İletişim Nedir?

 

İletişim, “bilgi üretme, aktarma ve anlamlandırma süreci” olarak tanımlanabilir. Buna göre pek çok etkinlik iletişim sayılabilir. İki insanın karşılıklı konuşması iletişim sayabileceği gibi, arıların bal bulunan yeri birbirlerine bildirmeleri de iletişim kabul edilebilir.

Genel anlamda iletişimin gerçekleşmesi için iki sistem gereklidir. Bu sistemler iki insan, iki hayvan, iki makine ya da bir insanla bir hayvan, bir insanla bir makine (bilgisayar) olabilir. Nitelikleri ne olursa olsun iki sistem arasındaki bilgi alışverişi, “iletişim” olarak kabul edilir. “Alışveriş” sözünden de anlaşılacağı üzere iletişimde bilgi akışının iki yönlü olması beklenir. Sibernetikte[1] bir bilgi kaynağından tek yönlü bilgi iletimi “enformasyon[2]”, karşılıklı bilgi alışverişine ise “komünikasyon[3]” ya da “iletişim” adı verilir. (Akman,1982) Yani iki sistem arasındaki karşılıklı bilgi alışverişini “iletişim” olarak  adlandırma, tek yönlü bilgi akışını ise başka bir şey sayma eğilimi vardır.

Bu ayrım dikkate alındığında, insanlar arasındaki bütün konuşmaların iletişim olarak kabul edilemeyeceği düşünülebilir. Meselâ, ana-babalar çocuklarına ya da amirler memurlarına sadece birtakım emirler verip onların bu emirler karşısındaki tepkileriyle ilgilenmezlerse, bu tavırlarını iletişim değil, enformasyon, yani tek yönlü bilgi iletimi kabul etmek pek de yanlış olmaz.

Enformasyonlar bazen iletişime dönüşür, bazen de dönüşmez. Meselâ, bir evin penceresindeki “KİRALIK ÜÇ ODA” ilanını yalnızca okuyup geçersiniz. Bu uyarıcı sizin için bir enformasyon olmakla kalır. Ev sahibi ile yüz yüze ya da telefonla konuşmanız durumunda ise iletişim ortaya çıkar.







[1]sibernetik, kibernetik: Sistemlerin kendi kendilerini kontrol etme ve işleyişlerini sürdürebilmelerini ilmî esaslara dayandırmaya çalışan ilim kolu

sibernasyon: Daha çok fabrikalarda üretimin bilgisayarlar vasıtasıyla kontrol edilmesi (Örnekleriyle Türkçe Sözlük, s.2547)




[2] enformasyon:  Danışma, müracaat (Örnekleriyle Türkçe Sözlük, s.837)  :bilgilendirme




[3] komünikasyon: 1. Duygu, düşünce veya bilgilerin çok çeşitli yollarla başkalarına aktarılması, 2. Haberleşme cihazları vasıtasıyla gerçekleştirilen bilgi alışverişi (Örnekleriyle Türkçe Sözlük, s.1725)

 

Yrd.Doc.Dr Mehrali Calp


Çin Malı Tablet Alırken Dikkat Etmemiz Gerekenler

Son bir yılda verilere baktığımızda tablet satışlarının masaüstü pc ve laptopları geride bıraktığını görmekteyiz. Tablet piyasındaki bu hızlı değişimin birden çok nedeni vardır. Bunlardan belkide en önemlileri;

uzun giden pil ömrü

pratik kullanım olanakları

600.000 i aşan android uygulamaları

Geliştirilebilir modülünün yüksek olması

taşımada koyalık sağlaması

daha bunlar gibi onlarca özellik saymak mümkündür.

Şu an piyasada çin malı tabletlerle birlikte yüzlerce tablet markası ve binlerce model bulunmaktadır. Bu kadar çok seçeneğin içerisinde uygun olanı bulmak gerçekten zor. İşte bu kadar geniş bir yelpazede adını sanını duymadığım yüzlerce çin malı tablet içerisinde güvenipte hangisini alalım. İşte çin malı tablet alma Aşamaları

1)Niçin Tablet Alıyorum?


Bu soruya verebilecek bir cevabınız olmalı. Çünkü alacağınız modelin şifreleri bu soruda gizli.

a) oyun oynamak

B) ofis işlemlemlerinde yardımcı olmak,

c) multimedia (film,müzik,klip,fotoğraf)

d) Pratik olduğu için

e) taşıma kolaylığı sağlasın diye

 

2) Parası yüksek olan tablet iyi mi?


Kaliteyi ucuza almak mümkün. Tablet alırken parasından ziyade özelliklerine ii bakın. Çok ucuz fiyata işinizi görecek bir talet bulmak mümkün.

örneğin sadece film izlemek için kullanılacak bir tablette her özelliğin olması şart değil. En başta demiştikya ne için alıyoruz tableti bunu ii esap etmeli.

3 Tablet alırken diğer bir dikkat edeceğimiz hususta teknik olarak nasıl olmalı

A) rem olarak 1gb ddr3 altında almak sadece basit işler yapmanız için önerebilirim. Ama büyük oyunları(pes,nfs,asphalt)oynayabilmek için en azından 1 gb rem olmalı yoksa donma yapacağından oyundan zevk alamazsınız

b) işletim sistemi en az 4.1 olmalı. Çin malı tabletlerin çoguna  sonradan android sürümü güncellemek mümkün olmuyo görününm ve performans olarak 4.1 üzerini tavsiye ederiz.

c) depolama bir sıkıntı olarak çıkıyor karşımıza tablet alırken kesinlik 16 gb altı (8gb,4gb) tablet almayın en az 16gb olsun yoksa ileride size yetmeyebilir. Çünkü büyük oyunlardan kursanız ortalama 1.2 gb oyun başı 3 oyun kursan tablet ölür :)

d)işlemci tipine dikkat ediniz CORTEX A9 ve üzeri işlemcileri kullanmak size performan açısından büyük bir olanak sağlar

e) bir tablette pil çok önemli kesinlikle LI-ION  5000 ve üzeri olsun ortalama video da 5 saat, nette 4 saat oyunda 5 saat gider. Düşük piller kısa şarj ömrüne neden olur

f) bir diğer özellik olarakta çogu çin malı tablet türk operatörleri karşılamıyo. Wın kullanırken bile turkcell wın felan olmuyo buna dikkat edin çünkü her zaman wifi bağlantısı olmayabilir ve ya wına gecebilirsiniz.

g) Türkçe dil desteği muhakkak olsun

h) bir diğer hususta ekran boyu bu tamamen kullanıcı tercihi ama bbana göre ne çok küçük ekranlı 7 inç nede kocaman ekranlı 9,10 inç ,8 inç bence çok kllnaışlı ne 7 inç gibi küçük ekranlı nede diğerleri ginib ibüyük ekranlı,film izlerken ve oyun oynarken farkı göreceksiniz.

h) son olarakta çin malı deyip geçmeyin muhakkak türkiyede servisi olup olmadığına dikkat edin

 

tüm bu özellikleri saydığımız da size ucuz ama kaliteli olarak DARK EVOPAD R8020 i öneririm. 6 aydır kullanıyorum pil ömründe en ufak sıkıntı olmadı, açmadığı oyun yok piyasada ki çoğu oyunu denedim en ufak donma olmuyo,dğer tabletler gibi hemen ısınmıyo, ve dokunmatiğindeki teknoloji mükemmel ilk günki gibi hala.

Editörün Notu: Ne olursa olsun alacağınız ürünün çin malı olduğunu unutmayın heran her şey olabilir:)

Galip Hatip

 

 

 

Çocuk Kalsaydık

Değişen dünya ve insanlık içerisinde neredeyim, aslında bende tam olarak bilmiyorum. Her gün biraz daha batağa saplandığımız şu günlerde yüreğimizdeki iman ayakta tutuyor ve bir umut aşılıyor hep yüreğimizde. Her yerde savaş,her yerde öksüz yetim kalan çocuklar ve her yerde gözyaşı. Şemsi kucaklayan, mevlanaya yurt olan binlerce peygamberin doğduğu bu toprakların çilesi mi gözyaşları yoksa diyeti mi bu cennet dünyanın. Her şeyin içerisinde çaresiz bir okadar da her şeyden bihaber çocuk olabilmek en güzeli değil mi.

 

 

 

Ben Daha Çocuktum O Zamanlar


 

Ben daha çocuktum o zamanlar,
Bilmem yalan dolan ve riya,
Avuçlarımdaki yıldızlardı oyuncaklarım.
Aldırmazdım yokluğa sefalet ve yamalı pantolonuma
Şeker pancarından arabamın hiç bitmezdi mazotu
koşacaksam ne iş güç derdine ne birinden kaçmak için
tek derdim vardı yaydığım inekler gözden ırağa gitmesin
Gülmesini bilirdim;
En onulmadık zamanlarda bile.
Ellerim yüzüm kir pis içindeydi;
Ama kalbim tertemizdi
Tüm çocuklar gibi.
Güneş benim için doğar zannederdim;
Benim için gelirdi ilkbahar soğuk memleketime.
Ardından batardı doğan güneş,
Ve sonbahar.
ben daha çocuktum o zamanlar
keşke hep çocuk kalsaydım
dizlerim kanasaydı keşke
tek yüreğim acılarla kan kusmasaydı

Galip HATİP

Aşıklık Geleneği ve Bir Ozan

 

Aşıklık geleneği İslamiyet öncesi Türk tarihinde  başlamış olup günümüze kadar devam eden sözlü ve yazılı edebiyatımızın önemli bir koludur. Saz eşliğinde ve saz olmadan şairin duygularını dile getirerek bu duyguları insanlarla paylaşması gönül telinden dökülen nağmelere bam teli ile hayat vermesi insanların gönlünde hoş bir seda bırakmıştır. Gerçek manada Aşık Veysel ile son bulsa da aşıklık geleneği günümüzde hala dinamizmini korumaktadır. Özellikle iç Anadolu, Doğu Anadolu gibi bölgelerde  Sivas, Erzurum,Kars gibi şehirlerde hemen hemen her köyde bir ozana rastlamak mümkündür. Toplumun ortak değerleri olan aşk,ayrılık, gurbet,sevda gibi konulara sazlarında hayat veren aşıklar devamlı üretken olup insanların duygularına hitap etmektedirler.

Aşıklık, ozanlık geleneği içerisinde günümüzde yaşayan ozanlardan bir tanesi de Sivas'ın Ulaş ilçesinin Şenyurt köyünde doğan Ozan Garip Ferhattır. Türkülerindeki içtenlikle insanların gönüllerinde taht kuran bu ozanımız, müzik piyasasın da önemli katkıda bulunmaktadır. Türkülerinde genel  olarak aşk,ayrılık, gurbet gibi temaları yaygın olarak işlese de hemen hemen her konuda türkü söyleyecek bir  yeteneğe sahiptir.Sesindeki billurlugun yüreğindeki fırtınalarla birleşmesi ve geçmişinde yaşadığı aşk onu divane edip sayısız eser yazmasına sebep olmuştur. Fakirliğin beraberinde getirdiği sevgiliye kavuşamama acısı onu yollara düşürmüş yıllarca gurbette sazı elinde dolaşmıştır.Geçmişinde hor görülmüş, dışlanmış ;ama günümüzde hayranlarının çok sevdiği bir isim halin gelmiştir.Bir çok TV programına katılmış, çeşitli festivallerde yer almıştır(Şenyurt festivali) Çıkardığı albümle de müzik piyasasında tırmanışa geçen ozanımıza başarılar diliyorum. Şimdi sizi onun hiçbir yerde yayınlanmamış eserleriyle baş başa bırakıyorum. Yorumlarınızı bekliyorum .

İyi seyirler

Galip HATİP

Hani Benimle Gelenim Hani


http://youtu.be/d2r4PHGxVrc

Sen Üzülme Kara Gözlüm


http://youtu.be/wm2MoRHROX0

Nasıl Unuturum Şenyurt'u


http://youtu.be/wl2BPAc9-9w

Konuşma Eğitiminde Öğretmenin Rolü

Okul çağına giren çocuk ana dilinin yapısını, kalıplarını büyük ölçüde öğrenmiştir. Okulların sözlü anlatımdaki görevi; çocukların edindikleri ana dilini geliştirmek, belirli bir düzen içinde hatalarını düzelterek onlara ana dilin yapı ve işleyişini sezdirmektir.

Bu işi ana dilin yapısı ve işleyişinin tam ve doğru öğretilebilmesi için öğrencilerin dilinin iyice tanınması şarttır. Dilin tanınması öğrencinin sınıf etkinliklerinde bol bol konuşturulması ile mümkün olur. Öğrencilerin bol konuşma temrinleri yapması ise öğretmenlerin konuşma yapan öğrenciye karşı takınacağı tavra bağlıdır.

Öğretmen, sözlü anlatım etkinliklerini düzenlerken öğrenci katılımını artıracak bir anlayışla hareket etmeli, her türlü sözlü eğitim uygulamasında öğrencileri merkeze almalıdır. Çok konuşan değil çok konuşturan bir öğretmen profili oluşturmalıdır.

Öğrencilerin akıcı ve doğru düzgün bir konuşma becerisi kazanıp kazanmamaları, çoğu zaman öğretmenin tutumuna bağlıdır. Güzel ve doğru konuşmayan, öğrencilere söz hakkı vermeyen ve onların konuşmalarına sık sık müdahale eden öğretmen, öğrencilerine iyi bir konuşma alışkanlığı kazandıramaz.

Özellikle İlk sınıflarda, öğrencilerin konuşması sabırla dinlenmeli, hataları belli bir program çerçevesinde düzeltilmelidir. Bu düzeltmeler yapılırken öğrencilerin konuşmaya karşı tutuk ve çekingen bir tutum geliştirmemesine özellikle dikkat edilmelidir.

Böyle hareket edildiğinde aşırı ölçüde düzeltmeyle karşı karşıya kalan öğrenciler hata yapmak endişesiyle konuşmama yolunu tercih edebilirler; bu da öğretmenlerin öğrencilerinden dönüt almasının yolunu tıkar ve onları tanımasına engel olur. Birçok öğrencinin sınıf etkinliklerine sözel olarak katılmayışlarının ve en basit sorulara bile cevap vermek istemeyişlerinin altında yatan sebep budur. Bu hatalı tutum yüzünden okullarımız anlayan, fakat konuşmayan öğrencilerle doludur.

Öğrenciler, cesaretleri kırılmadığı sürece konuşmaya heveslidirler. Bunun için başlangıçta, öğrencilerin alıştıkları biçimde konuşmalarına imkân verilmelidir.

Bazı öğrenciler sınıf önünde konuşmaktan kaygılanabilirler. Öğretmenler bu tür öğrencilerle dersten önce ilgilenebilir, derste ele alınacak konu ile ilgili olarak bu öğrencileri psikolojik bakımdan hazırlayabilir ve sınıf önünde konuşmaktan çekinmeye sebep olan korkularının yersiz olduğu hususunda öğrencileri ikna edebilir; hatta ele alınacak konu ile ilgili ipuçları verebilir.

“Derslerde telâffuz çalışmaları, okuma metinlerinden konuşma metinlerine doğru bir gelişme seyri izlemelidir. İlk yıllarda okuma metinleri yer almalı, zaman ilerledikçe konuşma metinlerine ağırlık verilmelidir. Eğer bazı sesleri çıkarmakta zorluk çeken yahut yanlış söyleyen öğrenciler varsa bu öğrenciler üzerinde ders dışında da bireysel çalışmalar yapılmalıdır.” (Kırkkılıç,  Külekçi, Gündüz, Canım,  Çelik, Alyılmaz,  1999)

Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp

Yazının Kısa Tarihi

 

Yazı, insan aklının en önemli buluşlarından birisidir. Bu sayede binlerce yıllık kültür, sanat ve bilim alanında elde edilen bilgi ve bulgular sonraki kuşaklara iletilebilmiştir.

Yazıyı M.Ö. 5000–4500 yılları arasında Mezopotamya’da, ilk Türklerin bir kolu olan Ön-Sümerler (Subarlar), M.Ö.3200’lerde de aynı soydan Sümerler icat etti. Önceleri bu yazı, logograf, piktograf denilen resimden sembolleşen bir yazı şekliydi.

Sümerler bunu daha sonra kil tabletlerde çivi yazısı şekline dönüştürdüler. Sümerlerin bir kolu olan “Güneşin Oğulları” Mısır’a göçtü. Orada önceleri (M.Ö.3100) çivi yazısı türünde yazı kullanıldı, daha sonra da Mısırlılar, resim tarzında hiyeroglifi oluşturdular.

İlk yazılar nesneyi görsel olarak yansıtan bir özelliğe sahipti. Geliştikçe, gene Sümerlerde, az çok fonografik[1]  okunan bir sistem gelişti.

Akad, Asur ve Fenike dönemlerinden geçtikten sonra Girit’te “Linear B” denilen bir alfabeyle tamamen fonografik yazıya ulaşıldı. Çin’de M.Ö.1800–1400 tarihleri arasında, tamamıyla farklı, çok karakterli, resme benzer Çin yazısı çıktı.

Çinliler ve Japonların hızlı okuduğu söylenir. Bu durum, alfabeleri sayesindedir. Bir kere yazı, piktograftır, yani “resimden bozma”dır; ikincisi yukardan aşağı okunur.

Columbia Üniversitesinden hızlı okuma uzmanı Dr. Gerard P. O. Shea’nın hazırladığı şu üç karşılaştırmayı inceleyelim.


Bildiğimiz alfabe şeklindeki yazılış M.Ö. 1500’lerde görülür. 2000 yıl kadar önce eski Yunan-Roma uygarlığında, sonra da Orta Çağda yazı parşömen üzerine, hiç noktalanmamış kelimelerle, Batı’da soldan sağa, İslâm âleminde sağdan sola aralıksız yazılırdı. O çağlarda okuma işi gerçekten zordu. Hece hece yüksek sesle okunurdu. Günümüzdeki yazı anlayışına ulaşmak için uzun bir süre geçti.
Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp

Dil Becerisinin Çocuğun Sosyalleşmesindeki Rolü

                 


Çocuğun kişilik kazanmasında, sosyalleşmesinde dil eğitiminin büyük önemi vardır. Dili etkili, güzel ve doğru kullananlar, gerek öğrenim hayatlarında gerekse sosyal hayatlarında başarılı olur, toplum içinde hak ettikleri konuma gelirler.

İnsanların birbirlerine emir vermeleri sevgi ve kızgınlıklarını ifade etmeleri, dostlukları ve bu duyguları ifade ediş şekilleri, öğrenilen dilin gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Dil öğrenmek sadece kendi duygu ve düşüncelerini başkalarına aktarmak amacıyla konuşmak değildir. Gerçek sözlü iletişim, anlamlı sözcükleri cümle hâline getirebilme yanında başkalarının söylediklerini de anlayabilme yeteneğidir.

Çocuk, okula gitmeden önce dinlediği, düzeyine uygun bir öyküyü anlayabilecek, basit ve karmaşık sözcükleri ayırt edebilecek kadar anlayışa sahip olmalıdır.

Ana dili eğitiminde çocuğa her ne şekilde olursa olsun bir dil kazandırmak yerine, çocukların içine girecekleri yarınki toplum hayatında diğer insanlarla sağlıklı bir iletişim kurma imkânını sağlayacak bir dili kazandırma çabası içerisinde bulunulmalıdır, ancak bu yolla yetişmekte olan gençler toplum hayatına etkin bir şekilde katılma şansına sahip olabilirler. Eğitim yoluyla çocukların edindikleri dil, onları ya mutlu ve başarılı ya da mutsuz ve başarısız kılacaktır. Dil öğrenimi beraberinde yeni davranışlar da kazandırır.

Psikolojik etkenleri göz önünde tutmak, dil öğretiminde öğretmenlerin dikkat edeceği hususlardan biri olmalıdır. “Good ve Murphy, öğretmenlerin öğrencileri ile olan konuşmalarında olumlu dil kullanmalarının gerekliliğinden söz etmektedir. Aşağıda olumlu ve olumsuz dilin kullanışı ile ilgili bazı örneklere yer verilmiştir.

 

  • Ø Kapıyı çarpma! (Olumsuz dil)

  • Ø Kapıyı sessizce kapatalım. (Olumlu dil)                        


 

  • Ø Gürültü yapma! (Olumsuz dil)

  • Ø Sessiz olalım,  çok fazla gürültü oluyor. (Olumlu dil)         


 

  • Ø Sandalyeyle gürültü yapmayın. (Olumsuz dil)

  • Ø Sandalyeyi böyle taşıyın. (gösterir) (Olumlu dil)


 

  • Ø Arkadaşından kopya çekerek hile yapma. (Olumsuz dil)                                

  • Ø Bu işi yardım almadan kendi çabanla yapmaya çalış. (Olumlu dil)                          


 

 Yrd.Doç.Dr. Mehrali CALP

Sosyal Kategorilere Göre Dilin Kazanılması 1



Davranışlar, öğrenme yoluyla kazanılır. İnsan yavrusu davranışlarını doğuştan hazır olarak getirmediği için nasıl davranması gerektiği hususunda tereddütler yaşar. Çocuk, bu güvensizliği ortadan kaldırabilmek için kendi ailesinde geçerli olan davranış kalıplarını öğrenir. Çocuğun aile ve yakın çevresinden öğrendiği davranış kalıplarından birisi de dildir.

Çocuğun yakın çevresinde konuşulmakta olan dil yapısını kazanmasının öğrenmeye dayandığı kabul edilmekte, ortaya çıkan öğrenmenin ise –belirli ölçüde- taklide dayanan öğrenme olduğu ileri sürülmektedir.

“Çocuk kendisiyle dilsel interaksiyonda bulunan ana babasının kullandığı dilin fonetik, morfolojik ve sentaktik özelliklerini dördüncü yaşın sonuna kadar taklit ede ede tamamen öğrenmiş olmaktadır.” (Susan, 1985, s.83) Dördüncü yaştan sonra dili kullanma artık otomatikleşmekte ve öğrenilen şeyler daima daha önce öğrenilmiş dil yapılarına göre biçim almaktadır.

Çocuk, ana babasının sahip olduğu dilin fonetik, morfolojik, sentaktik özelliklerinin dışına çıkamaz. Çocuğun bütün yönelimleri ve zihnî becerileri ana babasının kullandığı dilin nitelik ve seviyesine göre belirlenir. Bu nedenle çocuğun, ana babasının dil yapısından başka bir dil yapısı öğrenebileceği düşünülemez. Hatta çocuğun daha sonra okulda öğrendiği dil, öğrenmeye çalıştığı dil yapısı evde pekiştirilmediğinde çabuk unutulur. Bu yüzden ilk çocuklukta öğretilen dil yapısı, bütün hayat boyunca etkisini gösterir.

“Farklı sosyal tabakalara mensup kişilerin dilsel başarılarının farklı olduğu ilk defa zekâ testlerinin uygulanmasıyla ortaya çıkmıştır. Kültür değerleri bakımından geri kalmış olan sosyal çevrelerde yetişen çocukların zekâ testlerinin özellikle verbal kısımlarından küçük puan aldıkları dikkati çekmiştir. Örneğin Eells ve çalışma arkadaşları 9–10 ile 13–14 yaşlar arasında bulunan 5000 çocuğa çok kullanılan 10 zekâ testi uygulamışlardır. Elde edilen sonuçta alt sosyal tabakaya mensup çocukların, orta sosyal tabakaya mensup çocuklara oranla, her zekâ testinin verbal kısmından düşük puan, verbal olmayan itemlerinden  ise aşağı yukarı aynı puanı aldıkları görülmüştür.” (Eells, 1951, s.38)

Böylece verbal zekâ ile sosyal tabaka arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğu tespit edilmiştir. “Gerçekten zekâlı davranış olarak kabul edilen davranışların çoğu dilsel sembollerle ortaya konmakta, ölçülmektedirler. Çünkü verbal zekâ, kelimelerin mahirane bir şekilde kullanılmasını zorunlu kılmaktadır.” (Şemin, 1989, s.29)

Sahip olunan dil ile zekâ arasındaki ilişkiyi ortaya koyan ilgi çekici diğer bir araştırma da Williams tarafından yapılmıştır. Williams, hazırladığı bir dil testi ile 3–4 yaşları arasındaki çocukların zekâları arasında bir ilişki kurmaya çalışmıştır. Onun hazırladığı dil testi şu unsurlardan meydana gelmiştir:

“1. Artikulasyon (telâffuz/söyleyiş)  düzgünlüğü,

2. Kelimelerin doğru kullanılması,

3. Özne-nesne-yüklem ilişkisinin tamlığı,

4. Gramerin kompleksliği,

5. Cümle uzunluğu,

6. Kelime hazinesi.

Williams yaptığı bu araştırma sonunda şu neticeye varmaktadır: Zekâ testlerinden elde edilen puanlarla dil testinden elde edilen puanlar arasında bir paralellik vardır. Bu paralellik sosyal tabakanın seviyesine göre derecelenmektedir.” (Williams, 1937, s.18)

Dil konusunda yapılan bir başka araştırma W. Neuhaus’a aittir. W. Neuhaus bu araştırmada sıfatların şehirli ve köylü çocuklar tarafından kavranma derecesini test etmiştir.

“W. Neuhaus, yaptığı araştırmada sıfatları anlama ve onları kullanma bakımından köylü çocukları ile şehirli çocukları arasında büyük farklılıklar olduğunu tespit etmiştir. Neuhaus, 146 sıfatı 10 kategoride toplayarak köylü ve şehirli çocuklardan bunları ayırt etmelerini ve ne ifade ettiklerini cevaplandırmalarını istemiştir.

Bu sıfat kategorileri şöyledir:

1. Nitelik bildiren sıfatlar: Kırmızı, yeşil... vb.

2. Nesneye bağlı sıfatlar: Ağır, akıcı, uçucu... vb.

3. Biçim bildiren sıfatlar: Yuvarlak, köşeli, uzun...vb.

4. Mekân bildiren sıfatlar: Öndeki, yukarıdaki, gerideki...vb.

5. Zaman bildiren sıfatlar: Eski, yeni...vb.

6. Sosyal bir beceri bildiren sıfatlar: Çalışkan, yardımsever...vb.

7. Moral ifade eden sıfatlar: Dürüst, sadık...vb.

8. Ahlâkilik bildiren sıfatlar: İyi, kötü...vb.

9. Estetik duygu ile ilgili sıfatlar: Güzel, çirkin...vb.

10. Duygusal bir durum bildiren sıfatlar: Üzüntülü, kızgın...vb.

Neuhaus, sıfatlarla ilgili araştırmasının sonunda 1-5 kategorisindeki sıfatların bütün çocuklar tarafından kavrandığını, kullanıldığını; buna karşılık 6-10 kategorisindeki sıfatları anlama ve onları kullanma bakımından şehirli çocuklar ile köylü çocukları arasında farklılıklar ortaya çıktığını tespit etmiştir. Onun tespitine göre köylü çocukları, şehirli çocuklarına oranla, 6–10 kategorisindeki sıfatları daha az ayırt edebilmekte ve kullanabilmektedir.” (Yılmaz, 1974, s. 31)

Sıfatlar üzerinde yapılan bu araştırmada ilk beş kategorideki sıfatların somut nitelikte oldukları ve köylü çocukların içinde yaşamış oldukları çevre şartlarında daha çok somut varlıklarla karşı karşıya kaldıkları göz önünde tutulursa, yapılan bu araştırma sonucunun normal olduğu kabul edilir. Diğer taraftan şehirli çocukların da içinde bulundukları sosyal ve kültürel çevrenin soyut kavramlarını öğrenmeye elverişli olduğu söylenebilir. Buradan, dil öğrenmede,  çevrenin önemli bir etken olduğu sonucuna varılabilir.

Neuhaus, 1962 yılında yaptığı diğer bir araştırmasında şehirli çocukların köylü çocuklarına oranla, daha uzun cümle kullanma eğilimini ortaya koymuştur.  

“Fonemlerin  farklılaşmasında sosyal çevrenin dilsel değerlerinin büyük bir rolü olduğu, öksüzler yuvasında ve ailede yetişen çocuklarda doğumdan sonraki sekizinci aydan itibaren görülmektedir.”
, “yuvada yetişen çocukların çıkardıkları fonem sayılarının, ailede yetişen çocuklara oranla, daha az olduğu, aynı zamanda bu fonemlerin ayrımlaşmamış olduklarını” yaptığı bir araştırma ile tespit etmiştir. (Yılmaz, 1974, s.33 içinde; Mc Carty. 1966, s.305-343)

 Sosyal Kategorilere Göre Dilin Kazanılması 2 (Devamı) için TIKLAYIN>>>>>>>>>


Sosyal Kategorilere Göre Dilin Kazanılması 2

Dil, kendine has yapısı olan ve insan seslerinin bir araya gelmesinden oluşan muazzam bir sistemdir. Dilin bir anlam farkı meydana getiren ses birimine fonem adı verilir. Hemen her dildeki kelimeler bu anlam ayırt edici en küçük dil unsurlarından meydana gelir. Meselâ (el) ile (er) kelimelerindeki anlam ayırtısı (-l) ve (-r), (yel)  ile (yol) kelimelerindeki anlam ayırtısı (-e-) ve (-o-), (gül) ile (kül) kelimelerindeki anlam ayırtısı (g-) ve (k-) sesleriyle sağlanmaktadır.

Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere ister kelimenin başında ister ortasında veya sonunda olsun, tek bir ses değişimi kelimenin anlamını değiştirmektedir. Bu bakımdan dilin en küçük yapı taşları olan seslerin ayırt edilmesi oldukça önemlidir. Ayırt edilemeyen benzer fonemler anlam kargaşasına yol açmakta, bir anlaşma aracı olan dilin etkili bir tarzda kullanılmasına engel olmaktadır. Ana-baba ve öğretmenler bu durumu göz önünde tutarak kelimelerdeki seslerin ayrıştırılmasında özenle hareket etmek durumundadırlar.  

Fonem sistemlerini ve benzer fonemler arasındaki farklılığı bilmek, onlara hâkim olmak ayrımlaşmış bir dil yapısının, kelime hazinesinin oluşmasını sağlamaktadır. Dil yapısının bu ufak, fakat temel öğelerini ele geçirmemiş olan alt sosyal tabakaya mensup çocukların fonetik bakımdan benzer,anlam bakımından farklı  kelimeleri ayırt edemedikleri görülmüştür. Bu yüzden bu çocukların ilerideki hayatlarında gerekli olan ayrımlaşmış bir anlam sistemini kazanmaları için temel dilsel ögeler oluşmamıştır veya çok az oluşmuştur.

Templin, alt sosyal tabakaya mensup 3-8 yaşlar arasındaki çocukların fonemlerin artikulasyonu bakımından, orta sosyal tabakaya oranla bir gerilik gösterdiklerini tespit etmiştir. Ona göre bu gerilik, ne soya-çekimle ne motorik bir gecikme ile temellendirilebilir. Bu, tamamen sosyal tabakanın seviyesine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. (Templin,1957, s.49)

Clark ve Richard’a göre: “Alt sosyal tabakaya mensup olan çocuklar benzer fonemleri, orta sosyal tabakaya mensup çocuklara oranla daha az bir şekilde birbirinden ayırt edebilmektedirler. Bu durumla biz günlük hayatımızda da sık sık karşılaşmaktayız. Örneğin Türkçede benzer fonem olarak ortaya çıkan g, k; a, e; ç, c; b, p; ...vb fonemlerin alt sosyal tabakaya mensup kişiler tarafından ayırt edilemediğini sürekli görmekteyiz.” (Yılmaz, 1974, s.33)


































   Karıştırılan sesler
Örnekler


r ile y


gidiyorum


gidiyoyum


g ile c


gemi


cemi


d ile t


dede


tete


k ile h


kanepe


hanepe


ş ile c


çeşme


şeşme



Ayrıca çocuk dilinde (r) ile (y), (g) ile (c), (d) ile (t), (k) ile (h), (ş) ile (ç) seslerinin birbirine karıştırıldığına sık sık rastlanmaktadır.  

“Alt sosyal tabakada benzer fonemlerin birbirinden ayırt edilmemesi veya zor ayırt edilmesinin nedeni, C. P. Deutsch’a göre, bu sosyal tabakada ortaya çıkan sosyal interaksiyonun çok basit komunikasyon  biçimi ihtiva etmesi, bu yüzden de kişinin dikkatini dilsel nüanslara yöneltme ve onları birbirinden ayırt etme ihtiyacı duymamasıdır. Çünkü sahip olduğu dil yapısı, iletişim kurma işini yürütmeye yetmektedir. Ayrıca bu sosyal tabakadaki komunikasyon biçimi, büyük bir oranla ekstra-verbal  komunikasyon biçimi, örneğin el-kol, göz-kaş, omuz-kafa... vb. hareketler şeklinde ortaya çıkmaktadır. Böyle bir durum, kişide benzer fonemleri birbirinden ayırt etme ihtiyacı doğurmamaktadır.  Alt sosyal tabakadaki çocuk, böyle bir komunikasyon biçimini ana babasının onu kullandığı şekilde taklit yoluyla aynen öğrenmektedir.” (Yılmaz,1974, s.34 içinde;  Deutsch, 1967, s.259)

“Fonemlerin artikulasyon becerisinin gelişmesinde, dil yapısını diğer ögeleri büyük bir rol oynamaktadır.  Bu becerinin gelişmesi ve ayrımlaşması ile sentaks seviyesi ve kelime hazinesi arasında pozitif bir ilişki olduğunu, bunun öğrenmeyi, hele ilkokuldaki öğrenmeyi doğrudan doğruya etkilediğini Templin yaptığı bir araştırmada göstermiştir.” (Yılmaz, 1974, s.33 Templin. 1957, s.73)

Dilin genel olarak yapısını ve işleyiş biçimini idare eden kuralların tümüne o dilin grameri denir. Türkçe grameri seslerin bir araya gelerek heceleri, hecelerin bir araya gelerek kelimeleri ve kelimelerin de bir araya gelerek önce kelime gruplarını daha sonra da cümlecik ve en sonunda cümlelerin nasıl oluştuğunu açıklar.

Bütün dillerde olduğu gibi Türkçe’de de cümle büyük bir öneme sahiptir. Çünkü cümle tam yargı bildiren bir dil unsurudur. İnsan duygu, düşünce ve tasarımlarını cümlelerle ifade eder.

“Sentaks kuralları, düşünmeyi disipline sokar; onun seçiciliğinin seviyesini belirler. Bilindiği gibi pek çok kelime anlamlarını konteks  içinde kazanmaktadır. Bu konteks ise ancak sentaks kurallarının her zaman aynı şekilde kullanılması ile sabit hâle getirilebilir.

Brown ile Berko, sentaks kurallarının anlamca yeni kelimeler kazanmadaki rolünün büyük olduğunu kabul etmektedirler. Onlara göre “sentaks kuralları kelimeleri soyut anlamda kullanmaya imkân vermektedir.” (Yılmaz, 1974, s.36 içinde Brown, 1960, s.517)

Wygotski de “kavram sistemlerinin sentaks kurallarına bağlı olarak ortaya çıktığını” ileri sürmektedir. (Yılmaz, 1974, s.36 içinde Wygotski, 1969, s.17-64)

Ayrıca sentaks bakımından yanlış kullanılan bir dilin öğrenmeyi zorlaştırdığı bilinmektedir. Sentaks bakımından düzgün cümleler kurmanın, o cümleleri kuranlarda öğrenmeyi kolaylaştırdığını, buna karşılık sentaks bakımından yanlış ve karmaşık olan cümlelerin, onları kullananlarda öğrenmeyi zorlaştırdığını bilmek, eğitim açısından büyük bir önem taşımaktadır.

“Alt sosyal tabakada dilin sentaks bakımından gelişmemiş olması, bu tabakaya mensup olan kişilerin dilsel plânlamada, konuşma ve yazmada bir güvensizlik içinde kalmalarına sebep olmakta; bu yüzden de fonksiyon bakımından tam, anlam bakımından eksik cümleler kullanmalarına yol açmaktadır. Sentaks bakımından ayrımlaşmamış bir dil yapısı, kişinin kavramlarla gerek kendi başına işlem yapmasını gerekse onları başkalarına aktarmasını engellemektedir. Bu yüzden alt sosyal tabakaya mensup olan kişilerin olayları somut kelimelerle ve ayrımlaşmamış bir sentaks yapısıyla dile getirmeye çalışmaları yadırganacak bir sonuç değildir. Bunu, memleketimizde bugüne kadar dil ile sosyal tabaka arasındaki ilişkiyi hayat tecrübelerine dayanarak ortaya koyan İsmail Hakkı Tonguç en iyi şekilde dile getirmektedir.

Tonguç’a göre;  “...Köylü, düşünen insandan ziyade, duyan insandır. Zaten onun tefekkür ufku da dardır. Düşünmenin ve düşündüğünü anlatmanın yegâne vasıtası olan lisan (dil), yazı dili ile mukayese edilince birçok bakımlardan ayrı ve kendine mahsus bir dil hâline gelmiştir. Köylü, mücerret (soyut)§ mefhumları kolayca ifade edemez. Onları hikâyeler, gülünç fıkralar, teşbihli konuşmalarla anlatır.” (Yılmaz, 1974, s.36-37 içinde; Tonguç, 1947, s.72)

Şu hâlde alt sosyal tabakaya mensup olan köylülerin dil yapısı, Tonguç’a göre, onları somut olarak düşünmeye zorlamaktadır ve bu da onların içinde yaşadıkları somut hayatın bir gereğidir.

Lawton da abstraksiyon seviyesinin sosyal tabakaya bağlı olduğunu tespit etmiştir. Ona göre, alt sosyal tabakaya mensup öğrenciler, orta sosyal tabakaya mensup öğrencilere oranla, yazdıkları kompozisyon ödevlerinde çok az soyutlama seviyesi göstermektedirler.

Dil yapısı ayrımlaşmamış, yani dilin ses, hece, kelime ve cümle ögelerindeki yapı ve anlam ilişkilerini kavrayamamış öğrencilerin derslerinde, sosyal ilişkilerinde başarılı olmaları düşünülemez. Bu yüzden başta ana-babalar olmak üzere öğretmenler, hatta çocuklarla etkileşim içinde bulunan hemen herkesin standart dili kusursuz kullanmalarının büyük bir önem ve anlamı vardır.

            


Yazan: Yrd.Doç.Dr. Mehrali Calp

**Her hakkı mahfuzdur. Kopya edilemez. All rights reserved. It can not be copied**


Ana Dili Eğitimi ve Öğretiminde İzlenecek Yol.............


Dilin Kazanılması İle İlgili Kuramlar......


Dilin Kazanılması İle İlgili Görüşler.............


 Sosyal Katagoride Dilin Kazanılması.........


Ana dil Eğitimde Kullanılan Yöntem ve Teknikler......




Servet-iFunun Edebiyatı (Edebiyat- Cedide)

Türk edebiyatının yenileşme sürecindeki en büyük aşamalarından birisi hiç kuşkusuz Servet-i funun dönemidir. Bu dönem temelleri 1860 lardan itibaren başlayan doğu-batı tezatı sonucunda teyfik fikretin serveti funun dergisini çıkarıp yüzünü batıya dönmesi ile hareket kazanılarak servet-i funun edebiyatının temelleri atılır.

Edebiyat-ı Cedide'nin  Genel Özellikleri:


1) Her yazarın artık; bir kimliği, uzmanlığı vardır. (Halit Ziya-Roman Yazarı, Teyfik Fikret Şair)

2) Serveti Funun'da alanlar belirlenmiştir (roman, hikaye , şiir, tiyatro)

3) Aruzu ahengin temini adına çok iyi kullanırlar

4) Ahengin temini için tam ve zengin uyak sıklıkla kullanılır

5) Klasik formların dışına çıkılı (müstezat-serbest müstezat)

6) Uslubu oluştururken titiz davranılır

7) Soyut kavramlarla oluşturulur, terkipler tamlamalar vardır

8) İnsanın dramatiği ile birşiir akımı oluşturulur(acı, vatan,aşk

9) Şiirler fikir empoze etmek amacıyla yazılmaz

10) Tiyatro konusunda hassas değiller

11) Eleştiride başarılıdırlar.

12) Hikayeyi daha öncekilere nazarla daha edebi yazmışlardır( küçük roman)

13) Orta halli insanlar anlatılır

14) En iyi bildikleri mekan kuşkuusz ki İstanbul'dur

15) Çok titizdirler (eserdeki kahramanların adını oluştururken bile çok titizlerdir.)

16)Halit Ziya'nın romanları hep önde gelen romanlardır.

17) Eserlerinde olaylar iç içe girdiğini görürüz

18) Artistlik nesir denilen bir uslup görünür.(üslupta titizlik)

19) Realizmin yansımaları görülmektedir.

20) Şiirin muhtevası ile şekli arasında uyum vardır.

21. Değişik konu  ve temalr özellikle şiire girmeye başladı.

22) Fransız yazarlarının etkisinde kalarak sadeleşme ile başladıkları yolda ağır bir dil oluşrurarak kendileri ile tezata düştüler.

23). Realizm ve natüralizm etkisi altında kalındı.

Akıma Bağlı Sanatçılar


Teyfik Fikret

Halit Ziya Uşaklıgil

Hüseyin Cahit Yalcın

Mehmet Rauf

Ahmet Hikmet Müftüoğlu

 

Serveti Funun edebiyatı Hüseyin Cahit Yalçının  P.Lacambe adlı Fransız yazardan Türkçeye çevirdiği Edebiyat ve Hukuk adlı makale nedeni ile serveti funun dergisinin kapılmasıyla akım da son buldu.

galiphatip

 

7 NUMARA TADINDA

 

Öyle diziler vardır ki, bizleri içten anlatan, bizden olan. Bugün onlardan bir tanesinin çok eski bir bölümüne rastladım. Duygusallığı, komikliği, dostluğu ve aşkı en saf haliyle işleyen bir dizi. Küfürsüz de gülünebileceğini, aynı yatakta yatmadan da âşık olunabileceğini ve aslında en saf halimizin ne kadar da güzel olabileceğini gösteren bir diziydi. Sadece 75 bölümoynadı daha sonra yoğun istek üzerine 17 bölüm daha çekilerek 92. bölümde final dahi yapmadan son buldu. Televizyon izlemenin ne denli heyecan verici olduğu, o dizi bittikten sonra farkına vardım, Elbette yine, güzel bizi anlatan diziler çekildi, ama 7 numara hepsinden başkaydı.

 

Hatırladınız değil mi? Vahit ve ev ahalinin o komik, trajik halini. İstanbul! a gelerek ahşap bir eve yerleşirler. Koca evde eşi Zeliha ve kendisi. Yıllarını sürdükleri çocuk özlemini gidermek ve aile bütçelerine katkı sağlamak amacıyla aldıkları evin odalarını kiraya vermeye karar verirler. İşte tam da 7 numara hayatı başlar. Şehir hayatını benimseyen kızlarla, köyde yetişen gelenekçi erkek öğrencilerin bu eve yerleşmesiyle 7 numara bazen hüzün rüzgârlarına kapılır, bazen maddi yokluk, delisiye gülme ve bazende aşk duygularında günler geçer. Tüm bu sahneleri görüp, o evin bir odasına da kendimizi yerleştirdiğimizde aslında hayatın her şeye rağmen ne kadar güzel olduğunu ve hayatın her anında yok olmayan bir umudun varlığını yüreğinizde hissetir.

 

Oyuncularını hatırlıyorsunuz değil mi;?

 

Zeliha(Şebnem Dönmez)

Vahit(Engin Alkan)

Sabit(Olgun Şimşek)

Rüya(Nuray Uslu)

Armağan(Tuba Erdem)

Cansu(Gülden Güney)

Ayten (Ayça Mutlugil)

Haydar(Okan Selvi)

Recep(Volkan Girgin)

Asiye(Özlem Türkad)

Berat(Aşkın Şenol)

Satılmış(Ruhi Sarı)

 

 

 

Her gününüz 7 numara tadında olsun,

 

yazan: galiphatip