meded Allâh için olsun

Şerh eyle benim sadrımı bir âh için olsun

 

Tahkîkına hayrân bütün kümmel-i ervâh

Levha asılır yazdığın âsâr olup elvâh

Miftâh-ı beyânınla açılır der-i fettâh

Ma’nâda bütün senden alır dersini şürrâh

Ya hazret-i şârih meded Allâh için olsun

Şerh eyle benim sadrımı bir âh için olsun

 

İsmâil olup ism-i şerîfin  Çeh-i zemzem

Hâmenden akar şerh olıcak beyt-i mükerrem

Ey kıble-i âlem sana muhtâcdır Âdem

Kim bile nedir alleme‘l esmâ kıdem ü dem

Yâ Hazret-i şârih meded  Allâh için olsun

Şerh eyle benim  sadrımı bir âh için olsun

 

Geldi sana Esrâr velî hâli diğer-gûn

Aldattı anı nefs ü hevâ eyledi meftûn

Mâhcup gözü gönlü eli boş talebi dûn

Cibril gibi şerh-i sadır destine merhûn

Yâ Hazret-i Şârih meded Allâh için olsun

Şerh eyle benim sadrımı bir âh için olsun

(Esrar Dede)

Örnek : 3

 

İbtidâdan yol sararsan

Yol Muhammed Ali’nindir

Yetmiş iki dil sorarsan

Dil Muhammed Ali’nindir

 

Var aklın başına devşir

Rehberin önüne düşür

Bahr-i ummana karışır

Sel Muhammed Ali’nindir

 

Gece olur, gündüz olur

Cümle âlem dübdüz olur

Gökde kaç bin yıldız olur

Ay Muhammed Ali’nindir

 

Ali bizlerden sayılır

Mümine rahmet saçılır

Evvel baharda açılır

Gül Muhammed Ali’nindir

Mehrali Calp

Mecazı Mürsel TIKLA


Benzetme TIKLA


Tevriye TIKLA


İstiare TIKLA


Tariz TIKLA


 

 

İĞNELEME (TARİZ )

İğneleme, sözün tam tersi söylenerek yapılır. Bir sözün karşıt anlamı algılanabilecek biçimde kullanılmasıdır. Tarizde eleştiri, yergi, alay anlamı vardır.

 

Yaramaz bir çocuk için: “Çok usludur.” demek;

 

Geç kalan birine: “Beyefendiler niçin erken teşrif buyurmuşlar.” demek birer tarizdir.

 

Her nere gidersen eyle talanı

Öyle yap ki ağlatasın güleni

Bir saatte söyle yüz bin yalanı

El bir doğru söz söylerse inanma

 

UYARI: İğneleme ile kinaye karıştırılmamalıdır. İğnelemede sözün gerçek ve mecaz anlamının birlikte kullanılması değil, karşıt anlamın kullanılması önemlidir.

 

Mecazı Mürsel TIKLA

Benzetme TIKLA

Tevriye TIKLA

İstiare TIKLA

 

 

 

 

MECAZ-I MÜRSEL (AD AKTARMASI)

        

          

Bir sözün benzetme amacı gütmeden, gerçek anlamı dışında kullanılması sanatıdır. Yani sözün gerçek anlama gelmesinin imkânsız olmasıdır.

 

Ankara, bu olaya tepki gösterdi.

              

Cümlede olaya tepki gösteren Ankara şehri değildir. Ankara’da bulunan hükümettir. Burada mecaz-ı mürsel yapılmıştır. Şehir ismi söylemiş siyasîler kastedilmiştir.

Bu söze bütün sınıf güldü.

 

Bu cümlede “sınıf” sözü “sınıftaki öğrenciler“ anlamındadır. Benzetme amacı yoktur, mecaz-ı mürsel vardır.

Cemil Meriç’i her okuyuşumda yeni bir şeyler buluyorum.” (Cemil Meriç’in eseri)

 

Sarı Kırmızı bu hafta da galip.” (Galatasaray)

 

“Evin suyu patlamış. “ (su borusu)

Eğitim

Bugün eğitim sistemimiz içinde kullanılan eğitim- öğretim kavramları genelde birbirine karıştırılmakta hatta çoğu zaman birbirinin yerine kullanılmaktadır.

Oysa bu iki kavram birbirinden ayrıdır ve içerik olarak ta farklıdır.Eğitim çok geniş kapsamlı bir olgudur. En geniş anlamıyla insanları belirli amaçlara göre yetiştirmek ve onların davranışlarını değiştirme süreci olarak tanımlanabilir.

Eğitim kişinin hayatı boyunca devam eden yaşam ve tecrübelerinin bütünü olarak kabul edilir.

Öğretim ise eğitim sürecinin içinde yer alan alt sistemlerden biridir.Eğitim zaman mekan boyutunda kapsamlı ve çok yönlüdür.Eğitimin amaçları öğrenme yoluyla gerçekleşir.

Öğrenme ve eğitim iç içe olan süreçlerdir ama yanı şey demek değildir.

Toplumun kültürü ( Ahlaki normları, değerleri, inançları, gelenekleri) eğitim aracılığı ile bireylere aktarılırve böylece yaşaması canlı kalması sağlanır.

Tüm toplumlar kendi kültürlerini, değerlerini yeni kuşaklara eğitim yolu ile aktarırlar, bu aktarma kapsamındaki en önemli kurumlardan biri de okuldur.

Genel olarak eğitimin özelliklerine bakacak olursak;

-          Eğitim bir süreçtir ( Eğitim sürecini birbirini izleyen ve birikim yapan öğrenme ve öğretme olayları oluşturur)

 

-          Eğitim amaçlı bir etkinliktir ( Eğitim amaçla başlar öğretme ve öğrenme etkinlikleriyle devam eder)

 

-          İnsan davranışındaki değişmeler istendik yöndedir. ( Eğitim bilinçli yapılmalı hedefler rast gele seçilmemelidir)

 

-          Eğitim süreci sonunda bireyin davranışlarında bir değişme yada gelişme olmalıdır .( Bu gelişme zihinsel, devinsel, sosyal, duyuşsal alanlarda görülür)

 

-          Bireyin davranışındaki değişme yada gelişme bireyin yaşantısı sonucu oluşmalıdır.( Yaşanılmış yaşantı bireyin davranışlarında kalıcı iz bırakır ve değişikliğe neden olur.)

 

Öğretme ise herhangi bir öğrenmeyi sağlama ve rehberlik etme etkinliğidir.Öğretme, öğrenmenin belli bir amaç doğrultusunda başlatılması, yönlendirilmesi ve gerçekleştirilmesi olarak tanımlanabilir.

Çağdaş eğitim sistemi çerçevesinde öğretme bilgi aktarma demek değildir öğrenciye bilgiye ulaşma ve onu kazanma yollarının öğretilmesidir.

Öğretimin özelliklerine bakacak olursak;

 

-          Öğretim bir süreçtir

-          Öğretim planlıdır

-          Öğretim öğrencide kalıcı  davranış değişikliği  oluşturma amacındadır

-          Öğretim öğrenmenin başlatılması ve sürdürülmesi etkinliklerini içerir

 

Akademik konular dışındaki kültürel aktarımda ailenin ve toplumun eksik kaldığı yetersizlikleri okul kapatmalıdır.

Bizim eğitim sistemimizdekültürel aktarım  aslında hedefler arasında olduğu halde ağırlıklı olarak  akademik öğretim  yapılmakta çok önemli olan bu boyut ihmal edilmektedir.

Böylece sağlıklı bir toplum için nitelikli bireylerin yanı sıra toplumun değerlerini, ahlakını inançlarını özümsemiş bireylerin yetişmesi zorunluluğu ikinci plana itilmiştir.

Birey anaokuluna başladığı andan itibaren amaç içinde yaşadığı topluma göre sosyalleşmesi, toplumun kültürünü kazanması,toplumu benimsemesi ve toplum kültürünü geliştirmesi olmalıdır.

Çocuğun sadece akademik konularda yetiştirilmesi eğitim sürecinden geçtiği ve toplum yaşamına hazır olduğu anlamına gelmez.

Günümüz koşullarında bilgiye ulaşmak çok kolaydır ama kültür ,değerlere ulaşmak zaman , çaba ,emek isteyen uzun soluklu bir süreci kapsar .Ve bu sürecin rehberlik eden eğitimci tarafından yönlendirilip,takip edilmesi zorunludur.

Burada öğretmenlere de  büyük  görev düşmektedir , bu değerleri ders konularına dahil ederek yada özel zaman dilimleri yaratarak öğrencilere kazandırmaları gerekir.

Aksi halde şu an zaten var olan kültürel erozyon, tahrip hızla sürecek ve canlı bir değer olan kültürel ögeler yavaş, yavaş yok olmaya yüz tutacaktır.

Kökleri ve değerleri olmayan bir toplum mutsuz , yalnız ve hedefsiz olma yolunda hızla ilerler  ve sömürülmeye çok uygun bir zemine oturur.

Bunun önüne geçmenin tek yolu eğitimin hedeflerinin iyi ve gerçekçi belirlenmesi ,taviz verilmeden eğitim sürecinin eğitimin tüm basamaklarında tamamlanmasıdır.

 

 

 

 

 

Yrd.Doç. Dr. Aşkım Hatunoğlu

Divan Edebiyatı Nazım Şekilleri

1.TERKîB-İ BEND


 

Bentlerle kurulan uzun bir nazım şeklidir. Her bent iki bölümdür. Birinci bölüme terkîb-hâne adı verilir. Kıt’a da denir. Genellikle  bend terimi kullanılır. Her bent,  5 ile 10 arasında  beyitlerden oluşur. Bentlerin uyak düzeni de  gazelin uyak düzenine  benzer. Bazen bentlerin bütün dizeleri her bentte ayrı ayrı  kendi aralarında kafiye (uyak) lenir. Bent sayısı 5 ile 10 beyit arasında değişir. Daha artık da olabilir. Bendin en son beytine vasıta beyiti ya da başka bir ifadeyle  bendiye denir. Bu beyit her bendin sonunda değişir ve kesinlikle kendi dizeleri arasında bentten ayrı olarak kafiye (uyak) lenir. Terkîb-i bendin kafiye (uyak) düzenine baktığımızda:  

aa  xa  xa  xa  xa  bb – cc  xc  xc  xc  xc  dd  ...

 

                                            TERKîB-İ BEND


1

Sanman bizi kim şîre-i engûr ile mestiz

Biz ehl-i harâbattanız mest-i elestiz

Ter dâmen olanlar bizi âlûde sanır lik

Biz mâil-i bûs-i leb-i câm u kef-i destiz

 

2.TERCİ`İ BEND


 

Biçim ve uyak yönünden terkib-i bende benzer. Yalnız, terci`-i bend de, bendleri birbirine bağlayan vasıta beyitleri her bendin sonunda yenilenir. Her biri 10 beyte yakın,10-12 bentlik bir şiir de bütün bentlerin böyle tek beyte bağlanabilmesi için,mana  yönünden hepsinin bu beyitle ilgilisinin  olması gerekir.  Her bendin sonunda Vasıta beytinin yinelenmesi şiire bir tek güzellik verdiği gibi anlam ilgisi kurma bakımından da güçlük doğurur.

Terci, bentlerde genellikle Tanrının gücü evrenin sonsuzluğu doğanın ve yaşamın karşıtlıkları gibi konular işlenir .Örnek:

Düşüp damı havaya hasreti gül –zâr-ı kaldım ben

Gidip nefh –i mesiha –veş sabah bimâr kaldım ben

Gül-i ümmid soldu müptelâ –i hâr kaldım ben

Bu gülşen  külhan oldu çeşmime  na-çâr kaldım ben

 

Şarâb –ı yese düştüm teşne –ı didâr kaldım ben

Başımdan aştı seyl-ab-ı keder bizâr kaldım ben

3. MÜSTEZAD:


 

Müstezadın  sözlük anlamına baktığımızda “artmış,çoğalmış,ziyadeleşmiş,  “ demektir.Divan Edebiyatı nazım şekli olan  Gazelin özel biçimine denir. Uzun dizeler ardına   kısa bir dize ekleyerek yazılır.Sonradan eklediğimiz  bu kısa dizeye ziyade denir. Uzun dizenin ölçüsüne bakacak olursak;

mef’ûlü  mefâ’îlü  mefâ’îlü  fa’ûlün;

Ziyade olan dizenin ölçüsü de ana kalıbın ilk ve son parçalarından oluşan

mef’ûlü    fa’ûlün’dür.

Sona eklenen ziyadelerin  asıl dizenin anlamını  tamamlar  asıl dizeden uzaklaşmayan nitelikte olması gerekir. Fakat genellikle  bu kurala  dikkat edilmeyerek  kısa dizelerden yalnızca şiirindurağanlığını yok etmek için yararlanılmıştır.

Örneğin, İzzet Molla’nın 3 beytini aldığımız aşağıdaki  müstezadında “Te’sîr-i  lisânın “  ve  “Bu bâğ-ı fenânın” ziyadeleri  “gerçekten ziyadedir” :

 

Bülbül yetişir  bağrımı hûn etti figânın

Zabt eyle dehânın

Hançer gibi deldi  ciğerim tîğ-i zebânın

Te’sîr-i lisânın

Çok çekti gam-ı  hârını gülzâr-ı  cihânın

Bu bâğ-ı fenânın

4. KIT’A:


 

Kıt’anın  sözlük  anlamına baktığımızda  ”cüz,parça, bölük, ”dür. Sadece ikinci ve dördüncü  dizeleri birbiriyle  uyaklı olan 2 beyitten oluşan nazım biçimine  denir. Bu türlü kıt’alara baktığımızda    genellikle dörtlük adıyla anılmaktadır.

Kit'a aların Uyak düzeni şöyledir:  x a – x a

Kıt’alarda,   beyitler arasında anlam birliği bulunur anlam süregelir  ve beyitler devamlı birbirini  tamamlayıcı niteliktedir. Kıt’a  nazım biçiminde şair mahlasını(Adını) kullanmaz. Fakat istisnai olarak  mahlas kullanılmış kıt’alar da vardır.

Kıtaların konuları çok çok değişiktir. Önemli bir düşünce,nükte, hikmet,  yergi olabilir. Örnekler:

Kalem olsun eli ol  kâtib-i  bed-tahrîrin

Ki  fesâd-ı  rakamı  sûrumuzu  şûr eyler

Gâh bir harf sukûtiyle eder nâdiri nâr

Gâh bir  nokta kusûriyle gözü kûr eyler;

(Fuzûlî)

Anlatım Nitelikleri

Açıklık:


Anlatımda belirsizliklere, kuşkulara yer vermeyecek biçimde düşünceleri anlaşılır olarak ifade etmektir. Düşünceler açık seçik olarak verilir.Anlatımda akıcılığı sağlamak için kelimeleri yerli yerinde kullanamalı, noktalama işaretlerini uygun olarak kullanmalı ve anlatım bozukluğundan kaçınmalıyız.

Duruluk:


Anlatılacak  olan ifadeyi lafı fazla uzatmadan en kısa şekilde anlatmaktır. Duru bir cümle oluşturmak istiyorsak aynı anlama gelecek kelimeleri birlikte kullanmamalıyız.

Acı, elem ve ızdırap içerisindeyim (Acı içerisindeyim demesi kafiydi)

Yalınlık:


Süs ve gösterişten,edebi sanatlardan uzak bir anlatım sergileyerek duygu ve düşüncelerin ifade edilmesidir.

Sadelik:


Yabancı sözcüklere aşırı yer vermeden herkesin rahatça anlayacağı kelimeler seçilerek yazılan yazılardır. Okuyucu ikide bir sözlüğe bakma gereksinimi duymaz.

Akıcılık:


Yazılarımızda ahenk oluşturan kelimeler kullanmalıyız. Yazılarımızda duygu ve düşüncelerimiz tutarlı olmalıdır. Okuyucu yazıyı okuduğunda zevk almalı.

Sürükleyicilik:


Okuyucu eseri eline aldığında bir solukta okuyup bitirmek istemelidir. Sürükleyici bir eser yazmak için uslup ve içeriğe özen göstermelisiniz.

Özlülük:


Az söz kullanarak çok şey anlatmaktır. Öyle kelimeler kullanılmalı ki okuyucu bir kelimeden dahi farklı farklı yorumlar çıkarabilmelidir.

Yoğunluk:


Bir eserin düşsel ve duygusal olarak çok şey anlatmasıdır.

Doğallık:


Bir duygu ya da düşünceyi içtenlik ve samimiyetle anlatmaktır.

Özgünlük: 


Yazılan, ifade edilen duygu ve düşüncenin başka yazarlarınkinden farklı olarak sunmasıdır. Bir başka ifadeyle orijinal olmasıdır.

 

 

Divan Nesri ve Edebi Nesir

 

 

Divan Nesri ve Edebi Nesir Hakkındaki Görüşlerim:

 

Divan nesri, konudan ziyade biçime önem vermiştir. Nesirler, biçim olarak olağanüstü bir şekilde yazılmaya çalışılmıştır. Yazarlar,  şairane cümleler kurma peşindedir. Divan nesrinin dili ağır ve kapalıdır. Özellikle sanatlı ve mecazi söyleyişler sıkça kullanılmaktadır. Bu sanatlı ve mecazi söyleyişler, süs unsurunu kuvvetlendirmek içindir.

           

Divan nesrinin önemli özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

 

  1. Bu nesir, Türkçe,  Arapça ve Farsça karışımıdır. Yazarlar, sadelik kuralını hiçe sayıp ağdalı bir biçimde yazmayı her şeyden yeğ tutarlar. Meydana gelen nesri anlamak bir hayli güçtür. Hatta çok zaman imkânsızdır.

  2. Divan nesri uzun cümlelerle örülmüştür. Noktalama işaretleri kullanılmaz. Cümleler çok zaman (-ip, -erek, -icek…) gibi bağ-fiillerle birbirine bağlanarak uzun dizilerin oluşumu sağlanır.

  3. Divan nesrinde Türkçe cümle kuruluşuna dokunulmamıştır.(Özne–Tümleç–Yüklem)[*] sırası her ne kadar bozulmamış ise de, cümle içine çok sayıda Arapça, Farsça tamlamalar katılmış, cümlenin anlaşılması güçleştirilmiştir.


ç.         Fikirden çok süse önem verilmiştir. Bu süs art arda getirilen isim ve sıfat tamlamalarıyla oluşmuştur. Bol bol “seci” kullanılmıştır.

d.          Divan nesrinin bir adı da “Osmanlıca”dır.

 

1. EDEBİ NESİR

 

Edebi nesir ise, divan nesrinin en şatafatlı nesir türüdür. Biçimde mükemmellik ve olağanüstülük söz konusudur. Yazar, bu nesir türünde bütün maharetlerini konuşturur ve şairane bir üslupla hareket eder. Bu nesir türü, divan nesrinin biçim özelliklerinin harikulade bir şekilde kullanıldığı nesir türüdür. Edebi nesrin terim adı  ‘inşa’dır. İnşa yazanlara  ‘münşi’  denir. Münşinin kaleme aldığı inşalara ‘münşeat’ adı verilir. Sinan Paşa, Lamii Çelebi, Veysi ve Nergisi en önemli münşilerdir.   

 

Divan nesrinin en yapmacıklı ve en gösterişe kaçan koludur. Fikir daima ikinci plandadır. Başlıca amaç,  şatafatlı bir anlatımdır. Bunun için de grup halindeki isim ve sıfat tamlamaları, hiç duyulmamış Arapça ve Farsça kelimelerin kullanılması anlatımı süse boğar. Böyle bir tutum çok kez anlaşılma imkânını tamamen ortadan kaldırır. Yazarların bütün didinmeleri “şairane” olabilmeyi sağlamaktır.

Edebi nesrin terim olarak adı ‘inşa’dır. İnşa yazanlara ‘Münşi’ denir. Münşinin kaleme aldığı inşalara ‘Münşeat’ adı verilir.

Önemli münşileri şöyle sıralayabiliriz: Sinan Paşa, Lamii Çelebi, Veysi, Nergisi

Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp

TANZİMAT NESRİ (Özet)

                            

Özet

Tanzimatın ilanı ile edebiyatımız Batıya yaklaşma çabaları göstermiştir. Bunun doğal sonucu olarak edebiyatımıza yeni türler girmiştir. Bu yeni türler edebiyatımızdaki nazım ile yazma hevesini kırmış ve nesrin gelişmesini sağlamıştır. Gazete roman gibi türler nesrin nazmın esaretinden kurtarmış ve nesri hak ettiği yere ulaştırmıştır.

 

Hiç şüphesiz Şinasi Tanzimat nesrinin kurucularındandır. “İstanbul Sokaklarının Tenvir ve Tathiri” başlıklı makalesinden de anlaşılacağı üzere sanatı toplumun hizmetine sunma anlayışını benimsemiştir. Dilde sadeleşmeyi sağlamıştır.

 

Namık Kemal ise önceleri Divan Edebiyatının etkisinde olmasına rağmen Şinasi ile tanıştıktan sonra Batılılaşma gereği duymuştur. “Vatan” adlı makalesinden de anlaşılacağı gibi vatanın kutsal olduğu ve insanın neden vatanını sevmesi gerektiğini anlatır. Dili o dönemin nesrine göre oldukça sadedir. Yazılışında milli duyguları uyandırır.

 

Tanzimat Edebiyatı ile birlikte “nesir” önemli bir plana yükseldi. Divan Edebiyatı devrinde,   “nesir”  ikinci planda idi. Tanzimatla birlikte yeni fikirlerin yayılması ve özellikle gazeteciliğin gelişmesi; makale, tiyatro sonra roman gibi edebi türlerin gelişme göstermesi  “nesri”  ister istemez birinci plana yükseltti. Ayrıca okullara fizik, kimya, jeoloji gibi derslerin girmesi ile bu ilim dallarının terim meselesi ortaya çıktı. Mesela, Fransızca olan tıp terimleri Türkçeye çevrildi.

Tanzimatçılar dil üzerinde de durdular: Cevdet Paşa ilk Kavaid-i Osmaniye (Dilbilgisi)  kitabını yazdı. Cevdet Paşa bu kitabında: “Her dil başka dillerden kelime alabilir. Ancak kural almamalıdır.”  tezini savunur.

Namık Kemal, 1866 tarihinde “Türkçe’nin ıslahı üzerine yazdığı bir makalede,  “konuşulan dil ile yazılan dilin ayrıcalığından”  şikâyet eder.

Ahmet Mithat Efendi ise Arapça ve Farsça çoğulların kullanılmamasını, onun yerine Türkçe çoğul edatının kullanılması fikrini ileri sürer. Ayrıca yabancı kurala göre yapılan terkiplerin Türkçe tamlamalar haline sokulmasını ister. (1871).

Dil, Divan Edebiyatı dilinden tamamıyla uzaklaşmış ve orta tabakanın günlük konuşmasına çok yakın olan bir özellik kazanmıştır.

Tanzimat nesrine hatta daha cesur bir deyişle Türk nesrine gerçek yenilik getiren Şinasi’den söz etmeden edemeyiz:

Şinasi (1826–1874) aşırı derecede Batı hayranıdır. Esasen Tanzimat Edebiyatı’nın ileri gelenleri Fransız edebiyatı etkisinde fazlaca kalmışlardır. Bakınız: [Tanzimat Edebiyatında Fransız Tesiri-Cevdet Perin, 1946]. Şinasi, Türk toplumunun bilincini geliştirmek amacını biricik gaye edinmişti. Onu bu yönden etkilemek için gazeteciliği araç olarak kullanmayı uygun buldu. Bunun için:

1. Divan Edebiyatının kalıntısı olan uzun cümleyi bağ yerlerinden ayırdı,

2. Süslerini attı, onların bir anlam taşımasını sağladı

 

Bu konuda Küçük Sait Paşa (1838–1914) bakın ne diyor:

… Kimileri sanırlar ki yeni çığıra ilke olan tümleçli cümleleri Şinasi getirdi. Oysa 19. yüzyılın başlarında tarih eserleriyle devlet dilinde cümleler kesikti; böyle yazı yazmak 1829’larda başlamıştı; sonradan bu çığır, eskiye düşkün olanlarca tutulmadı. Geriye doğru bağlamalı cümleye dönüldü. İşte bu sırada Şinasi yetişerek yeniden kesik cümleyi getirdi. Şu var ki onun bir kurucu olmayıp belli bir düzeni yeniden sağlamış olması, hiç de onun değerini küçültmez; Şinasi, o günün Türkçesindeki bezdirici bağları, artık nesneleri kaldırmış, dilimizin Batı edebiyatı, Batı düşüncesiyle anlaşmasına bir anahtar olmuştur. Bunlar dilin arınması ve gelişmesinde büyük emektir. Türklük yaşadıkça yazarlarımız onun bu yaptıklarını asla unutmayacaktır.

Süleyman Nazif’in dediği gibi: “Bizde pürüzsüz, temiz, o vakte kadar görülmemiş bir nesir, Şinasi’yle başlar.” Tanzimat nesrinde Şinasi kokusu vardır.

 

 

Örnekler:

 -I-

İSTANBUL SOKAKLARININ TENVİR ve TATHİRİ (temizleme)

Sokaklar evvelki haline nispetle kesb-i intizam etmektedir: (intizam kazanmaktadır) iktiza eder ki (gerekir ki) tanzifi (temizleme) maddesi dahi suretyab-ı (şekillenen, meydana çıkan) devam etsin. Buna en ziyade mani ise köpeklerin vücududur ki azalması memnuniyetle temenni olundukça çoğalması kerahetle (iğrenerek, istenmeyerek, tiksinme ile) görünmektedir.

Gelelim bunların şimdiki halde olan menfaat ve mazarratlarının (zararlar) muvazenesine: Faideleri olsa olsa sokaklara atılan bazı muzahrafatı (kokuşmuş öteberi) ortadan kaldırmak ve gece vakti gezinenlerin güya fasitlerine (bozan, bozucu) havlayıp saldırmaktan ibarettir.

Muzahrafatı sokaklara atmak zaten umur-u zaruriyeden (zaruri işlerden) olmayıp belki bırakılmış olanlarını kaldırmak lâzımeden (gerekli şey) iken, tutalım ki bu hususça zahirde bir faidesi görülmüş olsun; ya bunların ölüsünden dirisinden hâsıl olan (meydana gelen) ortadan kaldırdıklarına mukabil ve belki daha ziyade değil midir? Ve defedilmek lazım gelmez mi? Gelirse bu hizmete taraftarlarından başka kim layık olur?

Havlayıp saldırmak bahsine gelince: Geceleyin gezenlerin içinde binde bir ancak fasit olabileceğinden, bir fasit için nice bin ehl-i ırz insan (namuslu insan) o makule (çeşit, soy) hayvanı gayriaklîn (akılsız) şerir (kötü, hayırsız, fesatçı) muhatarasında (tehlike) kalmak reva mıdır?

Hâlbuki fasitlerin ekseri hakk-ı sükût (susma payı) olarak bunlara bir ekmek parçası atmakla ağızlarını kapadıkları müspet ve mütevatirdir (vaki olduğu anlatılan).

Hasılı kelam (sözün kısası), daimi suretle zabıta-i belediye hükmünü icra etmekte iken köpeklerin gece nigehbanlığında (gözcülüğünde) bulunmalarına ehemmiyet verenler varsa vay onların haline ki uyku vaktinde haricen emniyetini muhafaza için köpeklerden istimdada (yardım isteme)  mecbur olmak itikadında bulunanlar!..

Mazarratları bahsine gelince; başlıcalarını tadat (sayma) ile iktifa ederiz (yeter buluruz): Adetleridir ki mahallelerde gündüzleri hayvanca bir sebepten dolayı iki köpek düelloya çıkarlar ve bazı kere mesela bir kemik parçasını paylaşamamaktan çıkan münazaa (çekişme, kavga) bir iki fırka (grup) beyninde (arasında) sınır kavgasına netice vererek, nihayet hangileri dişinde kuvvete malikse kahr-ı hasım (düşmanı ezen) ile savaş meydanı olan sokaklarda tafrakünen (üstünlük taslayarak) dünbale cünban (kuyruksallayan) olurlar. Esna-yı münazaalarında (çekişme sırasında) gelip geçen halkın kimisi yolundan kalıp, kimisi tavassut (aracılık) işin dalıp vakit zayi ettikleri her zaman meşhuttur (gözle görülen).

Bunların saldırmağa alışmış azgınları vardır ki şerlerinden etfal (çocuklar) yollarından saparak uzak yerlerden dolaşmaya mecbur olurlar. Sokak ortalarında yatmaya melüf (alışmış) olduklarından kazaen üzerlerine basılınca ısırdıkları vardır. Binaenaleyh (bundan ötürü, bunun üzerine, bundan dolayı) yolda giderken bunlara dokunmamaya, insana çarpmaktan ziyade dikkat olunmak mecburiyetinde bulunulur; zira insana itizar (özür dileme) kabul ettirmek ihtimal, bunlara ise muhaldir.

Aç kalanları müdahinler (yüze gülen) gibi, tabasbus (yaltaklanma) ile bir şey koparamayınca, gâsıplar (zorla elden alan) gibi, bayağı insanın elinden yiyecek kaptıkları vakidir ki bekçilikten ziyade hırsızlıkta maharetlerine delalet eder.

Geceleri ise taraf taraf havlayıp uludukça hanelerde hastaları değil, sağlam olanları bile keyifsiz gibi mustarip ederler.

Mazarratlarının en muharatalısı (tehlikelisi) kudurmaktır ki her ne kadar sair bazı memalike (memleketler) nispetle burada nadirü’l-vuku (pek seyrek olan) ise de bir kuduz köpeğin yüzünden bir merd-i kâmilin (olgun bir insanın) göz göre bin mihnetle telef olduğu mesbuk-ul-emsaldir (misalleri geçmiş).

Hıfz-ı sıhhat-i umumiye mülahazasıyla debbağ (dabak, derici) ve emsali esnaftan bulunan bir takım insan, sanatlarını şehrin kenar veyahut haricinde icraya mecbur tutulmuş iken, dâhilinde köpeklerin kalması neden tecviz (yapılmasına razı olma) olunsun?

Evailde, (evvelleri, vaktiyle) yani Nasuh Paşa’nın sadareti ki 1611’den 1614 senesine kadardır. Zamanında İstanbul’dan köpeklerin kaldırılmasına kalkışılmış iken, gayretkeşlerinin (bir tarafı tutan, taraflı) teşe’ümiyle (uğursuzluk sezinlemek) işi hali hali üzere (şimdiki gibi) kalmıştır.

Şimdi ise efkârı umumiye (kamuoyu) köpeklerin vücudunda meymenet (uğur) aramayacak kadar terakki etmiştir.

ŞİNASİ, [Tasvir-i Efkâr, 1862]

 

II. VATAN

 

Bebekler beşiğini, çocuklar eğlendiği yeri, gençler maişetgahını (geçinme yeri, yiyip içme yeri), ihtiyarlar feragat (vazgeçmek, elini dünyadan çekmek) köşesini, evlat validesini, peder ailesini ne türlü hissiyat (duygular) ile severse insan da vatanını o türlü hissiyat ile sever.

Bu hissiyat ise, sırf sebepsiz bir meyl-i tabiiden (tabiattan, bünyeden gelme bir meyil) ibaret değildir. İnsan vatanını sever; çünkü Allah vergilerinin en azizi (şerefli, sevgili) olan hayat, vatanın havasını teneffüsle başlar. İnsan vatanını sever; çünkü vücudun maddesi vatanın bir cüz’üdür (parça, kısım). İnsan vatanını sever; çünkü etrafına baktıkça, her köşesinde geçmiş hayatının hazin bir hatırasını taşlaşmış gibi görür. İnsan vatanını sever; çünkü hürriyeti, rahatı, hakkı, menfatı vatan sayesinde kaimdir (duran, ayakta duran).İnsan vatanını sever; çünkü sebeb-i vücudu (meydana gelme sebebi) olan ecdadının sakin mezarlığı ve netice-i hayatı (hayatın sonu, neticesi) olacak evladının meydana gelme yeri vatandır. İnsan vatanını sever; çünkü vatan evladı arasında dil birliği, menfaat birliği, alışıklık çokluğu cihetiyle bir kalp yakınlığı ve fikir kardeşliği hâsıl olmuştur. O sayede bir adama dünyaya nispetle vatan, oturduğu şehre nispetle kendi evi hükmünde (makamında) görünür. İnsan vatanını sever; çünkü vatanında mevcut olan hâkimiyetin bir cüz’üne gerçekten sahiptir. İnsan vatanını sever çünkü vatan öyle bir galibin kılıcı veya bir kâtibin kalemiyle çizilen mevhum (hayalde olan, dışarıda varlığı olmayan) hatlardan ibaret değil, millet, hürriyet, menfaat, kardeşlik, tasarruf, hâkimiyet, ecdada hürmet, aileye muhabbet gibi birçok yüksek duyguların birleşmesinden hâsıl olmuş mukaddes bir fikirdir.

Bundan dolayıdır ki insanlık tarihinin hangi sayfasına bakılsa her zamanda, her millette zuhur eden ilmi fikir ve yüksek ahlak sahiplerinin cümlesi vatan muhabbetini dünya işlerinin kâffesine (hep, hepsi) müreccah (üstün) tutmuş ve pek çoğu vatan yoluna feda-yı can etmiş (canını vermiş) görünür.

Bundan dolayıdır ki her dinde, her millette, her terbiyede, her medeniyette vatan sevgisi en büyük faziletlerden, en mukaddes vazifelerde                          

NAMIK KEMAL


[Vatan Makalesi’nden]


 

                                                             

 

 

Yrd. Doç. Dr. Mehrali Calp

 

Anlatım Bozukluğu Çalışma Kağıdı



Sevgili öğrenciler aşağıdaki linkten indirdiğiniz çalışma kağıtını çözerek anlatım bozukluklarına ne kaar hakim olduğunuzu görebilirsiniz. Bu çalışma kağıdı tüm anlatım bozukluklarını içerisinde barındırarak sizler için hazırlanmıştır. Umarım faydalı olur. Unutmayın ne kadar çok anlatım bozukluğu örneği çözerseniz konuya o kadar hakim olursunuz. Özellikle film, haber izlerken orada yapılan anlatım bozukluklarına karşı daha dikkatli olarak hem tv izleyin hemde kısa tekrarlar yapmış olursunuz.

3539X5000 KALİTESİNDE RESMİ İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ


HECE VEZNİNE AİT ESASLAR

 


1. Hece vezninde, hecelerin ses bakımından zayıf ya da dolgun olmasına bakılmaz. Sadece bunların küme halinde sayısına bakılır.

2. Mısradaki hecelerin toplamına kalıp denir. Kalıp, mısranın ölçüsü demek olduğuna göre 11 heceli bir mısranın kalıbı 11’li, 7 heceli bir mısranın kalıbı 7’li diye söylenmelidir.

3. Hiçbir mısrada hece sayısı 16’yı geçmemelidir. Bugün (23) heceli mısralara seyrekte olsa rastlanmaktadır.

4. Ahengi insiyakî (coordination) zevkini tekrarlamak için her mısra belli noktalardan bölünür. Bunlara durak denir.

Dediler ki ıssız  /  kalan türbende

Vahşi güller açmış  /  görmeğe geldim

O cennet bağının  /  hâkine ben de

Hasretle yüzümü  /  sürmeğe geldim.

6                              5            =11

5. Her bölgü noktasında kelime bitmiş olmalı, duraklar kelime ortasına düşmemelidir. Böyle olmaz da,  kelimenin ortasında ve bitmeden duraklara ayrılacak olursa, bu hece vezninin kurallarına aykırı sayılır:

Kimse bilmez  /  nerdedir a  /  nın başı

Eksik olmaz   /  yalısının   /  savaşı

 

6. Durakları her mısrada değişen manzumeler vardır. Bu tip manzumelerin vezni duraksız sayılır:

İçimi titreten bir sestir her gün

Saat her çalışında tekrar eder:

“Ne yaptın tarlanı, nerde hasadın?

“Elin boş mu gireceksin geceye?

“Bir düşün… Yarıyı geçti ömrün.

“Gençlik böyledir işte, gelir gider,

“Ve kırılır sonra kolun kanadın,

“Koşarım pencereden pencereye!”

Cahit Sıtkı Tarancı

 

7. Genel olarak manzumelerin durak yerleri bugüne dek dört türlü buluna gelmiştir:

 

a)     Mısralar, baş taraftan dörder heceye ayrılır. Son bölümdeki heceler dörtten aşağıda

kalabilir:

 

Gözlerinin   /   yeşil rengi    /   deniz gibi   /   derindir

4                      4                      4                   3     =15

 

Bakışların   /   gülüp kaçan   /   deniz gibi   /   serindir

4                      4                        4                 3     =15

 

b)    Mısralar ortadan bölünür [Çift heceli kalıplar ise]:

 

Yâr yüreğim yâr   /   gör ki neler var

Bu halk içinde    /   bize güler var

5                            5               =10

 

Bir bahçe   /   yolunda

Kuyunun   /   solunda

Küçücük   /   çocuklar

Toprağı    /    oyuklar

3                   3   =6

 

 

 

 

c)     Mısralardaki heceler çift heceli kalıplar ise üç ya da dört eşit parçaya ayrılır:

 

Düşmanların   /   bizden almak   /   istediği

Topraklara   /   yâd ayakları   /   basmayacak.

4                       4                         4          = 12

 

Çıktım bugün   /   güzellerin   /   gözlerinde   /   seyahate,

Bu seyahat   /   bilmem nasıl   /   erecektir   /   nihayete.

4                       4                       4                   4         = 16

 

ç) Mısralardaki hece sayısı eşit olmadığı takdirde, baştaki bölüm sondaki bölümden bir fazla heceli kalmak suretiyle durak noktası saptanabilir:

 

 

 

 

 

Çemberimi   /   yel aldı

Etrafımı   /   sel aldı

Gözüm bakıp   /   dururken

Yârimi ah   /   el aldı

4                  3             = 7

 

 

Bir devdi O,   /   sanmayınız   /   cücedir,

Mağrur başı   /   Altay’lardan   /   yücedir,

“Osman Batur”   /   dilimizde   /   hecedir:

Akşam, sabah  /   gece, gündüz   /   her zaman!...

4                         4                       3            = 11

 

Cemal Oğuz Öcal

Bir akşamdı evimizde   /   ecel kanat germişti

Anneni bir cellât gibi   /   vurup yere sermişti

Ölüm ile pençeleşen   /   bir hayatın güneşi

Sekiz yıldan sonra dinmiş   /   nihayete ermişti.

8                                     7              = 15

                                                                                       Rıza Tevfik


 

Hece ölçüsünde bazen yukarıdaki manzumede olduğu gibi durakların büyük bölümleri içinde haberimiz olmadan küçük duraklar meydana gelir ki, bu hal, ahengi arttırma bakımından önemli biz özellik taşır. Kıtayı, bu bakımdan çözümlemeye tabi tutalım:

 

-1-

 

 

Bir akşamdı   /   evimizde

4                    4        =    8

 

Ecel kanat   /   germişti

4                  3          =     7

_________

15

 

 

 

 

 

-2-

 

 

Anneni bir   /   cellat gibi

4                     4          =     8

Vurup yere   /   sermişti

4                      3         =      7

_________

15

 

-3-

 

 

Ölüm ile   /   pençeleşen

4                  4             =     8

 

bir hayatın   /   güneşi         =     7

________

15

 

 

Sekiz yıldan   /   sonra dinmiş

4                          4         =    8

 

nihayete   /   ermişti

4                3                   =    7

__________

15

 

 

8. Türk edebiyatında en çok 7, 8, 11, 14 heceli kalıplar kullanılmıştır.

 

Mehrali CALP

Büyük Harflerin Kullanım Alanları Çalışma Kağıdı

Büyük Harflerin Kullanıldığı Yerler:


A)     Her cümle büyük harfle başlar.


-Ahmet okuldan geldi.


-Bügün günlerden Salı ve sen  yine yoksun.



B)      Kişi ad ve soyadları büyük harfle başlar.


Mustafa Kemal Atatürk


Ümit Yaşar Oğuzcan



C)      Yer adları büyük harfle başlar.


Meriç Nehri


Kızılırmak



D)     Kitap, dergi gazete adları büyük harfle başlar.


Vatan Yahut Silistre


Akşam Gazetesi



E)      Ülke adları büyük harfle başlar.


Türkiye


Almanya



F)      Cadde sokak adları büyük harfle başlar


Taksim Meydanı


İstasyon Caddesi



G)     Kurum ve kuruluş adları büyük harfle başlar.


Atatürk Üniversitesi


Numune Hastanesi



H)     Hayvanlara verilen özel adlar büyük harfle başlar.


Minnoş


Tekir



İ)        Din ve mezhep adları büyük harfle başlar.


İslamiyet


Hıristiyanlık



J)       Çağ ve dönem adları büyük harfle başlar.


İlk Çağ


Cumhuriyet Dönemi



K)      Tırnak ve parantez içindeki cümleler büyük harfle başlar.


Atatürk “ Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından birisi kopmuş demektlr.” der.

L)       Tarihlerde kullanılan ay,gün adları büyük harfle başlar.



20 Şubat


16 Mart 1992 Salı günü



M)   Yer yön bildiren sözcükler insan toplulukları yerine kullanılıyorsa büyük harfle yazılır.


Doğu’ gelen haberler güzel



N)     Güneş, Dünya,Ay gibi gezegen adları gökbilimi ile ilgili kullanılırsa büyük harfle başlar.


Dünyanın uydusu Güneştir.


Merkür en sıcak gezegendir.



O)     Unvan ve lakaplar büyük harfle başlar.


Hasan Bey



BÜYÜK HARFLERİN KULLANIM YERLERİ ÇALIŞMA KAĞIDINI İNDİR